Geçenlerde öz kızına tecavüz ettiği anlaşılan adamların basına yansıyan haberlerini alt alta sıralayan bir sosyal medya iletisine tepkiler çığ gibi yağdı.
En çarpıcı olanı bir grup kadının “bu manyakların penisleri kesilsin ki yapamasınlar” diyerek kampanya başlatmaya çalışmasıydı. Kessek çözüm olur mu sahiden?
Bu talebi okuyunca aklıma hemen Osmanlı haremi geldi. Aslında sadece saraya değil bey, paşa konaklarına da hizmet etmesi için seçilen güçlü kuvvetli ve de kara derili köle delikanlılara uygulanan bu işlemi ilk kez ciddi biçimde düşündüm. Penisi kesilen delikanlıların çok azının yaşadığını, diğerlerinin ya kanamadan ya da enfeksiyondan öldüğünü ama bu işlemin yüzyıllar boyunca sürdürüldüğünü masal gibi dinlediğimizi ve dahasını anımsayarak epeyce düşündüm.
Penis kesmekteki amaç belli; masum kızlarımızın namusunu korumak. Amaç belli, araç da belli ama sonuç belli mi? İşe yarıyor mu bu namus kurtarma operasyonu? O penissiz kölelerin serbestçe dolandığı haremlerde neler yaşandığı hakkında bir fikrimiz var mı?
İnsan aklı cinsel dürtüleri cinsel organla özdeşleştiriyor. Oysa asıl cinsel organ beyindir. Cinselliği başlatan da sürdüren de, coşturan da taşıran da, sündüren de susturan da beyindir. Penis ve diğerleri sadece araçtır. Amaç sabitse ve araçta sorun varsa başka araçlar kullanılır…
Hatırlayın: Güneydoğu’nun ünlü bir kentinin kalbur üstü insanlarının bir kız çocuğuna sırayla tecavüz ederlerken kapıda bilet kesenin uyarısı ile vagjnal değil anal yolu kullandıklarını. Kızın bekareti bozulmasın da namusuna helal gelmesin diye. Peki tamam, gene araç penis. Keselim biz onu…
Öyleyse hatırlayın: İstanbul’un en mutena semtinde İstanbul’un en mazbut kızlarını kendine çağdaş cariye edinmiş tarikat şeyhini. Markalı giysileri gibi yoldan çıkardığı kızları da marka olan bu sosyete şeyhinin anatomik/tıbbi sorunu yüzünden kızlara parmağıyla tecavüz ettiğini. İşlevsiz penisine rağmen kurabildiği cinsel kölelik tarikatını…
Amaç ve araç konusunda kafanızı yeterince karıştırabildimse başka hatırladıklarımı da anlatayım.
40 yıl kadar önce gene bilmediğim bir köy kahvesine dalmış oraların insanlarını tanımaya, anlamaya çabalamaktaydım. Kahvenin önünde bir traktör durunca herkesin başı o tarafa döndü. Traktörden inen yapılı bir kadın kahveye daldı ve yüksek sesle “sen hâlâ burada mısın, yürü eve” diye ortalığı çınlattı. Yaşlı ve ufak tefek bir adam başı önde kahveden çıkıp kadının traktörüne bindi gitti. Kim bu kadın, dedim. Ben gibi cahil ama meraklı bir yabancı kadının köyleri hakkında her sorduğunu hep bir ağızdan cevaplamaya meraklı kahvehane halkı, hep birlikte gülümsediler. Delidir o, dediler. İlave tek laf alamadım ağızlarından. Beni “bir adama tahakküm eden traktörlü bir kadın” figürüne yönelik şaşkınlığımla baş başa bıraktılar.
Gördüğüm bu acayipliğin peşini bırakmadım, bırakamadım. Bir kadının bir adama tahakkümü sizce de acayip bir şey değil mi? Kahveden sonra da aynı köyde çok kişiye sordum. Sonunda bir kadın anlattı. Bu kadın daha çocukken başlamış babası ona tacize. Sonunda kız biraz büyünce öz babasından gebe kalmış. Çocuğunu tarlada tek başına doğurup oracıkta gömmüş. Ondan sonra da delirmiş. Hiç evlenmemiş, baba ocağından da çıkmamış. O büyüyüp güçlendikçe baba yaşlanıp küçülmüş. Sonunda babanın bütün ipleri onun eline geçmiş. Gençliğinde ona çektiren babasına yaşlandıkça o çektirir olmuş. Döver söver yönetirmiş. Deliymiş, ne yapsa yeriymiş…
Bu hikâyeyi o köyde herkesin biliyor ama gülümsemekle yetiniyor olmasına bir diyeceğiniz var mı?
Ben bunu öğrendiğimde “ensest” hakkında pek de bir şey bilmiyordum. O nedenle çok şaşırmış adeta şoke olmuştum. Sonradan öğrendim her beş çocuktan birinin kendi ailesi içinde taciz ve tecavüze uğradığını. Cinsiyetinden bağımsız olarak her beş çocuktan biri…
Mesleğim yüzünden kendim de çok dinledim, psikiyatrist arkadaşlarımdan da çok dinledim benzer hikâyeleri. Her dinlediğimle duyarlılığım arttı ama derim de giderek kalınlaştı. Artık daha kolay konuşuyor anlatıyor ve yazıyorum. Her kitabımda yeniden ve yeniden bu konuyu işliyor, her lafı geçtiğinde dinleye dinleye içimi tıka basa dolduranları yeniden kusuyorum. Bu belanın vajinaya zorla sokulan penis sorunundan ibaret olmadığını anladığımdan beri her fırsatta anlatmaya çalışıyorum. Penis için vücutta girecek delik mi ararsın yoksa sokmaya niyetlenene sokacak araç mı, diyorum da diyorum.(“Muhteşem Salak Beyin” kitabımdaki “Siz hiç Tayland’a gittiniz mi?” yazımı okumanızı öneririm)
Teşhir edilmeli
Bu konu üstü örtüle örtüle, müstehzi gülümsemelerle geçiştirile geçiştirile, yok sayıla sayıla bu kadar alenileşti. Artık hiç kimse susmamalı. Herkes her bildiğini anlatmalı. Her tacizci tecavüzcü mutlaka teşhir edilmeli. Bütün pisliklerimizi deşip irinimizi akıtmak zorundayız. Ancak asmak da kesmek de çözüm olmaz. Bu sorunu penis düzeyinden yukarı çıkarıp ilgili olduğu beyin düzeyinde gündeme taşımalıyız.
Öpüp başımıza koyduğumuz kutsalımız, kölelikten cariyelikten dem vuruyorsa, yetmiyor hayvanlarla seksten söz ediyorsa, durup kutsalı da düşünmenin vaktidir. Adının başına en kutsalı eklemeden söz etmediğimiz bir lider, karısının evladı, oğlunun karısı, yeğeninin… diye sıraya diziyorsa kutsalı gerçekten tartışmaya açmalıyız.
“Ana bir, bacı iki, gerisine salla şeyi” diyen bir kültürün içinde boy attık. Gün geçtikçe daha da battık. Ancak sanmayın ki bunlar sadece geri kalmış yoksul Anadolu kültürünün ürünüdür. Benim anlattığım traktörlü kadın İstanbul’a 2 saat mesafedeki epeyce zengin bir köyde yaşıyor. Sadece İstanbul’da bana anlatılanları anlatsam sayfalar yetmez, konu İstanbul’la da, filanca köyle de bitmez.
Mesela Attila İlhan, zengin bir Ege kasabasında bir hanım ağanın 13 yaşına basan oğlunun cinselliğinin ilk tomurcuklarını fark ettiğinde geneleve gidip hastalık kapmasın diye evde ayak işlerinde çalışan 11 yaşındaki bir kızı kandırıp oğlunun koynuna sokuşunu anlatır bir romanında. Uydurduğunu hiç sanmıyorum çünkü o toprak zengini oğlanın büyüyüp Ankara’da en önemli devlet görevine kadar yükseldiğini de anlatır devamında. Devlet görevi sırasında yoldan çıkmış cinsel hayatı kamuya yansıyan ve gazetelerde açıkça tartışılan malum politikacının kim olduğunu anlamışsınızdır…
Bir başka hatıramı daha anlatayım.
30 sene önce bir doktor arkadaşım Konya Selçuk Üniversitesinde uzmanlık eğitimi almıştı. Uzman olduğu gün sınavın hemen sonrasında, bütün ihtisas süresince kendisini istifa etmeye zorlayan bölüm başkanı olan hocası onu odasına çağırmış. “Gidesin diye çok uğraştım ama sen yaptığım eziyetlere rağmen yılıp gitmedin. Mecburen 4 yıldır seninle aynı ortamda yaşadık, o nedenle bana nikahın düştü” demiş. “3 karım var, sen de dördüncüsü ol” diyerek evlenme teklif etmiş. Bir üniversitenin bölüm başkanından söz ettiğimi yineleyeyim mi?
“Dinimize saldırdın” diyenlerin gazını almak için bütün dinlerde aynı durumun varlığını hatırlatayım. Çocuğum ahlaklı biri olsun diye teslim edildiği camide olduğu gibi kilisede de, havrada da yaşanıyor benzer durumlar. Hangi dinden olduğundan bağımsız dindarlığın derecesi arttıkça tacizlerin arttığı da kesin. Papalık sarayına kadar uzanıyor bu çizgi. Fark şurada ki artık Batı dünyası bu konuda gözünü açtı. Faili bulunca gerçekten cezalandırıyor. ABD’de üstelik halka açıkça rapor ediliyor. Örneğin “falanca kişi çocuk tacizcisidir. Cezasını çekti, hapisten çıktı ve sizin mahalleye yerleşti, dikkatli olun” diye mahalle halkına bildirimde bulunuluyor.
Din ekseninden çıkıp bir de soyluluk düzenine bakalım.
Örneğin, şövalyelik düzeninde yaşayan bazı tarikatlarda evlenecek genç kızın ilk gecesini şövalyenin koynunda geçirmesi adetmiş. Bu köle kızın bekaretini şövalyesine teslim etmesi ailesinin de şanını yükseltirmiş. Güneydoğu’da bazı aşiret reislerinin aşiretinin en güzel en körpe kızlarını kendine ayırmasından da öte bir durum bu…
“Bu cahiller (!) bizi bağlamaz” diyenler için soylu Osmanlı düzenini de anımsayalım. “Odalık” lafının ne anlama geldiğini hatırlamak bile yeter de artar soyluluğun (!) cinsel sömürü düzenini kavramak için. Soyluların malum ihtiyaçlarını karşılamak için İstanbul’un göbeğinde sokak ortasında kurulan esir pazarlarının Cumhuriyet kurulana kadar devam ettiğini de unutmayalım.
Osmanlı’nın sadece kara derilileri değil asıl beyaz tenlileri, en çok da Kafkas kızlarını “köle” diye satın aldığını, hizmetçi olsun diye köle pazarlarında satılan Çerkes kızlarının en çok da soylu (!) beylerin cinselliğinin hizmetine sunulduğunu, bunlar içinden seçilip saray haremine kabul edilenlerin aileleri için “onur” vesilesi olduğunu görmezden geldiğimizi ve “saraylı hanım” diye yücelttiğimizi de hatırlayalım. Soylu halkız ya…
Geçmiş öyle değildi de şimdi böyle olduk sanıyorsanız, şehirli sınıf farklı da sadece ücra köylerde bunlar oluyor sanıyorsanız, çok ama çok yanılıyorsunuz. Bana inanmıyorsanız tanıdığınız psikiyatristlere ve ceza avukatlarına sorun da anlatsınlar size cinsel sömürünün yaygınlığını.
“Her beş çocuktan biri, yakın bir akrabası tarafından…”
Bu cümleyi ABD’de bir ehliyet ofisinin duvarında “her 3 çocuktan biri…” diye okuduğumdan beri aklımın şirazesi şaşmış durumda.
Cinsel güdülerin akıl ile yönetilmesinin başarılamayışından kaynaklanan cinsel sömürü ensestle de, kölelikle de sınırlı değil ki. Hocanın asistanına, patronun sekreterine, öğretmenin öğrencisine… günümüzde yaptıkları çoğu zaman haber bile olmuyor. Bu örneklerin gösterdiği şey kölelik düzeni bitse de çağdaş cinsel köleliğin sona ermediğidir.
Sonuçta öyle ya da böyle, orada ya da burada, cinsel taciz, tecavüz ve sömürü penis değil bir kafa meselesidir. Bu bir kültür meselesidir. Şekli şemaili değişse de hem Doğu’nun hem Batı’nın, hem dünün hem de bugünün meselesidir. Sorunun nedeni de çözümü de tümüyle sosyal düzende ve kültürde yani beyindedir.
İnsan etiketi edinmiş ama aklını içgüdülerini yönetmek yerine suçlarını gizlemek için kullananları enderi nadirattan saymak büyük gaflettir. İnsan beynini hayvansal güdülerin tutsağı eden kültürel yozlaşma çağdaş bir eğitimle değiştirilmeden sorun çözülmez. Tecavüzcüleri asmakla da penis kesmekle de bu sorun çözülmez.
Penis devede kulaktır. Önemli olan devenin hörgücünün gücüdür.
Görsel: alleninstitute.org