Homo erectus (dik yürüyen insan), yaklaşık 2 milyon yıl önce tarih sahnesine çıkan ve yaklaşık 117.000 yıl önce soyu tükenen bir insan türüdür.
İnsanlık tarihinde önemli bir evrimsel dönüm noktasını temsil eden bu tür, dik durma ve iki ayak üzerinde yürüme becerisiyle dikkat çeker. Bu özelliği, yalnızca anatomik bir gelişim değil, aynı zamanda taş alet yapımı, ateşin kontrollü kullanımı ve gelişmiş av organizasyonları gibi karmaşık davranışların önünü açmıştır.
Homo erectus’un anatomik yapısı, bipedal (iki ayaklı) yürüyüşe ve uzun mesafelerde koşabilmeye uygun bir biçimde evrilmiştir. Vücut ısısını düzenleyen gelişmiş terleme mekanizması sayesinde, sürek avları ve uzun göçler sırasında dayanıklılığını koruma yetisi kazanmıştır.
Bu evrimsel adaptasyonlar, Homo erectus’un farklı ekosistemlere başarıyla uyum sağlamasını ve değişen çevre koşullarına karşı direnç geliştirmesini desteklemiştir. Bu sayede Homo erectus, milyonlarca yıl boyunca farklı iklim ve habitatlarda varlığını başarıyla sürdürebilmiştir.
Bu fiziksel ve davranışsal özellikler, Homo erectus’un “direnç avı” (persistence hunting) adı verilen bir av stratejisi geliştirmesine zemin hazırlamıştır. Bu avlanma tekniğinde avcılar, avlarını uzun mesafeler boyunca izleyerek ve yorarak, sonunda tükenme noktasına getirerek yakalıyorlardı.
“Direnç avı” yönteminin ne zaman uygulanmaya başlandığını tam olarak bilemesek de, anatomik ve çevresel bulgular, bu stratejiyi ilk uygulayan türün Homo erectus olabileceği hipotezini destekliyor. Eğer bu doğruysa, Homo erectus’un fiziksel olduğu kadar bilişsel olarak da çevresine uyum sağlama yeteneği geliştirdiği anlamına geliyor. Ayrıca, bu avlanma biçimi, türün çevresel koşulları etkili bir şekilde gözlemleme ve takım olarak iş birliği yapabilme kapasitesini de ortaya koyuyor.
Homo erectus’un dil becerilerine sahip olup olmadığı konusu, özellikle tarihsel dil bilimi ve paleantropoloji alanlarında uzun süredir tartışılıyor. Fosil kayıtlarının dilsel yetilerin doğrudan izlerini sunamaması, bu konuda kesin çıkarımlar yapmayı zorlaştırıyor.
Dil becerilerinin ortaya çıkışıyla ilgili mevcut verilerin sınırlı olması, araştırmacıları genellikle varsayımsal modellere ve olasılıklara dayalı yorumlar yapmaya yöneltmiş. Bunun bir sonucu olarak, Homo erectus’un dil yeteneği konusundaki tartışmalar büyük ölçüde teorilere dayanıyor.
Yine de, Homo erectus’un iş birliği gerektiren stratejileri başarılı bir şekilde uygulaması, bir tür iletişim sistemi geliştirmiş olabileceklerini akla getiriyor. Geleneksel olarak dilin Homo sapiens ile başladığı kabul edilmekle birlikte, Homo erectus’un mimikler, işaretler ve seslere dayalı bir ‘ön dil’ kapasitesine sahip olabileceği olasılığı göz ardı edilmiyor.
Bu yaklaşım, Homo erectus’un kapasitesi olmadığına yolundaki paradigmaların gözden geçirilmesini ve insanın bilişsel evrimi hakkındaki bilgilerimizin güncellenmesini gerektiriyor. Bu doğrultuda, Homo erectus’un biyolojik ve kültürel adaptasyonları arasında sözlü iletişimin de yer alabileceğine ilişkin görüş giderek güçleniyor.
Bu bilişsel gelişimlerin yanı sıra, Homo erectus’un fiziksel dayanıklılığı ve çevresel gözlem ve uyum yetenekleri de dikkat çekici. Uzun yolculuklar sırasında coğrafi engeller, sert iklim koşulları, avlanma zorlukları, yırtıcı saldırıları, yiyecek ve su kıtlığı gibi faktörler, göç rotasını ve hızını belirleyen önemli etkenler olmuş. Bu zorluklara karşın Homo erectus’un Asya’nın derinliklerine kadar ulaşması, bu türün dayanıklılık ve esneklik bakımından ne kadar başarılı olduğunu göstermek bakımından önemli.
Örneğin, Çin’de bulunan Homo erectus fosilleri ve ilkel taş aletler, başkent Pekin’e yakın Zhoukoudian Mağarası’nda keşfedilmiş ve bu bölgede yaşamış olan Homo erectus grubuna “Pekin İnsanı” (Homo pekinensis) adı verilmiş. Bilimsel bulgular, Homo erectus’un Afrika’dan Orta Doğu, İran ve Güney Asya üzerinden geçerek, yüz binlerce yıl süren bir göç sonunda Çin’e yürüyerek ulaştığını gösteriyor.
Ancak Endonezya’nın Java ve Flores adalarına nasıl ulaştıkları henüz tam olarak aydınlatılamamış bir konu. Arkeolojik buluntular ve Taş Devri yerleşim modelleri, Homo erectus gruplarının bu adalarda geniş bir coğrafyaya yayıldığını ve uzun süreli yerleşimler kurduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.
Java’da bulunan ve Milattan Önce (M.Ö.) 500 binlere tarihlenen deniz kabukları üzerindeki zikzak çizgiler, Homo erectus’un simgesel ve sanatsal yeteneklerini gösteren önemli bir bulgu. Bununla birlikte, bu tür ilkel çizimlerin örneklerinin yorumlanmasının zor olduğunu belirtmek gerekir. Çizgilerin iletişim, ritüel ya da basit bir oyun veya denemenin sonucu oluştuğu da düşünülebilir. Sonuç itibarıyla, bu çizgiler yeryüzünde bilinen en eski sanatsal çabayı temsil etmektedir.
Homo erectus’un adalara, deniz seviyesinin çekildiği dönemlerde kara bağlantıları üzerinden ulaştığı görüşü tartışmalı. Java Çukuru ve Flores Denizi Havzası gibi coğrafi engeller, yaklaşık 5.000 ila 7.000 metre derinliğinde büyük deniz alanlarıdır. Paleolitik Çağ’da deniz seviyesinin en düşük olduğu dönemlerde dahi bu adalara karadan ulaşmak olanaklı değildi. Bu durum, Homo erectus’un deniz yolculukları yaparak bu adalara ulaştığı teorisini desteklemektedir.
Yeni bir hipoteze göre, Homo erectus, önceki varsayımlardan daha gelişmiş bir dil yeteneğine sahip olabilir. Bu tezin sahibi olan Bentley Üniversitesi’nden Daniel Everett, dilin yalnızca Homo sapiens ile başladığı yönündeki geleneksel görüşün eksik ve sorunlu olduğunu ileri sürüyor.
Everett, Homo erectus’un bambu gibi malzemelerle yapılmış sallarla ya da ilkel teknelerle denizaşırı yolculuklar yapmış olabileceğini ve böylesi karmaşık etkinliklerin uyum içinde yürütülebilmesi için bir tür iletişim sisteminin gerekli olduğunu belirtiyor. Bu, Homo erectus’un dilsel bir kapasiteye sahip olabileceğini ileri süren önemli bir argüman.
Bu hipotez, Homo erectus’ta ses üretiminden sorumlu hiyoit kemiğinin bulunmadığı ve bu eksikliğin dil gelişimini engellediği yönündeki varsayımın tartışmalı olduğunu savunuyor. Homo erectus’un nöroanatomik yapısının, bu türün dil kullanımı için potansiyel bir kapasiteye sahip olduğunu ve bu kapasitenin insan dilinin kökenlerine dair önemli ipuçları sunabileceğini öne sürüyor.
Everett’e göre, insan iletişimi başlangıçta düzenli olarak yinelenen ses dizilerinden ziyade mimiklerle, vücut diliyle ve düzensiz çığlıklarla gerçekleşmiştir. Buna ek olarak, Homo erectus’un beyin oylumunun önceki hominidlerden daha büyük olması ve ses telleri ile vokal aparatının modern insanınkine benzemesi, bu türün sözlü iletişimden önce de sosyal etkileşim kurabildiğini destekler nitelikte.
Everett’in hipotezine göre, Homo erectus’un sağ elini toprağa veya ağaca vurarak ya da havaya kaldırarak bir tür işaret dili geliştirdiği düşünülebilir. Hatta, insanlardaki sağlaklık yaygınlığının Homo erectus’a kadar uzandığı öne sürülmektedir. Ancak, bu varsayımlar kesin olarak doğrulanamamakla birlikte dikkate değer hipotezlerdir.
Homo erectus’un sözlü iletişim yeteneği olduğu yönündeki en önemli kanıtlar, standart araç üretimi, yerleşim düzenleri ve sembolik sanat üretimidir. Bu tür karmaşık davranışlar iletişim olmadan mümkün görünmüyor. Ayrıca, Homo erectus’un Afrika’dan çıkıp dünyaya yayılan ilk insan türü olması da onun sosyal ve bilişsel yeteneklerinin gelişmiş olduğunu gösterir. Bu bağlamda, Homo erectus gruplarının ilk insan göçmenleri, hatta belki de ilk “turist grupları” olduğu düşünülebilir.
Tropikal bölgelerdeki fırtınalar ve nehir taşkınları sırasında bitki kütlelerinin denize taşınmasıyla Homo erectus’un bu kütlelerde tesadüfen sürüklenerek adalar arası mesafeleri kat etmiş olabileceği düşünülüyor. Bu görüş, denizaşırı göçlerin planlı değil, doğal olaylar sonucu gerçekleştiğini savunarak, Homo erectus’un gelişmiş denizcilik becerilerine sahip olmasının gerekmediğini öne çıkarıyor.
Sonuç olarak, Homo erectus’un gerçekten bir dili konuşup konuşmadığını kanıtlayacak kesin bulguların olmaması, deniz geçişlerinin iş birliğine dayalı ve kasıtlı mı yoksa doğal akıntıların etkisiyle tesadüfi mi gerçekleştiği konusunda net bir sonuç çıkarmamızı engelliyor.
Homo erectus iletişim kurmuş olsa da bu bildiğimiz anlamda bir dil değil, daha çok beden dili ve birkaç anlamlı sesle sınırlı bir iletişim sistemiydi. Bunun günümüzdeki kuyruksuz maymunların kullandığına benzer bir “ön iletişim” modeli olduğu varsayılabilir.
Görsel: touchstonetruth.com