18.2 C
İstanbul
29 Mart 24, Cuma
spot_img

Evrendeki her şeyin düşmanı

İlhan İlmenöz

“Çevrenizde gördüğünüz/görmediğiniz, bildiğiniz/bilmediğiniz canlı ya da cansız her şeyin en büyük düşmanı nedir?” diye bir soru sorsam sanırım ilk planda herkesin aklına farklı kavramlar gelir. Haklısınız tabii, bu kadar geniş kapsamlı bir soruya ben olsam “Acaba işin içinde bir kelime oyunu mu var, tuzak bir soru mu” diye şüphelenirim.

Belki bazılarınız biraz felsefi ve göreceli bulabilir ama bana göre tüm evrende var olan her şeyin en büyük düşmanı “zaman”dır. Evrenin/uzayın içinde yaşadığımız şu yaşlı dünyamızın, insanın, ağacın, kurdun-kuşun ve dahi aklınıza gelen her türlü canlı cansız nesnenin…

Milyarlarca yıldır yaşayan ve üzerindekileri yaşatan yaşlı dünyanın da bir gün sonu gelecek. Belki bir yıldız çarpması, belki bir patlama, belki başka bir şey ama bir gün bu yaşlı gezegen de benden bu kadar deyip yok olup gidecek. İşte orada kaçınılmaz son karşımıza çıkıyor. Süresi dolan her canlı veya cansız varlık/nesne bir gün mutlaka yok olup gider, yani zamana yenik düşer…

Olayı biraz daha basitleştirip insana ve onun çevresine indirgeyelim. Zaman denilen kavram değil midir ki her geçen gün bizden çevremizden, sevdiklerimizden bir parça alıp götürür. Bazen en yakınımızı bizden alır, bazen sevdiğimiz bir dostumuzu, bazen yaşadığımız kenti/köyü, bazen çocukluk/ gençlik anılarımızı…Üstelik zamanın bize biçtiği ömür uzadıkça bazen yaşattığı acılar ve bizden çaldıkları da artar.

Yolun yarısını geçenler ve yaşı biraz kemale ermiş olanlar; dönüp bakın arkanıza “zaman” denilen düşman, “zaman” denilen hırsız neler çalmış sizden?

Gidin bakalım doğdunuz semt-mahalle aynen yerinde duruyor mu? Çocukluk/okul arkadaşlarınız, dostlarınız nerede? Anılarınızın ne kadarı hala ilk gün kadar taze ve anlamlı? İlk sevdanız, ilk mutluluğunuz, ilk düş kırıklığınız, ilk gözyaşlarınız hala dün gibi yerli yerinde mi?

Bazen nerede o eski bayramlar, çocukluğumun yaz tatilleri, mahalle aralarında dizlerimizi kanattığımız günler diye sayıkladığınız olmuyor mu? Geri dönmeyecek şekilde başka bir yaşama uğurladığınız yakınlarınızı, yitirdiğiniz dostlarınızı yüreğiniz yanarak, içiniz acıyarak aklınıza getirirken seslerini net olarak duyup, yüzlerini net olarak hatırlayabiliyor musunuz? Yoksa “zaman” hepsini sizden çalmış mı?

Zamana direnmek mümkün değil. Acımasızca yok ediyor bizleri ve var olan her şeyi…Ne sürekli geçmişte yaşamak çözüm, ne de geleceğe bırakmak yaşayamadıklarımızı…

Nasıl mı? Mesela uzun süredir görmediğiniz, halini hatırını sormadığınız yakınlarınızı, dostlarınızı arayabilirsiniz. Karşılık beklemeden, ama demeden, hiç bir hesap yapmadan gönüllerini alabilirsiniz. Sonra keşke dememek için…

Zaman sevdiklerimizi bizden almadan, elimizde olanları bizden çalmadan bazen günü yaşamak lazım olabildiğince…Sindire sindire, doya doya tadını çıkararak. O ne der, bu ne der demeden…

Yapmak istediğiniz işler, görmek istediğiniz yerler, yaşamak istediğiniz, ertelediğiniz sevdalar, almak istediğiniz şeyler varsa ve bunları yapmaya gücünüz yetiyorsa ertelemeyin, hemen yapın. Belki de yarın çok geç olabilir her şey için…

Bırakın o ne der, bu ne der korkusunu…Bir şeyi gerçekten çok istiyorsanız başkalarının düşüncesini çok da fazla önemsemeyin. Kırın zincirlerinizi, bir daha mı dünyaya gelecekseniz. Bazen uçuk kaçık şeyler yapmak huzur verir insana, rahatlatır.

Ve en önemlisi korkmayın zamandan…Elimden yitip gidiyor, yetişemiyorum hızına diye üzülmeyin, düşünmeyin…Zamanla yarışamazsınız, onu alt etmeniz mümkün değil. Ne kadar zengin olursanız olun, ne kadar sağlıklı olursanız olun bir gün o kaçınılmaz son hepimizi bulacak.

O yüzden yaşamı küçük dertlerle, maddi kaygı ve hırslarla kendinize ve çevrenize zehir etmeden elinizden geldiği kadar kolaylaştırın, sıradanlaştırın. Bazen sıkıcı ve rutin bir yaşamı bile özlediğiniz olur.

Güneşe, gökyüzüne, yağan yağmura, esen rüzgara çevirin yüzünüzü ve derin bir nefes alın. Doya doya hiç bir şey düşünmeden doldurun ciğerlerinizi hava ile…Yaşadığınızı hissedin…İşte en büyük zenginlik… Varsınız çünkü…

Günü ve anı yaşayın yeter… Basit, sade ve elinizdekilerin değerini bilerek…

Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler