Başka organizmalardan gen aktarımı yoluyla özü değiştirilen besinler (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar-GDO) yaygınlaşırken, kamuoyunda bu ürünlerin güvenliğiyle ilgili kuşkular da artmaya devam ediyor.
GDO’ların etkileri konusunda toplumsal farkındalığın gelişmesi bağlamında, özellikle gençleri ve çocukları bilgilendirmek önemli görünüyor.
Yüzlerce bağımsız araştırma, GDO’lardaki kalıtımsal deformasyonun insana aktarılma riski bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu ürünlerle beslenen hayvanların veya insanların 1-3 kuşak sonra kısırlaşacağı belirtiliyor. GDO‘lar yalnız insan ve hayvan sağlığını değil, doğadaki biyoçeşitliliği de tehdit ediyor.
Biyogüvenlik yasası uyarınca yasaklı olmasına karşın transgenik ürünlerin ülkeye getirilerek tüketime sunulduğu biliniyor. Gümrüklerimizde GDO analizi yürütebilecek altyapının bulunmadığını Ziraat Mühendisleri Odası yayınlarında okuyoruz. Öte yandan, GDO risklerini araştırmak üzere 2015’te İstanbul’da “GDO’lar ve Biyoteknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi” kurulduğunu ancak 05.03.2021’de kapatıldığını öğreniyoruz.
Hızlı büyüten hormonlar, çürüme ve hastalanmayı önleyen koruyucu ve antibiyotikler artık biyoteknolojik yöntemlerle gen dizgisine aktarılabiliyor. Ancak burada ciddi bir sorun var: Bir organizmaya kendi türü dışındaki canlı bir türden gen aktarıldığında doğası bozulur, ucubeleşir.
GDO etkilerinin çocuklarda daha hızla belirdiğini ve daha uzun süre kaldığını öğreniyoruz. Hiperaktivite, odak bozukluğu, antibiyotik direnci, kemik kırılganlığı, enfeksiyona yatkınlık, obezite, alerjiler ve erken ergenlik gibi sorunların ve kanser vakalarının artması ile GDO’lu ürünler arasında ilişki olduğunu artık sağır sultan bile duydu.
Etikette “GDO’ludur” yazan bir gıdayı çocuklarımıza götürmeyiz değil mi? Fakat farkında olmadan bunu hepimiz yapıyoruz çünkü bu ürünlerin etiketinde GDO’lu olduğunu yazma zorunluluğu yoktur. GDO teknolojisi yalnız tarımda değil deniz ürünleri ile besi yemlerinde de uygulanıyor. Üstelik Çinliler GDO’lu ‘insan üretmeye’ başladı bile.
İspanya’da GDO’lu gıdaların kısıtlanmasını isteyen yürüyüşler düzenlenmiş, sonuçta üretim %35 azaltılmış. Türkiye’de de bir gün gıda sağlığı konusunda hak arayışları olmasını dileyelim. Gerçek başarı, bütçeyi dünyanın en büyük hastanelerini inşa etmeye değil, çocuklarımızın hastalanmadan büyümesini sağlayacak politikalar üretmeye harcamaktır.
Genetik mühendisliğinin “Frankenstein” ürünleri olan GDO’ları öğrenmek ve onlardan uzak durmak her ana babanın vazgeçilemez sorumluluğudur. Çocuklarımıza sağlıklı bir beslenme ekosistemi sağlamak adına en azından şunları yapabiliriz:
‐ Dev biyoteknoloji firmalarının topraklarımızdaki yerel tohumları değiştirip, patent almalarına karşı durabiliriz.
‐ Mısır ürünleri, soya ürünleri, kanola yağı içeren ürünleri satın almayabiliriz.
‐ Çocuklarımızın ürün paketindeki içindekiler kısmını anlama alışkanlığı kazanmalarına yardımcı olabiliriz.
‐ Özellikle elma, muz, çilek, kavun ve karpuzu güvendiğimiz yerlerden alabiliriz.
‐ Anadolu’nun kökleri 12 bin yıl geriye uzanan geleneksel yeme-içme kültürünü anlatıp, çocuklarımızı örneğin kızartmalardan uzak tutabiliriz.
‐ Yiyecek reklamlarının yanıltıcılığına karşı bilinçlenmeye katkı sağlayabiliriz.
‐ Çoğu restoran maliyet düşürmek için GDO’lu ürünler kullanıyor olabileceğinden, dışarıda değil evde yemek yemeyi seçebiliriz.
‐ Market raflarını süsleyen ve muhtemelen GDO içeren mayonez, ketçap, kahvaltılık gevrek, cips, kraker, kek, gofret, bisküvi, çikolata, gazlı/renkli içecekler, meyveli yoğurt ve sosis, salam, sucuk gibi işlenmiş, donmuş ya da hazır yiyecekleri sofradan uzak tutabiliriz. Sonuçta hepimiz kendi seçimlerimizin sonuçlarını yaşıyoruz…
halilocakli@yahoo.com