Bazen ölüm vardır, beklenmedik bir zamanda ölümden önce gelir, bir boşluk bırakır içinize.
Ölüm ve yaşam boşluk ile iç içedir. Yaşam varsa ölüm, ölüm varsa yaşam vardır, her ikisi de boşluğa neden olur; birinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. Ölüm insanın, bütün canlıların hep yanı başındadır. Boşluk her yerdedir.
Yaşamın koskoca bir boşluk olduğunu fark etmesi insanın ölümle gerçekten yüzleştiği ana denk geliyor. Ölümle karşı karşıya kalan insan yaşamı sorgular. İnsan en çok da hırslarını, arzularını, kavgalarını, üzüntülerini ve çabalarını sorgulamaya başlar. Ölümün gerçekliği ile yüzleşince hayat anlamını tamamen yitirir. Şoka uğratır, zihni uyuşturur, aptallaştırır, algıları kökten kapatıp duyarsızlaştırır.
Herkesin sevilmeyi, saygı görmeyi bekleyen bir yüreği var. Boşlukta kalan insan, sevilme taklidi yapan ruh gibi duyguları beton demir yığını içine sıkışır. Bir boşluk çok şey anlatır. Boşlukta uçuşan tebessümler, morfin yemiş heyecanlı düşünceler.
İnsanın kendi farkındalığını anlamasıyla çevresini saran boşlukla beraber evren hakkındaki sorgulamaları da başlamıştır. Bu anlamda boşluk, fiziğin, felsefenin, sanatla beraber bütün disiplinlerin konusu olmuştur. İnsanın hayatı, varlığı boşluk üzerine kuruldur.
Bize hep var olacağımız duygusu hissettiren, gerçeği görmemizi engelleyen zihinsel, bilişsel ruh halidir. Ara sıra bilinçli ya da bilinçsiz bu durum varlıktan yokluk hissine dönüşür. İşte o zaman üzüntü ve kaygı bizi sarar. İçimizdeki boşluk hissi hiçliğe dönecek olduğumuzu hatırlatır. Böylece üzüntü, bilinmezlik ve gelecek kaygısı bizi boşluk duygusu ile yüzleştirir.
Goethe, “Genç Werther’in Acıları” kitabında şöyle yazar:
“Ah, nedir bu boşluk! göğsümde duyduğum bu korkunç boşluk! ikide bir kendi kendime, onu bir kere, yalnız bir kere bağrıma basabilsem; bütün bu boşluk dolacak diyorum.”
Bazen öyle hissediyorum ki insanın en büyük hatası dünyaya gelmiş olmaktır. Sören Kierkegaard, karşılaştığı bir sorunu, çıkmazları aşmak için düştüğü kaygıdan, korkudan, boşluktan kurtulmasının yollarından biri olarak ölümü görür ve şöyle der:
“… Lakin ruhumdaki o zehirli şüphe her şeyi yalayıp yutuyor. Ruhum ölü bir deniz gibi, üzerinden hiçbir kuş uçamıyor; yarı yola gelince, baygın halde aşağı düşüyor, ölümün ve yok oluşun içine.”
Kendinizi tercihiniz dışındaki başka evrenin cehennemi olan bu dünyanın bir boşluğunda bulduğunuzu hayal edin. Bu dünyaya gelmek gibi bir çabanın içinde olmadığınız halde kendinizi burada buldunuz. Bu dünya denen yerde yaşadıklarımızdan dolayı hissettiğimiz boşluk dışında zaman ve mekan dahi olmazdı.
Hiçbir şey, hiçbir hareket yoksa bu boşluk hayattır. En mantıklı şekli ile boşluk içinde varlığın, maddenin bulunmadığı alandır. İnsan hayatın sefalet, ızdırap, acı ve keder olduğunu kavrayamadı gitti. Var olmanın yokluğu, varoluşun boşluğu ile kendini bir şekilde göstermekte. Dikkat edilerse boşluk, içerisinde derin anlamlar taşıyan doluluktur Düşünsel, fiziksel ve psikolojik yaşam o boşlukta olur. Nesnel anlamda boşluk ve doluluk gibi zıt kavramlar yaşamı anlamlı ve uyumlu kılar.
İnsan, sınırsız arzuları peşinden koşup bunları gerçekleştirmek için kendini heba ederek boşluğa düşen bir varlıktır.
Kabul edin, hiç bir şeysiniz, varlığınız ya da yokluğunuz evrende hiçbir anlam ifade etmiyordu, ta ki boşluk olunca var oldunuz.
Kısaca boşlukla asıl kendimizi buluruz…