Eski Yunan filozofu Herakleitos, Erdal Alova’nın çevirisiyle yayınlanan “Kırık Taşlar” kitabında ateşe, suya, toprağa ve güneşe “çıplak akıl”la bakarak evrensel yasaları ele alır.
Kitapta taş kelimesi geçince ister istemez insanın aklına taşla ilgili akla birçok düşünce geliyor. Günlük hayatta etrafımızda gördüğümüz pek çok şeyde taş var. Taş doğallığı, dayanıklılığı ve kalıcılığı sayesinde varoluşundan bu yana insanoğluna hem kader hem de bir anlamda yol arkadaşı olmuş.
İnsan beyninde hafıza merkezi olarak bilinen hipokampus hafızaya aktarılan bilgilerin saklanmasında nasıl önemli bir rol oynuyorsa, taş da doğanın belleği. Doğa ile ilgili her şeyi taş içinde bir bellek gibi saklar. Bilim insanları tarih öncesi devirleri belirlemeye, öğrenmeye çalışırken eski insanların kullandığı malzemelere, geliştirdiği aletlere bakmışlar.
Maddenin en küçük parçası atomlardan oluşan elementlerin bir araya gelmesiyle mineraller, minerallerin bir araya gelmesiyle de taşlar oluşmuş. Taş, doğanın hafıza kartı olduğu için incelendiğinde jeolojik zaman hakkında bilgi verir.
Taş, daha önce yaşamış medeniyetlerin yaşam koşulları, gelişim sağladıkları alanları, dinleri, kültürleri hakkında bizlere çok önemli bilgiler de sağlar. Dünyada şimdiye kadar keşfedilmiş en eski yerleşik hayatı temsil eden Göbeklitepe Tapınağı “T” şeklindeki kireç taşı sütunlardan yapılmış. Eski Mısırlılar piramitlerde kireç taşından bloklar, granitler kullanmış, Babil’in Asma Bahçeleri’nin duvarlarında çamur tuğla taşlar, Roma ve Bizans dönemine ait eserlerde bazalt, mermer, Kommagene Krallığı döneminde Adıyaman Nemrut Dağı’nda bulunan heykellerde kireç taşı, Hitit eserlerinde bazalt, Helenistik dönem uygarlıkların ise mermer yoğun olarak kullanılmış. Yeni Zelanda yerlileri Maoriler tarafından figür olarak uğur taşı, Çin’de evlerin temelinde ve çatılarda yıldırımdan koruduğuna inanılan yeşim taşı kullanılmış. En ilginç olanı ise, 6.700 kilometre uzunluktaki Çin Seddi’nin yapımında kum taşı, kireç taşı ve granit kullanılması. Yani üzerinde biraz düşündüğümüzde her toplum taşı kendi amacı için kullanmış.
İlkel insan taşları birbirine vurarak çakmak taşı olarak kullanmış. Kesici aletler, kap kacak, heykeller, putlar, süs eşyaları yapmış, yeri gelmiş barınmak için taştan evler, kaleler, saraylar, mabetler inşa etmiş. Kabe’de, Ağlama Duvarı’nda da taşlar kullanılmış. Her toplum renginden ve görünüşünden dolayı taşa kutsallık atfedip sembolik anlamlar yüklemiş.
Taş günlük hayatta dekor olarak kullanılıyor, insana, evlere sağlık, enerji versin diye kullanılıyor, özellikle kadınlar yüzyıllardır elmas, zümrüt, yakut gibi taşları kullanıyor. Merdivenlerde, kaldırımlarda, anıtlarda hatta hamamlarda bile taş var.
Taş o kadar içimize işlemiş ki düşünce, duygu dünyamıza tercüman olmuş, deyimlere, atasözlerine bile girmiş. Merhametsiz, acımasız insanlara taş kalpli, çalışkan olanlara, ekmeğini taştan çıkaran, emek verip bir yerlere gelince kıskanılanlara meyve veren ağaç taşlanır diyoruz. Birilerinin işlerinin aksaması için ayağına taş koymak, şaşkınlık için taş kesilmek, yaşanan olumsuzlularda bağrına taş basmak, istenmeyen bir duruma yol açıldığında baltayı taşa vurmak gibi deyimler de var.
Felsefe de taşa anlam yükleyerek, “bilgelik taşı” olarak ele almış. Felsefe taşı insanın içsel, gerçek doğasını anlamasına yönelik aydınlanmadan bahsederek hayatın anlamını keşfetmemize, ölümsüzlüğü bulma amacını taşır.
Olabiliyorsanız bu hayatta köşe taşı olun, sevgi ve saygı yüklü olun, sakın taş kalpli olmayın. Ben de, deli bir yazı yazdım, kuyuya bir taş atar gibi ortaya bıraktım. Bu yazıyı kırk akıllı düzeltmeye çalışsa da çıkaramayacak taşı…
Görsel: vecteezy.com