Home Köşe Yazıları Bir küçük mutluluk

Bir küçük mutluluk

0

Salı günü öğle saatlerinde Semerci’ye oturur oturmaz hemen ileride, sağ çaprazımdaki yaşlı kadın dikkatimi çekti.

Başını garip bir şekilde, masaya dayamış, sol eliyle kafasının ön tarafını tutuyor, neredeyse hiç kıpırdamıyordu.

İçimi bir korku kapladı, nefes alıp almadığını anlamak için dikkatle bakmaya başladım. Basmaya benzer elbisesinde sanki küçük hareketler vardı ama orası hep estiği için emin olamadım. Çevreme baktım, herkes kendi halindeydi, teyzeyi benden başka fark eden olmamıştı.

Endişem artmaya başlamıştı, kalkıp yanına gitmeye hazırlanıyordum ki, hareketlendiğini gördüm.

Aramızda en fazla 10 metre vardı, yüzünün yarısını görebiliyordum, bembeyaz kısa saçları, pamuk gibi bembeyaz, derin kırışıklar içinde yanakları vardı.

En ön masada oturuyordu, yaşı 80 civarında olmalıydı, gözlerini hiç kırpmadan denize dikmişti, omuzlarının çökmüş olduğunu fark edip üzüldüm.

Düşünmeye başladım, bir sıkıntısı mı vardı, belki oğlu, kızı ya da geliniyle bir anlaşmazlık yaşıyordu, belki de başka bir derdi vardı. Yüzünü tam göremiyordum ama bana mutsuz gibi gelmişti, belki de bir rahatsızlığı vardı.

Çevreme baktım, yan masalarda genellikle yaşlı kadınlar topluca oturmuş sohbet ediyordu. Yenifoça’nın profili böyleydi, kendi halinde, akademisyen, bankacı, orta halli memur emeklileri çoğunluktaydı.

Solumdaki masadan “göz tansiyonu”, “şeker hastasıyım”, “doktor” ve “gittim ama ilaç yoktu” yakınmaları kulağıma çalınsa da aldırmadım, neredeyse gözümü kırpmadan teyzeye bakıyordum.

Uyanmıştı ama korkum tam geçmemişti, iyi miydi gerçekten?

Kafamda plan yaptım, eğer kötü bir şey olursa Semerci Kahve’nin hemen arkasındaki polikliniğe koşacaktım.

Neden put gibi duruyordu?

Çevresiyle hiç ilgilenmiyordu, sadece önünden geçen Çingene kadını bir süre süzdü, o kadar. O kalabalıkta tek başına olmaya karar vermişti sanki.

Tepsiyle çay dağıtan çocuğu görünce gerçek anlamda ilk hayat belirtisini gösterdi, sağ kolunu uzatarak ama konuşmadan bir çay istedi.

Aslında her zaman yaptığım gibi orta şekerli bir kahve içip kalkacaktım ama bir şey beni tutuyordu.

Garip ama o anda teyzenin “iyilik meleği” gibi hissettim, bir şey olursa hemen yardımına koşacaktım.

Çaycı çocuk az sonra fincanın içinde iki dilim limonla dönünce teyzenin istediğini anladım. Limonu çaya attı, kaşığını çıkarmadan aynı sabit bakışlarla içmeye koyuldu.

Tam o anda birden ortalık hareketlendi, iki genç ellerinde kolonyalarla masaları dolaşmaya başladı. Reklam sandım önce ama “Arkadaşlarımız askere gidiyor abi, gönlünden ne koparsa”yı duyunca durumu anladım.

Oturduğum yerde çakılı kalmış kıpırdayamıyordum.

Teyze ayaklarını terliklerden çıkararak iki sandalyeye uzattı, yeniden uyumaya başladı. Sol ayağı ve masanın üstündeki sol eli zaman zaman seğiriyordu.

Masanın üstünde bir poşetin içinde küçük su vardı, bir de önce sigara paketi sandığım küçük siyah kutu gibi bir şey ama dikkat edince eski bir Nokia olduğunu anladım.

10 metre ötedeki teyzeyle aramızda gizli bir bağ kurulmuştu, gerçi onun benden haberi yoktu.

Birden benim onu izlediğim gibi birinin de beni izliyor olabileceği düşüncesiyle sağıma, soluma, arkama baktım. Arkamda az önce gelen kırmızı tişörtlü kadının bıraktığı ikiz arabasında uyuyan kız çocukları vardı. Çevredekiler ne beni ne de teyzeyi umursamıştı, olanların farkında değildi hiçbiri, gerçi bir şey olduğu da yoktu. Aslında teyze de onları umursamamıştı ama çevrede oturanlardan farklı olarak o bunu bilinçli yapıyordu galiba.

Pamuk yüzlü tekrar doğruldu, sol kulağındaki sarı renkli küçük küpeyi o anda fark ettim. Zaten başında beri yüzünün solunu, onun da bir kısmını zorlukla görebiliyordum.

Bir kahve içmek için oturmuştum ama bir buçuk saattir oradaydım. Bütün bunları yazıya dökmeye çoktan karar vermiştim, hatta kafamda yazıp bitirmiştim bile. Çevreye belli etmeden cep telefonumla bir kare çektim. Fotoğrafsız yazı eksik olacakmış hissine kapılmıştım. (Manşet fotoğrafı)

Artık anlamıştım, teyze beşer onar dakikalık şekerlemeler yapıyor, uyanınca mahmur mahmur biraz denizi seyrediyor, sonra tekrar uyuyor, hemen kafası öne düşüyordu.

Hayır, görünürde bir sağlık sorunu yoktu, hatta belki kurduğum sorunları da yoktu, belki sadece yıllar omuzlarını çökertmişti.

Birden yüreğimin kabardığını hissettim. Mutluydum.

Kafamda yazıp bitirdiğim yazının başlığını “bir küçük mutluluk” koysam mı diye düşündüm ama kendimi dinleyince fark ettim, öyle küçük falan değil, basbayağı mutluydum.

“İyilik meleği” görevim sona ermişti, oturduğum dokuz numaralı masanın hesabı için 7.5 lira ödedim, çıkarken özellikle teyzemin önünden geçtim yüzünü tam görebilmek için ama kafası yine çoktan düşmüştü.

Yolda iki simit (gevrek) aldım, poşeti sallayarak yürüdüm, içim huzur doluydu. Kafamda yazdığım iki kişilik bir öykünün mutlu kahramanıydım.

Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde ilk olarak 12 Temmuz 2019’da yayınlanmıştır.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Exit mobile version