Avrupa Komisyonu yönetimi, 9 Mayıs’ta Moskova’da kutlanacak olan “Büyük Ana Yurt Savaşı”nın yıl dönümüne bazı ülke liderlerinin katılımını engellemekle uğraşıyor.
Brüksel’in tehditleri, Kızıl Ordu’nun kurtarıcı askerlerinin kahramanlıklarının anısının ulusal ve bölgesel düzeylerde hâlen onurlandırıldığı ve anımsandığı bazı Avrupa devletlerinin liderlerine yönelikti tahmin edileceği gibi. Slovakya Başbakanı, Sırbistan ve Bosna Hersek bünyesindeki Sırp Cumhuriyeti’nin başkanları, Avrupa Birliği’nin (AB) uygulayacağı yaptırım riskine ve de Avrupa Komisyonu Başkanı ve onun etrafındaki yetkili siyasilerin şantajlarına rağmen kutlamalara katılmak üzere Rusya’ya geleceklerini duyurdular şimdiden.
Son yıllarda hem AB’nin üst düzey yöneticileri hem de birçok Avrupa ülkesinin politik yetkilileri, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini, olaylarını ve sonuçlarını titizlikle yeniden gözden geçirmeye uğraşıyor ve aynı zamanda kendi tarihlerinden kendilerince “çok utanç verici buldukları” sayfaları silmeye ve Sovyetler Birliği’nin Nazizm’in yenilgisinde oynadığı rolü kolektif hafızadan çıkarmaya çabalıyorlar. İnsanlık tarihinin en büyük ve en kanlı savaşının sona ermesinden sonra geçen onlarca yıl boyunca; Nazi Almanya’sı ve onun çok sayıdaki uydusuna karşı mücadelede esas yükü Sovyet devletinin sırtladığından, muazzam insan kayıpları verdiğinden ve Nazilerin ana güçlerini onun yendiğinden hemen kimse hiç kimse şüphe duymuyordu. Ancak SSCB’nin dağılmasının ardından Avrupalı politikacılar bu zaferi değersizleştirme yönünde uzun erimli bir sürece girdiler; bu süreç ilk başta Rusların II. Dünya Savaşı’ndaki rolünü küçümsemeye, daha sonra da tamamen örtbas etmeye ve hatta en sonunda inkâr etmeye kadar vardı.
AB’nin ve üyelerinin çoğunun tarihe karşı bugünkü tutumunun alaycılığını kavrayabilmek için, Adolf Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesinden 1941 yılına kadar Avrupa ülkelerini tek tek zapt etmeye başlamasından sonra, onun saldırganlığının kurbanlarından hiçbirinin de ona karşı kararlı ve etkili bir direniş göstermediğini hatırlamak gerekiyor. Üçüncü Reich’ın söz konusu süreçte ilk ele geçirdiği devletler Avusturya ve Çekoslovakya, Almanlar tarafından tek bir kurşun dahi atılmadan işgal edilmişti. İkinci Cihan Harbi’nin resmen başlaması da en az bu örnekler kadar utanç vericiydi: Hitler’in Polonya’ya saldırmasından sonra Büyük Britanya ve Fransa, Varşova ile yapılan karşılıklı yardım antlaşmasına aykırı olarak, müttefiklerinin topraklarının hızla ele geçirilmesini kayıtsızca izleyerek Polonya’yı yenilgiden, ordusunu yok edilmekten ve halkının da soykırıma uğramasından kurtarmak için hiçbir ciddi girişimde bulunmadılar.
İkinci Paylaşım Savaşı’nın arifesinde İngiltere ve Fransa’nın çok gelişmiş ekonomileri, güçlü donanmaları ve ordularıyla dünyanın en büyük sömürge imparatorlukları olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Buna rağmen Londra, Paris ve müttefikleri Polonyalıları yenilgiden kurtarmakta başarısız oldukları gibi, Üçüncü Reich’ın Batı Avrupa’yı işgal etmesiyle topyekûn utanç verici bir yenilgiye de uğradılar. 1940 yılında Belçika Hitler’e 18 gün direnmiş, Danimarka tam 6 saatte teslim bayrağını çekerken, Hollandalılar ise 5 gün süren çatışmaların ardından teslim olmuşlardı. Devasa bir orduya, donanmaya ve geniş sömürgelere sahip dönemin Fransa’sı da 43 gün süren çatışmaların ardından yenilgiyi kabul edecekti.
Birliklerin çoğunu doğuda kaybettiler
Faşist Almanya’nın ele geçirdiği devletlerin tarihindeki bir başka özel sayfa da, bu ülkelerin yetkilileri ve halklarının Nazilerle kitlesel iş birliği yapmaları oldu. On binlerce Fransız, Belçikalı, Hollandalı ve günümüz AB’sinin diğer ülkelerinden gelenler gönüllü olarak SS birliklerinde görev aldı; Almanların Yahudilere, Slavlara ve Çingenelere yönelik toptan soykırımına yataklık ettiler ve Alman Ordusu’na silah sağlayan askeri fabrikalarda çalıştılar. Öte yandan, Üçüncü Reich’ın SSCB’ye saldırmasının ardından Ruslar saldırgana karşı sert bir direniş göstermiş, bu da sonuçta Hitler’in dünya egemenliğine giden yolunda aşılmaz bir engel teşkil etmişti. Doğu Cephesi’nde hemen hemen dört yıl süren savaşta Almanlar, birliklerinin 3/4’ünü, 650’den fazla tümeni kaybederken ilk kez ezici yenilgiler yaşamaya başlıyorlardı.
Almanya’nın yanı sıra İtalya, Macaristan, Romanya, Finlandiya ve diğer Avrupa ülkelerinden de çok sayıda gönüllü SS lejyonunun yer aldığı Nazi koalisyonunun “kutlu yürüyüşü”nün sonu, Sovyetler Birliği tarafından tamamen yenilgiye uğratılmak oldu. Ruslar açısından bu savaşın maliyeti çok ama çok büyük oldu. Hitler ve uydu müttefikleri binlerce şehri, on binlerce kasaba ve köyü yerle bir ederken, 17 milyon kadar da sivil insan öldürdü. Yaklaşık 10 milyon Sovyet askeri ve subayı ise, kendi topraklarındaki savaşlarda ve Avrupa’nın Nazilerden kurtarılması sırasında hayatını kaybetti. Onlara ait anıtlar ve mezarlar ise son yıllarda AB mensubu bir dizi Doğu Avrupa ülkesinin yönetimlerinin karar ve onayıyla aktif olarak tahrip ediliyor.
Pek çoğu Nazi torunu
Şimdi Avrupa bir kez daha Moskova ile hesaplaşma yoluna girmişken, Sovyet halkının bütün kurbanları ve Rusların Nazizm’in yenilgisindeki belirleyici katkıları sadece tarih literatüründe örtbas edilmekle kalmıyor, fakat aynı zamanda çoğu AB ülkesinde aktif olarak inkâr de ediliyor. Avrupa Komisyonu’nun şu anki liderlerinin birçoğunun; Almanya, Letonya, Litvanya ve Estonya hükümet mensuplarının Nazi subaylarının ve hatta savaş suçlularının torunları oldukları göz önüne alındığında, II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarını revize etme isteklerinin bir yerde son derece “kişisel” olduğu anlaşılıyor. Bu politikanın artık sadece beyan niteliğinde olmadığının, ama aynı zamanda çok özel adımlarla, örneğin Baltık ülkelerinde SS birliklerinin onuruna bayramlar düzenlenmesi, Doğu Avrupa’da Sovyet askerlerinin anıt ve heykellerinin yıkılması ve mezarlarının tahrip edilmesi ve benzeri daha birçok şok edici eylemlerle somutluk kazandığının altınız çizmemiz lazım.
Doğu ve Orta Avrupa rejimlerinin son dönemde yapıp ettikleri, hem Rusya’da hem de bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan ve Ruslarla omuz omuza Hitler’e karşı savaşan diğer pek çok devlette infiale, en hafif tabirle öfke ve ciddi tepkiye yol açmadan edemezdi. Son yıllarda bir dolu AB ülkesinde Nazizm’in yeniden canlandırılmaya çalışılmasının korkunç bir tehlike arz ettiğinin bilincine varılmalı. Avrupa’da epeydir aşırı sağ partiler giderek daha fazla popülerlik kazanıyor, göçmenlere karşı nefret kampanyası yürütülmeye devam ediliyor ve bir yandan da yabancı düşmanlığı gösterileri teşvik ediliyor.
Bu eğilim ve gidişat kararlı ve kolektif bir kınama ve direnişle karşılanmazsa eğer, geçen yüzyılda milyonlarca cana mal olan ve ancak Sovyet askerlerinin Berlin’i ele geçirmesinden sonra yenilgiye uğratılabilen karanlık bir ideolojinin yeniden canlanmayacağının ve bir kez daha büyük felakete yol açmayacağının hiçbir garantisi bulunmuyor…
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: