Aslında bu yazının başlığı “yoga bize ne öğretir?” de olabilirdi. Hatta bu başlık insana ve yaşama ve ötesine dair sonsuz bir seriye bile dönüşebilirdi.
Yoganın insan yaşamına sunduğu sayısız faydalar var. “İnsana” diyorum çünkü doğayı ve diğer canlıları gözlemlediğimiz zaman zaten sadelikle yoga yaptıklarını görebiliriz. Ayrıca “sunduğu” diyorum çünkü insan yaşamına kattığı şeyler diyebilmemiz için sunulanı alıp kendimize katabilmemiz gerekiyor.
Hepimiz doğal olarak bir coğrafyanın içine doğuyoruz. Gerek doğduğumuz coğrafya gerek doğduğumuz aile kaderimizden ziyade daha ince bir ayarda bakıldığı zaman algılarımızın temellerini oluşturuyor.
Yaşam yolculuğumuzun özellikle ilk ve erken evrelerinde “kader” diye inandığımız birçok şey aslında duyumlarımız üzerinden algılama biçimlerimizin aile, toplum, coğrafya şifreleri ile kapatılmasıdır.
Yoga tam da bu noktada gerçekten bireyin yaşamında uygulayabileceği en sade psikanaliz yöntemi olarak fark yaratıyor.
Psikoloji bilimine baktığımız zaman “algılama”nın tanımı için duyu organları tarafından alınan uyarıcıların beyin tarafından yorumlanıp anlamlandırılması sürecine dendiğini görüyoruz.
“Psikoloji bilimi” isimli bilgilendirici bir web sitesi konuyu en sade haliyle şöyle açıklıyor:
“Biz dünyayı duyu organlarımız yoluyla algılarız. Bu bakımdan bizim her duyuma ilişkin algılarımız vardır. Duyumlar algının ön koşuludur.
Örneğin dilin tat alması duyumdur, aldığımız tadın çay olduğunu anlamak ise algıdır.
Kulağın bir ses işitmesi duyumdur, işittiğimiz sesin telefonumuzun sesi olduğunu anlamak algıdır. Bu nedenle algı duyumların bilgisidir denebilir.
Sadece duyumlara sahip olsaydık tepki vermemiz, hayatta kalmamız ve uyum sağlamamız mümkün olmazdı.
Algı ise kendisini oluşturan duyumların toplamından daha fazla bir şey ifade eder. Tüm algılardaki ortak özellik, duyusal bilginin daima nesnelere dönüştürülmesidir. Kolun üzerinden gelen bir dizi basınç duyumu sürünen bir böcek olarak algılanır. Uzaktan gelen sirene benzer ses, yaklaşan bir cankurtaran olarak işitilir.
Örneklerden de anlaşılacağı gibi insanlar sadece duyum ve uyarıcı topluluklarını değil, devamlı olarak nesne algılarlar. Nesne algısı insanların duyu organları ve sinir sistemlerinin doğuştan gelen bir özelliği olsa da kısmen öğrenmeye de dayalıdır.”
Psikoloji elbette ki gelişmiş akademik bir alandır. Ama psikoloji günümüzde beyine dışarıdan bakarak incelenir. Zihni nasıl eğiteceğimizi veya kontrol edebileceğimizi pek öğretmez.
Hepimizin değerler sistemine dayalı bir algı dayanağı vardır. Doğru-yanlış gibi. Aynı zamanda hepimizin algı yanılsamaları da vardır. İllüzyon (fiziksel ve psikolojik) ve halüsinasyon gibi. Günümüzde buna bir de sanal gerçeklik, sosyal medya, yapay zekâ gibi türevler ekleniyor.
Yoga tam olarak bir psikanaliz yöntemi olarak bize duyularımızı en yanılsamasız ve yargısız haliyle kullanmayı öğretir. Bilgiyi deneyime en bütüncül alandan katar. Bu beceri geliştikçe de içine doğduğumuz aile veya coğrafya da algıladıklarımız da daha kendi doğamızdaki en çocuksu, üzerinde oynanmamış ifadeye dönüşür. Net ve olduğu gibi…
Bu durumun sinir sistemimizin iyi işleyebilmesinin altındaki ilk sağaltım gücünü oluşturduğunu bilmeliyiz.
Yani bilmeliyiz ki canımızı sıkan şey durumun kendisinden ziyade algımızdır, kendi bakış açımızdır.
O yüzden sorunlarımızın yok olmasını arzulamaktan ziyade onları nasıl dönüştürebileceğimize enerjimizi vermek daha faydalı olacaktır. Bu dönüşüm için gerekli olan şey algımızı eğitmek ve yönetmektir.
Namaste…