Dünyanın güç dengelerini anlamaya çalışan herkesin zaman zaman telaffuz ettiği “ABD artık eski ABD değil” söylemi, çoğu kez Washington’un doğal gerilemesinden ziyade, gücün hangi biçime dönüştüğünü okuyamayan yüzeysel değerlendirmelere dayanıyor.
Çin’in üretimle büyüyen ağırlığı, Rusya’nın bölgesel sertliği, Körfez sermayesinin küresel finans katmanında oluşturduğu yeni hareketlilik ve Avrupa’nın regülasyon kabiliyeti, ilk bakışta ABD’nin zayıfladığı izlenimini verse de, bu görüntü gücün yalnızca görünen yüzüne odaklanan bir yanılgı yaratıyor. Çünkü ABD’nin emperyal kapasitesi tarih boyunca yalnızca askeri varlık üzerinden inşa edilmedi; görünmez ağlar, finansal kurgular, kültürel ritimler ve dijital altyapılar üzerinden serpilen derin bir hegemonik düzen kurdu. Bu düzen bugün hâlâ sessiz ama etkili şekilde çalışıyor.
ABD’nin emperyal geçmişine bakıldığında bu görünmezlik çok net şekilde ortaya çıkıyor aslında. 1898 İspanyol-Amerikan Savaşı’yla Pasifik’te başlayan genişlemenin, askeri müdahaleden çok “kurumsal modernleşme” adı altında ilerlediğini unutmamak gerek. Filipinler, Porto Riko ve Küba örnekleri; Amerikan imparatorluk dilinin ne kadar erken ve ne kadar rafine biçimde kurulduğunun göstergesi. “Soğuk Savaş” yıllarında Latin Amerika’da arka arkaya gelen darbeler, kontrgerilla ağları, Washington destekli ekonomik programlar ve “piyasa dostu rejim” formülleri, ABD’nin emperyalizmi sert güçle değil, siyasal mühendislikle nasıl kalıcılaştırdığını açıkça gösteriyor. Guatemala’dan Şili’ye kadar uzanan çizgide, rejimler sandıktan çok Amerikan büyükelçiliklerinin beklentilerine göre şekillenmişti.
Bugün ABD’nin zayıfladığını iddia edenler çoğu zaman bu eski yöntemlere bakarak değerlendirme yapıyor. Oysa imparatorluğun gerçek gücü biçim değiştirmiş durumda. Dolar sistemi, ABD’nin en sessiz fakat en etkili aracı olmayı sürdürüyor. Rezerv para statüsü, Washington’a hiçbir askeri adım atmadan onlarca ülkenin ekonomi politikasını dolaylı biçimde belirleme gücü veriyor. SWIFT erişiminin kesilmesi, rezervlerin dondurulması, dış borçlanma kanallarının kapatılması veya stratejik ithalatın engellenmesi: bunların her biri tek bir kurşun atmadan bir ülkenin tüm siyasal manevra alanını daraltabiliyor. İran’ın uzun yıllar süren izolasyonu, Venezuela’nın petrol gelirlerine koyulan görünmez kilit, Rus bankacılık sisteminin kademe kademe devre dışına itilmesi, ABD gücünün bugün hangi araçlarla çalıştığını açıkça gösteriyor.
Bu resme NATO’nun genişlemesini eklediğimizde ise tablo daha da netleşiyor. “Soğuk Savaş” sonrası ittifakın doğuya doğru genişlemesi, askeri bir genişlemeden çok daha fazlası aslında; ABD’nin güvenlik coğrafyasını yeniden ve daha ince bir biçimde inşa etme stratejisidir. Polonya’dan Baltık ülkelerine, Romanya’dan Finlandiya’ya kadar uzanan yeni güvenlik hattı, Washington’un Avrupa üzerindeki nüfuzunu koruyan kritik bir şemsiye işlevi görüyor. Rusya’yı çevrelemeyi hedefleyen bu genişleme, aynı zamanda ABD’nin Avrupa’nın stratejik karar alma süreçlerinde kalıcı bir ağırlık sahibi olmasını sağlıyor. Dolayısıyla “ABD zayıflıyor” iddiası, NATO’nun genişleme dinamikleriyle birlikte okunduğunda kendi kendisini çürüten bir anlatıya dönüşüyor.
Bu çok katmanlı hegemonya düzeninin görünmez ama en belirleyici unsuru dijital egemenlik. İnternetin çekirdek protokollerini geliştiren laboratuvarlardan, yapay zekâ modellerini eğiten dev veri merkezlerine kadar uzanan bu ağ, ABD’nin küresel güç üretimini toprağa bağımlı olmaktan tamamen kurtarıyor. Verinin dünyadaki yeni toprak olduğu bir çağda, bu alanı kontrol eden aktörün egemenlik alanını da kontrol ettiğini kabul etmek gerekiyor. Dijital sömürgecilik kavramı tam da bu nedenle yükseliyor; çünkü dijital altyapıyı sağlayan ülke, altyapıya bağlanan ülkelerin karar alma mekanizmalarının görünmez ortağına dönüşüyor.
Kültürel hegemonya ise imparatorluğun en sessiz ama en kalıcı yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Hollywood’un ürettiği kahraman arketipleri, yalnızca sinema salonlarını doldurmuyor; modern dünyanın bilinçaltına yerleşmiş bir değer sisteminin taşıyıcı aracına dönüşüyor. Amerikan akademisi, bilimsel yöntemin evrenselliği perdesi altında, küresel bilgi dağarcığının kavramlarını, referanslarını ve yöntemlerini belirliyor. Uluslararası medya ise hangi krizin “önemli”, hangi trajedinin “görülür”, hangi savaşın “kaçınılmaz” sayılacağına karar veren küresel çerçeveyi üretiyor. Pentagon’un sert gücünden bile daha etkili olan şey, işte bu anlatı kurma kapasitesi. Modern çağda hegemonya artık yalnızca ordularla değil, aynı zamanda anlamlarla kuruluyor.
Bu denklemde Türkiye, klasik “bağımlı ortak” kategorisine sığmayacak kadar büyük, tam bağımsız bir eksene oturacak kadar da riskli bir konumda duruyor. NATO üyeliği, güvenlik mimarisinde ABD’yi görünmez bir ortak olarak Türkiye’nin içine yerleştirirken; enerji, ticaret ve lojistik hatları üzerinden Asya ve Orta Doğu ile geliştirilen ilişkiler, Ankara’yı yeni çok kutuplu dengenin aktif aktörlerinden biri yapıyor. Fakat bu durum, Türkiye’nin ABD tarafından uygulanan sessiz baskı mekanizmalarına daha fazla maruz kalmasına yol açıyor. Finansal dalgalanmalar, uluslararası kredi kuruluşlarının söylem tercihleri, yatırımcı duyarlılığı ve diplomatik mesajlar; Washington’un Türkiye üzerinde test ettiği araçlar arasında yer alıyor. Bu yüzden Türkiye’nin konumu, hem fırsatlarla dolu hem de her an yeniden tanımlanabilecek kadar kırılgan.
Sonuç olarak “ABD emperyalizmi hâlâ güçlü mü?” sorusunu artık yalnızca askeri güç üzerinden yanıtlamak mümkün değil. ABD, gücünü kaybetmek yerine sessizleştiriyor, görünürlüğünü azaltıyor, yöntemlerini değiştiriyor. Askeri işgallerden ekonomik ağlara, açık müdahalelerden dijital protokollere, kültürel ritimlerden finansal baskı mekanizmalarına uzanan geniş bir yelpaze, imparatorluğun evrim geçiren doğasını ortaya koyuyor. Modern hegemonya artık güçlü görünmekle değil, çok az görünerek de belirleyici olabilmekle ilişkili. Bazı imparatorluklar ses çıkararak değil, sessizleşerek ayakta kalır; Amerika’nın bugünkü stratejisi tam olarak bu. Daha az gürültü, daha fazla nüfuz. Daha az savaş, daha fazla denetim. Daha az görünürlük, daha fazla derinlik.
Günün sonunda modern dünyada güç, ses çıkararak değil, sessizliği yöneterek hükmediyor. ABD de tam olarak bunu yapıyor.
Görsel: pixabay
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
