Cenk Başlamış
Özellikle 2000’li yıllardan başlayarak daha kararlı ve etkili bir dış politika izlemeye başlayan Rusya’nın artık Batı karşısında “savunma” pozisyonunu terk ettiğini düşünenler var.
Sovyetler Birliği’nin 1991 sonunda yıkılmasının ardından Rusya bütün 1990’lar boyunca kendi derdine düştüğü için uluslararası alandaki etkinliğini hızla yitirdi. Kağıt üzerinde Sovyetlerin hukuki mirasçısı olan Rusya, en önemli rakibi ABD ile eşit görünmek bir yana, Batı tarafından küçümsenen hatta alay edilen bir ülke durumuna düştü. Yeni bir sistemi oturtmaya çalışan Moskova, değil Batı’ya karşılık vermek, bunu düşünecek halde bile değildi.
Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle işler değişmeye, Rusya silkinerek toparlanmaya ve uluslararası alanda sesini yükseltmeye başladı. Ancak Rusya’nın kendine gelmesine kadar geçen sürede Batı eski Doğu Bloku ülkelerini ve Litvanya, Letonya ve Estonya gibi üç eski Sovyet cumhuriyetini Avrupa Birliği ya da NATO’ya katarak Rusya’nın sınırlarına dayanmıştı.
Rusya’nın Batı’nın ablukasını kırmak için yakın geçmişte üç önemli hamlesi oldu. Önce 2008 yılında NATO üyeliğini yüksek perdeden dile getiren Gürcistan’ı askeri açıdan ağır bir yenilgiye uğratmakla kalmadı, Güney Osetya ile Abhazya’yı Gürcülerden kopardı. Ardından, Kiev’de Batı yanlılarının iktidara gelmesi üzerine 2014 başlarında Kırım’ı ilhak etti. Ertesi yıl yaz aylarında ise Suriye’ye askeri müdahalede bulundu.
Her ne kadar bu üç örnek “saldırı” gibi gözükse de bunlar aslında sırtının duvara dayandığını düşünen Rusya’nın kendini koruma güdüsüyle biraz da panik halde yaptığı savunma hamleleriydi.
Dmitriy Trenin önemli bir Rus siyaset bilimci; Carnegie Moskova Merkezi’nin başkanlığını yapıyor.
Trenin, Japan Kyodo Ajansına yaptığı son açıklamada Rusya’nın çekilme yani savunma pozisyonunda kalma döneminin artık son bulduğunu söylüyor.
Trenin, Rusya’nın Sovyetler Birliği’ni başka bir isimle yeniden canlandırmaya çalıştığı suçlamalarının temelsiz olduğunu ama sınırları çevresindeki bölgede kendisini en önemli güç olarak kabul ettirme mücadelesine girdiğini savunuyor.
Trenin’in son Ukrayna krizi ile ilgili değerlendirmesi şöyle:
“Rusya’nın 2002 başlarında Ukrayna sınırına güç yığmasıyla başlayan kriz Batı medyası tarafından iki ülke arasındaki bir sorun olarak gösteriliyor. Ancak Moskova olaylara bu açıdan bakmıyor. Askeri gücünü ve gerektiğinde müdahale etme kararlılığını sergileyerek ABD’nin hegemonyasında NATO’nun merkezi rol oynadığı Avrupa’da var olan güvenlik düzenini değiştirmek istiyor. Onun yerine Rusya ile ABD’nin uzlaşmasına dayanan iki temel direğe dayanan bir düzen getirmeyi hedefliyor.”
Trenin, Rusya’nın savunma pozisyonunu terk etmesine somut örnekler olarak Karabağ savaşındaki müdahalesini, Belarus’la birleşme sürecini hızlandırmasını, Kazakistan olaylarının bastırılmasındaki öncü rolünü ve son olarak Ukrayna üzerinden Batı’ya gözdağı vermesini gösteriyor ve yazısını şöyle tamamlıyor:
“Rusya’nın 30 yıl önce başladığı jeopolitik gerilemesi artık kesin olarak son buldu. Şimdi çıkarlarını korumak için seçici bir yayılma dönemi başladı.”
Dikkate almaya değer bir yorum.
Öznesi Ukrayna olsa da son krizi aslında şöyle özetlemek mümkün: Batı Rusya’yı kendi sınırları içinde yaşamaya mahkum etmeye çalışıyor, Rusya da buna şiddetle karşı çıkıyor.
Batı’nın Rusya’yı çembere almaya, boğmaya çalıştığı doğru.
Peki, bir ülkenin sınırları ötesine gözünü dikmeye hakkı var mı?
Bu da başka bir yazının konusu…