Biz insanların kesinliğe, öngörülebilirliğe, bilinebilirliğe ihtiyacımız vardır.
Değişim?
Değişimi yavaş yavaş olduğu sürece sindirebilir, uyum sağlayabilir ve varlık bütünlüğümüzü koruyarak ona uyum sağlayabiliriz. Bütün bunlardan dolayı da yani bu basit, otantik insanca özelliklerimizden dolayı ise her birimiz hayatımızda birçok şeyden ama özellikle de temel şeylerden “emin” olmak isteriz.
Emin olmak; her şeyin her gün, her zaman olduğu gibi olacağına, içinde var olduğumuz tabiat ve kültür düzeninin yarın da, gelecek yıl da aynı şekilde devam edeceğine inanabilmek demektir. Ancak bu şekilde geleceği tahmin edebilir, biraz olsun öngörebilir ve kontrolün elimizde olduğuna dair bir rahatlık hissedebiliriz.
En basitinden kendi hayatımızın, çocuğumuzun, çekirdek ailemizin öngörülebilir bir geleceği olduğunu bilmeye ihtiyacımız vardır. Ve on binlerce, yüz binlerce yıl bu ihtiyacımızı giderdik. Bilme ihtiyacımız yüzde yüz değilse de büyük ölçüde bize yetecek şekilde giderilebildi çünkü değişimin hızı buna uygundu.
Ama dünya artık öyle bir yer ki…
Kesinlik neredeyse bir lüks haline geldi.
Bir bakıyorsunuz, bir sabah uyandığınızda işler değişmiş. Ekonomik dengeler, sosyal ilişkiler, iklim, hatta insanların duygusal ihtiyaçları bile… Hatta coğrafya bile. Ülkelerin sınırları değişiyor. Çöller göl, göller çöl oluyor.
Belirsizlik, hayatımızın yeni normali oldu. Oldu da biz bu yeni normal içinde normal kalabiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum.
İnsan bukalemun değil ki. Değişen ortama öyle çabucak uyum sağlayabilme yeteneği yok. İnsan bu günkü beyin yapısına milyonlarca yılda evrildi. Homo sapiens halimizin geçmişi 70 bin yıl. Yerleşik hayata geçeli yani Tarım Devrimi’nin geçmişi 12 bin yıl. 12 bin yıl önce avcılık toplayıcılıkla hayatını sürdüren ilkellerdik. Modern insanın geçmişi ise birkaç yüzyılı geçmez. Bu halimizle işte teknolojik değişmenin arkasından sürükleniyoruz. Kültürel gecikme yaşıyoruz. Kültürün maddi kısmını kullanıyor ama onun etkisini zihinsel donanımıza katamıyoruz. Ellerimiz düğmelere basıyor, tuşlar üzerinde geziyor ama zihnimiz bunların arkasındaki düşünceyi kavrayamıyor. Kavrayamıyor çünkü beynimiz, algımız teknolojinin hızına uyabilecek hızda gelişmiyor.
Evrimin acelesi yoktur. Ancak anlaşılan insanın var. Çünkü insana rağmen ekonomiden sonra insana rağmen teknoloji, insana rağmen yapay zekâ diyoruz. Diyorlar…
Biz sıradan ölümlüler ise kendimize sorup duruyoruz. Mevsimler mesela… Hâlâ kesin midir ya da yarın da kesinkes böyle olacaklar mı? Yazın arkasından kışın gelecek değil mi? Sonbaharın varlığı ve hep var kalacağı peki? Bir gün kış artık gelmekten vazgeçer mi? Mevsimler aralarından bir ya da iki tanesini çıkarır mı? Tabiat ana kendi sonsuz döngüsü içinde bizim alışkanlıklarımızı kendine dert eder mi? Ya da döviz bir gün düşer mi? E düşer de o bir gün ne gündür? Kesin olarak bilinebilir mi? Sevgi, merhamet, dayanışma, vicdan insan hafızasından silinir mi? Eski, ilkel insana dair duygusal zafiyetler olarak nitelendirilir mi bir gün?
Peki, öyle günlerde ben var olabilir miyim? Var olmaya değer mi?
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
