Eğer doğanın içinde ve onunla uyumlu olarak varlığımızı sürdürseydik acaba bugün nasıl insanlar olurduk sorusuna farklı cevaplar verilebilir.
Ne de olsa geçmişten geleceğe tamamen hayali bir profeksiyon (kaydırma) yapmak durumundayız. Ancak, hâlâ kendi otantik varoluşlarını sürdürebilmek için dünyanın “uygar” kısmına kendini kapatmış, izole etmiş kabilelerin varlığını da biliyoruz. Dahası onlardan haberler de alıyoruz. Zira bu modern dünyanın teknolojisinden kaçabilmeleri artık imkansız hale gelmiştir. Araştırmacıları, gazetecileri topraklarına almasalar bile gizlice onları gözetleyenler çoktur. Beteri artık havadan drone çekimleriyle hiçbir mahremiyetlerinin kalmadığını söyleyebiliriz. Öte yandan dürüst araştırmacılar için de on yıllardır bu kabileler doğal bir laboratuvar kaynağı işlevi görmüştür.
Oralarda yapılan gözlemler ve araştırmalar uygarlık dediğimiz şeyin kaynağı olan teknolojiden uzak duran insanın ilkel haliyle kalmaya mahkum olduğu gibi bir izlenim edindirse de bu insanların “insanlık”larını yitirmedikleri de ortadadır. Oysa uygar dünyanın şehirlerine bir bakalım. Uygar dünyanın insanlarının vahşileştiğini söylememiz mümkündür. Katliamlar, soykırımlar, kitlesel savaşlar ve ölümler, binbir çeşit işkence metodları, elma kokulu gazlarla toplumların zehirlenmesi, atom bombasının kolayca koskoca şehirlere atılması ve yüz binlerin ölüme, sağ kalanların ise korkunç bir hayata mahkum edilmesi… Bu örnekler bize ne söylüyor olabilir ki? Teknolojiye koşut bir ruhsal ilerlemeden söz etmediği kesin. Tam aksine teknolojiye koşut bir insani gerilemeden, insanlık idealinden uzaklaşma ve vahşet derecesinde bir acımasızlaşmayı göstermiyor mu?
Bosna’da, gözümüzün önünde, naklen televizyonlardan izlediğimiz “modern uygar vahşet”in ta kendisi değil miydi? Ya şimdi Gazze’de seyrettiklerimiz. İnsanları ölüme sürmek. Gitmeyenlere gıda yardımı yapıp sonra da üzerlerine bomba yağdırmak, hastaneleri, gazetecileri bütün dünyanın tanıklığı önünde yaylım ateşine tutmak, insanları açlığa mahkum ederek çoluk çocuk yok olup gitmeleri için kenarda beklemek… Biz uygar dünyanın vahşilerine dair eylemler değil mi bunlar? Kabile hayatı süren ve yerli kalmak isteyenlerde bu vahşet var mı? Ne dünyaya ne de insanlığa bir kasıt var mı? Oturdukları yerde başkalarının topraklarına göz dikip, oraları sömürge haline getiren onlar mı yoksa modern Batılılar mıydı?
En masumlarımıza ve hayatta kalabilenlerimize sunulan hayat şu: Eviniz var, aşınız var, şükredin. Zaman kötü, daha azına da razı olmalısınız. Kanınızı bağışlayın, organınızı bağışlayın. Kendi cesedinizi bağışlayın, kadavra lazım. Daha çok çalışın. Daha az yiyin, daha az gezin. Öğünlerinizi azaltın. Evinizde oturun. Karbon ayak izi bırakmayın. Eviniz, aşınız yoksa da ölün. Ölmeden önce mümkünse organlarınızı bağışlamayı unutmayın ha.
Hani yaşamayın ölün diyecekler de, işte onun da “uygarca”sını bulmuşlar.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: