İnsan, hayat yolculuğunda pek çok insanla karşılaşır. Kimi dost olur, kimi yabancı kalır, kimi de hafızamızda hayal kırıklığı olarak yer eder.
Zamanla hayal kırıklıkları insanın içinde birikir ve kalabalıklaşan bir kente dönüşür. Bu duygusal yük içinde yönümüzü kaybeder, seslerin birbirine karıştığı, yüzlerin silikleştiği bir karmaşada buluruz kendimizi. Günümüzde ilişkiler, yüzeyselliğin ve geçiciliğin ön planda olduğu bir yapıya evrildi. İnsanlar, derin bağlar kurmaktan kaçınırken, anlık samimiyetlere tutunuyor. Sosyal medyanın etkisiyle duygular, tüketim nesnesine dönüşüyor; ilişkiler, anlık beğeniler, hızlı mesajlar ve sanal etkileşimlerle şekilleniyor. Bu, toplumsal bir hastalık hâlini alırken, duygusal bağlar giderek daha fazla yüzeysel ve geçici hâle geliyor.
Shakespeare’in “As You Like It” (Nasıl Hoşunuza Giderse) oyununda, “Bütün dünya bir sahnedir ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncudur. Girerler ve çıkarlar; bir kişi birçok rolü birden oynar” der.
Kimin iyi, kimin sahte olduğunu söylemek kolay değildir. İnsanların farklı ortamlarda farklı kimliklere bürünmesi, gerçek duyguların ve niyetlerin saklanmasına neden oluyor. Gerçek samimiyet ve duygular, yüzeyde kalan sahte etkileşimlerin gerisinde kayboluyor. Aynı şekilde, günümüz ilişkilerinde ve sosyal medyada insanlar birbirlerine “yakınmış gibi” görünüyor; ancak aslında derin duygusal bağlar giderek azalıyor.
Hayal kırıklıkları çoğu zaman büyük olaylara bağlansa da insanı en çok detaylar kırar: Verilmeyen bir selam, tutulmayan bir söz, değişen bir bakış… Beklentiler ne kadar büyükse, hayal kırıklığı da o denli derin olur. Belki de bu yüzden başkalarının umutlarını incitmemek ve onların kalplerinde bir yük olmamak, hayatta en çok dikkat edilmesi gereken şeylerden biridir. Herkes bir başkasının hayatında farklı roller üstlenir. Eğer birinin düş kırıklıkları arasında kaybolmak istemiyorsanız, samimiyetinizi korumalı, verdiğiniz sözlerin arkasında durmalı ve insanların ruhlarına iyi gelen biri olmalısınız. Çünkü bir insanı mutlu etmek ne kadar zahmetliyse, onu hayal kırıklığına uğratmak o kadar kolaydır.
Son günlerde Özdemir Asaf’a ait Lavinia şiirindeki şu dizeler aklıma geliyor:
“Neyim olursan ol, sakın hayal kırıklığım olma, Lavinia.”
Lavinia bu söze şöyle cevap verir:
“Neden?”
Asaf’ın verdiği müthiş cevap:
“Orası çok kalabalık, tanıyamam seni…”
İnsanın içinde o kadar çok hayal kırıklığı var ki, belki de seni, onu, herkesi unutmuştur bile… Hayal kırıklıkları sadece kişisel ilişkilerde değil, hayatın birçok alanında karşımıza çıkar. Bir iş, bir hayal, bir umut… Beklentilerimizin gerçeğe dönüşmesini isteriz ama bazen bu mümkün olmaz. İşte bu yüzden insanın beklentilerini yönetmesi, en az hayal kırıklığı yaşamak kadar önemli bir beceridir. Her yeni başlangıç, belki de umut verecek kapılar açabilir. Belki de önemli olan, kalabalık içinde kendimizi kaybetmemek, umudumuzu ve inancımızı koruyarak yol almaktır.
Hayat, insanı beklenmedik olaylarla sınar. Umut ettiklerimiz bazen elimizden kayıp giderken, hiç beklemediğimiz güzelliklerle de karşılaşabiliriz. Önemli olan, hayal kırıklıklarını hayatın kaçınılmaz bir parçası olarak görmek, onlardan ders çıkarmak ve yolumuza devam edebilmektir. İnsan kırıldıkça güçlenir, hayal kırıklıklarıyla olgunlaşır ve her düşüşten sonra yeniden ayağa kalkmayı öğrenir.
Felsefi açıdan bakıldığında, hayal kırıklığı ve olmayan samimiyet bir yanılsamadır. İnsan bazen kendi beklentilerini gerçek sanarak hayaller kurar ve gerçekle karşılaştığında sarsılır. Bu sarsılma, aslında hakikate uyanmanın bir parçasıdır. Yaşanan her hayal kırıklığı, insanı şekillendiren ve güçlendiren bir süreçtir. Hayal kırıklıkları çoğunlukla beklentilerden kaynaklanır. Kontrol edilemeyen şeyler için üzülmek yerine, insanın dış dünyaya değil, iç dünyasına odaklanması daha sağlıklı bir bakış açısı sunar.
Birileri sizin için hayal kırıklığı olabilir, biz de farkında olmadan bir başkası için aynı duyguyu yaratabiliriz. Bu yüzden empati kurmak, başkalarının duygularına saygı göstermek, ilişkileri daha sağlam kılmanın temel taşlarındandır. Hayal kırıklıklarını yönetmek için daha bilinçli hareket etmeli, hayatı beklentilerimiz doğrultusunda değil, olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmeliyiz.
Modern dünyada ilişkiler, yüzeyselliğin ve geçiciliğin ön planda olduğu bir yapıya evrildi. İnsanlar derin bağlar kurmaktan kaçınırken, anlık samimiyetlere tutunuyor. Günümüz dünyasının şartları, sosyal medyanın etkisiyle duyguların tüketim nesnesine dönüşmesine neden oluyor; ilişkiler, anlık beğeniler, hızlı mesajlar ve sanal etkileşimlerle şekilleniyor. İnsanların farklı ortamlarda farklı kimliklere bürünmesini anlatırken, günümüz ilişkilerindeki yüzeyselliği de gözler önüne seriyor.
Gerçek ilişkilerle zorunlu ilişkiler arasındaki ince fark, sevgiyle zorunluluktan doğan alışkanlık arasındaki uçurum gibidir. Bazen en çok ihtiyacımız olan zamanlarda hayatımıza fırtınalar girer. Ruhumuzu daraltan, bizi tüketen insanlarla çevreleniriz. Oysa huzur, en yanlış zamanlara denk düşer. Dostluk da böyledir; inşa edilmez, hesaplarla oluşturulmaz. Başlangıçta bir melek gibi iner yüreğe ama sonunda bir kelebek gibi ölüverir. Çünkü dostluk, hayat gibi değildir; hayat korkular ve alışkanlıklarla ilerler, dostluk ise anların samimiyetinde yaşar.
Gerçekten sevdiğimiz insanlarla bir araya geldiğimizde kendimizi onlara ait hissederiz. Göz teması bile anlam taşır, sessizlik bile huzur verir. Oysa zorunlu ilişkilerde uzun bir sessizlik bile içimizde sıkıntı yaratır. Zorunlu ilişkiler enerjimizi tüketirken, sevdiğimiz insanlarla kurduğumuz bağlar bize enerji verir. Bu yüzden hayatı mecburiyetlerden ibaret görmek yerine, gerçek duygularla yaşamak daha değerlidir.
José Saramago’nun dediği gibi: “Kötü kader diye bir şey yoktur; 21. yüzyıl vardır. Ve bu yüzyıl, yavrucuğum, bir kelebeği bile intihar ettirebilir.”
21. yüzyıl, teknolojik gelişmeler, bilgi bombardımanı, toplumsal baskılar ve bireysel yalnızlık gibi unsurlarla dolu. Bu çağda, en narin ve özgür görünen varlıklar bile bir kelebek gibi bu ağırlık altında ezilebilir. Gerçek bağlar kurmadığımız sürece, içsel huzuru bulmamız zor olacaktır. O yüzden samimiyetin ve derinliğin peşinden gitmeli, hayal kırıklıklarının ardında gizlenen öğretileri keşfetmeliyiz. Hayat, zorunluluklarla değil, anlam kattığımız ilişkilerle yaşanır; çünkü ruhun özgürlüğü, samimiyetin derinliğinde saklıdır.
Görsel: vecteezy.com