Hakasya Rusya Federasyonu’na bağlı, Türkçe konuşulan özerk bir cumhuriyet. Bu yazıda Hakasları anlatacağım ama eski Hakasları.
Bunun için de 19. yüzyılın bu konudaki en ünlü tarihçisine başvuracağım. Wilhelm Radloff Alman asıllı Rus doğu bilimleri ve Türkoloji uzmanıdır. 1837 ile 1918 arasında yaşamıştır. 81 yıllık yaşamının altmış yılını bu konuya ayırmıştır. Türkolog Johan Vandewalle’nin aktardığına göre başta tüm Türk dilleri olmak üzere Almanca, Rusça, Fransızca, Latince, Yunanca, İbranice. Farsça, Arapça, Mançuca, Çince ve Moğolca bilmekteydi.
Radloff’un anlattıklarına geçmeden önce kısa künye bilgileri vereyim. Nüfusu bugün 532 bin olan Hakasya 61.569 kilometrekare yüzölçümüne sahip. Başkentinin adı Abakan. 2010 rakamlarına göre Hakaslar toplam nüfus içinde yüzde 12,1’lik orana sahip. Ruslar yüzde 81,7, Almanlar yüzde 1,1, Ukraynalılar yüzde 1, diğer milletler toplam yüzde 4’lük oranla Hakasya nüfusunu oluşturuyor. Görüldüğü gibi Hakaslar kendi ülkelerinde azınlık durumundalar.* Ruslar hiçbir özerk cumhuriyette o cumhuriyetin gerçek sahiplerinin çoğunluk olmasına izin vermedi. Bunu sosyalizm adına yaptılar. Türkiyeli solcular da SSCB döneminde buna hiç ses çıkarmadı. Bizim bazı solcular aslında milliyetçidir, bakmayın kendilerine komünist dediklerine.
Her neyse biz Radloff’a kulak verelim isterseniz.
“… tarihlerini en yeni zamanlara kadar takip edebildiğimiz için bizi en çok ilgilendirmesi icap eden diğer bir halktan bahsedeceğim; bunlar, Kuzey Uygur Devleti’ni yıkan Hakaslardır…
… (yaşadıkları, M.G) Yer yazın bataklık olur, kışın derin karla örtülür. İnsanları uzun boylu, kızıl saçlı, taze yüzlü ve mavi gözlüdür. Hakaslar, kara saçı kötü işaret sayar. Kara gözlülere Lilirlerin ardılları derler…
… Ritter bütün bu halkları kuzeye dağılmış İndocermen olarak mütālaa etmek ve bu iddiasını da Türk Moğol ve bilhassa Tungar dillerinde çok miktarda görülen dilleri hakkındaki bu iddiayı doğrudan doğruya reddetmeliyim. Burada az miktarda rastlanılan İndocermen köklerinin hemen hemen hepsini de, yeni veya İrancadan alınmış olarak ispat etmek mümkündür. Çünkü bu diller Turan’da milattan önce oldukça kuzeye kadar yayılmıştır…” 1
Sanırım siz de şaşırdınız, ilk okuduğumda ben de çok şaşırmıştım, nasıl olur da kızıl saçlı mavi gözlü Türk olurdu? Sonra yıllar içinde dünyada ırk diye bir şeyin olmadığını, milletlerin çeşitli boyların birleşmesiyle oluştuğunu öğrendim. Aslında millet de yoktu tabii, aynı dili konuşan insanlar vardı ve bunların tümünün aynı boydan olması şart değildi. Tıpkı Türkçe konuştuğu halde farklı fiziksel görünüme sahip insanların olması gibi.
Hakas hiyerarşisinin başında kimler vardı?
Hakasların yönetimi nasıldı acaba? Bir tane astığı astık kestiği kestik kağan mı vardı başlarında, yani tek adam rejimiyle mi yönetiliyorlardı? Türk boylarında buna hiç rastlamadım. En sert, en acımasız bilinen kağanın veya haydi Hiong-nuları da hesaba katalım şanyünün bile akıl danıştığı birileri vardı resmi olarak.
“Memurlar altı sınıfa ayrılır. Nazırlar, başkomutan, başidareci, idareciler, reisler ve daganlar. Nazırlar altı, başkomutanlar üç, başidareciler on beş tanedir. Reis ve daganların memuriyet sınıf derecesi yoktur.”2
Hakaslar müzik aletleriyle
“Hükümdarına Aşo denirdi”
“Savaşta yay, ok ve bayrak kullanırlar. Süvariler el ve ayaklarını ağaçtan küçük kalkanlarla örterler, kendilerini ok ve kılıca karşı korumak için, omuzlarına da küçük ve yuvarlak kalkanlar takarlar.
Hükümdarlarının adı Aşo’dur. Evinin önünde bir bayrak bulunur. Başka kimseler kendilerini soylarına göre adlandırırlar. Samur ve vaşak kürkü zenginlerin elbisesini teşkil eder. Aşo kışın bir samur şapka, fakat yazın altın kenarlı, mahrut uçlu ve alt kısmı kıvrılmış bir şapka kullanır.
Kuşaklarında bir bileği taşı bulundurmayı severler. Fakirler koyun derisinden elbise giyer, fakat şapka kullanmazlar. Kadınlar yünden veya Çin’den getirttikleri ipekten elbise giyer.
Aşo Kara Dağlar civarında oturur, ikametgâhı şarampol kazıklarıyla çevrilmiştir. Onun evi keçe ile örtülü bir çadır olup medici tesmiye edilir (adlandırılır, M.G.). Memurlar küçük çadırlarda oturur.
Ordu bütün kabilelerden kuvvet toplamakla meydana getirilir. Yasak, samur ve sincap kürkü ile ödenir… (yasak vergi demektir, M.G.)
Hakaslar et ve kısrak sütüyle geçinir. Aşo hamur işleri yer. Musiki aleti olarak davul, flüt ve malum olmayan iki alet daha kullanırlar. Tiyatrolarda terbiye edilmiş deve ve aslanlar gösterilir, at üzerinde voltijlerle ip cambazları da meydana çıkar.”3
Hakas erkeği küpe takar, kadınlar erkeklerden çoktur
Küpe ve yüzüğün kadınlara mal edilmesi ne zaman gerçekleşti hiç araştırmadım ama sanırım tüm kültürlerde böyle bir şey var.
“… Erkekler kadınlardan daha azdır. Erkekler kulaklarına küpe takar, mağrur ve inatçıdırlar. Cesur kimseler kollarına dövme yapar, kadınlar ise evlendikten sonra boyunlarına dövme yapar.
Her iki cins bir arada yaşadığı için iffetsizlik çok olur. (Radloff’un burada neyi kastettiğini anlamış değilim, M.G.)
İlk ayın adı Mao-şi-ay’dır. (Türkçe: mus-ay, buz ay). Yılları on iki işarete göre hesap ederler. Mesela İn yılına ait işaretin adı pars yılıdır. İklim sert olduğundan, kışın nehirler yarı yarıya donar. Darı, arpa, buğday ve Himalaya buğdayı ekerler. Unu el değirmenlerinde öğütürler. Ekini üçüncü ayda eker, dokuzuncu ayda biçerler. Lapayı mayalamak suretiyle rakı yaparlar. Burada meyve ve sebze bulunmaz. (Bu tasvir gösteriyor ki, kısmen göçebe olarak zikredilen Hakaslar, hakikaten bütün diğer komşu Türklere nazaran daha yüksek bir medeni seviyede bulunuyorlardı, şüphesiz onlar bu medeniyeti kuzeyde değil de, eskiden bulunmuş oldukları Tiyanşan’ın güneyinde elde etmiş ve oradan kuzeye göç etmişlerdir.)
Atları yüksek yapılı ve kuvvetlidir; birbirleriyle kavga etmeyi seven atlar iyi sayılır. Onlar deve ve koyundan daha fazla olarak inek de beslerler. Zenginlerin binlerce baş hayvanı olur.
Yabani hayvanlardan meral (dişi geyik, M.G.), karaca, sığın ve karakuyruk (bir nevi dağ keçisi, M.G) avlarlar; bu sonuncusu misk keçisine benzerse de, büyük ve kara kuyruğu vardır. Balıklardan bir cinsi vardır ki, yedi fut (bir fut-0.304 metre M.G.) uzunluğunda olur, bunlar düz ve kılçıksızdır, ağzı burnunun altındadır (mersin balığı).
Kuşlardan yabani kaz, ördek ve aladoğan bulunur. Ağaçlardan lâdin, kayın, kızıl ağaç, söğüt ve birçokları ok atmakla ucuna yetişilemeyecek derecede yüksek köknar vardır. Altın, demir ve kalay mevcuttur.”4
Yemek pişiren bir Hakas kadını
Hakasçada ay isimleri nelerdir?
“Hakaslar bugün aşağıda verilen ay isimlerinin yerine daha çok Rusçadan geçen ay isimlerini kullanmaktadır.
Ocak = a) çil ayı (Sagay, Beltir)=rüzgar ayı, b) kürgen ayı
Şubat = a) azıg ayı (Sagay, Beltir)=ayı avlama ayı, b) pözig ayı (Kaça)=ürün ayı
Mart = a) ulug körik ayı (Sagay)=büyük körük ayı, b) pastagı körik ayı (Sagay)=ilk körük ayı, c) körik ayı (Beltir)=körük ayı, d) haan ayı (Kaça)
Nisan = a) kiçig körik ayı (Sagay, Beltir)=küçük körük ayı, b) son körik ayı (Sagay)=ikinci körük ayı, c) hoshar ayı (Kaça)
Mayıs = a) hıra tartçan ay (Sagay, Beltir)=tarlayı sürme ayı, b) tarlag ayı (Sagay)=sürme ayı, c) siliker ayı (Kaça)
Haziran = a) paar ayı (Sagay)=nadasa bırakma ayı, b) handıh ayı (Sagay)=çiçek toplama ayı, c) tos ayı (Beltir)=ak ağacın kabuklarını sıyırma ayı, d) çulug ayı (Kaça)
Temmuz = a) ot ayı (Sagay) ot toplama ayı, b) tos ayı (Beltir, Sagay)=ak ağacın kabuklarını sıyırma ayı, c) hara çulug ay (Kaça)
Ağustos = a) ot ayı (Kaça, Sagay)=ot toplama ayı, b) hıra kisçen ay (Beltir)=hasat ayı, c) orgah ayı (Sagay)=orak ayı,
Eylül = a) hıra kisçen ay (Sagay)=hasat ayı, b) ürtün ayı (Beltir)=hasat ayı, c) ürtün alçan ay (Sagay) hasat ayı, d) pözig ayı (Kaça) ürün ayı
Ekim = a) çarıs ayı (Sagay, Beltir) at koşturma ayı, b) kiçig sooh ayı (Kaça) ılık ay,
Kasım = a) kiçig hırlas ayı (Sagay, Beltir)=ılık ay, b) ulug sooh ayı (Kaça)=çok soğuk ay
Aralık = a) ulug hırlas ayı (Sagay, Beltir)=çok soğuk ay, balay ayı (Kaça)”5
Cenaze törenlerinde yüzlerini kesmezler
“Ruhlara kurbanlarını boş sahalarda icra ederler. Kurban için muayyen zamanları yoktur. Şamanlarına kan derler (kam, M.G.). Kalın (vergi M.G.) olarak koyun ve at verirler. Zenginlerin yüz hatta bin baş verdiği olur. Defin esnasında yüzlerini kesmeyip cesedi üç kat sararak ağlarlar, sonra ateşte yakarak kemiklerini bir yıl geçince gömerler. Daha sonra muayyen bir zamanda matem merasimi tertip ederler.”6
Çıl Pazı (Yılbaşı) ne zaman kutlanır?
İslamcıların ve milliyetçilerin ısrarla söyledikleri “Türkler yılbaşı kutlamaz” söylemi koca bir yalandan ibarettir. Türkler yılbaşı kutlardı hem de 21 Mart’ta. Türkler yılbaşına kendi dillerine göre ad verirdi. Hakaslar Çıl Pazı Bayramı diyordu yılbaşına yani “yıl başı bayramı”. Çünkü o gün günle gece eşitlenir ve daha da önemlisi doğa uyanmaya başlardı. Kış biter bahar yani “çasxı” başlardı.
“… Hakaslarda Çıl Pazı olarak bilinen ülükün (ulu gün), diğer Türk halklarında olduğu gibi her şeyden önce atalarının başlatmış olduğu ve onların devam ettirmekte oldukları öz tarihleri ve geleneksel uğraş alanları olan tarımcılık ve hayvancılık ile bağlantılıdır…
Bu mevsimin kökleri yüzyılların derinliğinden gelmektedir. Üstelik bu bayram konusunda eski Çin’in Tan dönemi kronolojik kayıtlarında da Türklerin baharın gelmesiyle devletin resmi bayramı olarak kutlamakta olduğu gösterilmektedir.”7
Temizlik yapılırken minik bir çöp eşikte saklanırdı
“… Yeni Yıl Başının yeni giysiler ile karşılanması gerekiyordu. Oysa aynı zamanda, Arınma denen bir ritüel (tayığ) Çıl Pazı’nın gelmesi ile daha yeni başlamakta olup yeni bir ay evresi boyunca sürmekte idi, ancak bu tarihten itibaren evin hem içi hem de evin dışındaki kardan yeni yeni kurtulmaya başlayan toprağın üzerindeki kirliliklerin esaslı bir şekilde temizlenmesi başlardı.
Ancak bununla birlikte, evin içinde esaslı bir temizlik harekâtının yapılmasının sonunda mutlaka küçücük bir kir ya da çöp eşiğin -Hakaslarda eşiğe ve orada bulunan ruhlara saygı gösterilir ki eşik kültüne saygı müessesesi Anadolu Türklerinde de devam ettirilmektedir- altında saklanarak muhafaza edilirdi. Bunun nedeni evin temizliğini yaparken, evin içinde bulunan ülüs’ü (yani mutluluk ve şansı) dışarı süpürerek yok olup gitmesini önlemekti, büyük bir ihtimal ile.”8
İçki neden yasaktır?
“Günümüzde de güncelliğini hiç yitirmeyen ve hatta tam tersine oldukça artırmış bulunan içki konusuna ilişkin olarak da Çıl Pazı bayramının kutlanması zamanından itibaren içki yasağı konulmaktadır. Çünkü içki ile insanın içine şeytanın (ayna) ve de Mooncıx xat ile Atıncax xat’ın (bağ düğmesi ruhu ile intihar ruhu) girdiğine inanılmaktadır.”9
Ateşin üzerinden atlanmaz
Ateş Hakaslar için deyim yerindeyse kutsaldı. Bu yüzden bazı milletlerdeki 21 Mart’ta ateşin üzerinden atlanması gibi ritüellere Hakaslar’da rastlanmaz tam tersine ona saygı gösterilir.
“Baharın bu en önemli gününde eski, yeni tüm düşmanlar barışır, bütün eski dargınlıklar ve kırılmalar kara çalamalar somut bir düğme şeklinin içine konularak insan dünyasındaki küçük Güneş parçası olan od’a (ateşe) temizlenerek yok edilmek üzere atılır.
Ateşin bu denli önemli sıfatları ihtiva etmesinden dolayı Hakaslarda ateşin üzerinden hiçbir şekilde atlanmaz, ateş daha doğrusu ateş iyesi (Ot eezi) bunun yerine saygı ile beslenir ve ondan evin ve hanenin devam etmesi, koruması dualar, yemekler eşliğinde istenir.
Kısaca, üzerinden atlanmaz, olsa olsa altından geçilebilir. Bu inançların çerçevesinde Hakasların doğrudan ataları olan eski Kırgız Türkleri, ölenlerin vücutlarını kutsal ateşe teslim ederdi. Böylece insan vücudu ateşin arındırma gücünden geçtikten sonra kül haline geldiğinde ve bu kül büyük bozkıra çıkarak toprağa serpildiğinde yeniden doğa ile gübre (yani, olumlu katkı) olarak bütünleşmekteydi ve daha sonra o yerde yeniden bitkiler çıkardı. Bu geleneğin altında pratik mantık da bulunabilir. Örneğin bu yöntem ile bulaşıcı hastalıkların yayılması büyük bir olasılıkla önlenmekte idi denilebilir.”10
Herkese keyifli günler.
Manşet fotoğrafı: mif-mira.ru
KAYNAKLAR
1-W.Radloff, Sibirya’dan 1.Cilt, S.129-130
2-aynı yapıt s.131.
3-aynı yapıt s.131.
4 aynı yapıt s.131.
5-Meral Gölgeci, Sibirya Şivelerinde Aylar, Sibirya Araştırmaları
6-Radloff, s. 131.
7-Timur Bulat Davletov, Hakas Türklerinde Çıl Pazı (Yılbaşı) Bayramı, Türk Dünyası dergisi, sayı 21, Yıl 9.
8-aynı yapıt.
9-aynı yapıt
10-aynı yapıt