Turizm ülkesi olmak için tarih, deniz, kum, güneş veya alışveriş yeterli değildir, Turizm için öncelikle o ülke insanının anlayışına bakmak gerekir.
Küçük bir Yunan adasında yaşadığım bir olay bu anlayışın tipik bir örneği olduğu için sizinle paylaşmak istiyorum.
Ege Denizi’nde Kuşadası, Didim sahillerinin karşısında yer alan Patmos Adası’na gittik, 3000 nüfuslu küçük bir ada olan Patmos 1912’ye kadar Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altındaymış, ardından önce İtalyanlara, 2. Dünya Savaşı sonrası da Yunanlıların eline geçmiş.
Kutsal kitap İncil’i yazanlardan birinin bu adada sürgün hayatı yaşadığı rivayeti ile onun adına yapılmış bazı antik manastırlar bulunuyor yani Hristiyanlarca kutsal ve tarihi bir yer olduğu söylenilen bir ada.
Tarihi kalıntılar dışında adanın coğrafi yapısı nedeniyle birçok doğal plajı da olduğu için turistlerin çok ilgisini çeken bir yer.
Biz de adaya çıktığımızda bir araç kiralayıp tarihi yerlerini dolaşmaya karar verdik. Ana arter yollar gayet iyi ancak yolun bir yerinde Yandex’in azizliğine uğrayıp küçük bir köye girdik. Daracık sokaklardan iki aracın geçme şansının olmadığı yollardan geçmeye çalışırken aracın lastiği patlayıverdi, yedek lastik de yoktu.
Kiralama şirketine ulaşmaya çalışacaktım ama önce bulunduğum konumu tespit etmem gerekiyordu. Orada bulunan orta yaşlı bir Yunan yanımıza geldi, merakla aracı kontrol etti, sonra sanki kafamdan geçenleri okumuş gibi “Tamirci ister misin” diye sordu.
Kiralık araç olduğunu öğrendiğinde de hemen telefon numarasını alıp aradı ve yerimizi tarif etti, tamircinin yarım saate kadar gelebileceğini söyledi. Sonra da kırık dökük bir İngilizce ile yolun açık kalması için bana geri geri gidip müsait bir yerde beklememizi söyledi, sonra kendi aracına binip gitti.
Hava sıcaklığı yaklaşık 38-40 dereceydi, tamircinin gelmesi en hızlı hali ile 20-25 dakikayı bulacaktı. Etrafta oturup zaman geçirilecek ne bir kafe ne de bir market vardı. Tamirciyi beklerken kendimize gölge bir yer bulup sığınmaya çalıştık.
Birkaç dakika sonra bize yardımcı olmaya çalışan o orta yaşlı Yunan aracıyla yanımıza geldi, gülümsedi ve koca bir şişe soğuk su ile 4-5 boş plastik bardak bıraktı gitti, üstelik para dahi almadı.
Adamın bu ince düşüncesi karşısında hepimiz donup kaldık, o sıcakta güneşin altında adam gidip bizim için marketten su ve bardak alıp gelmişti.
Arkadaşlar birbirimize baktık, kendimizi kültürlü, eğitimli sayan insanlardık, ülkemizde dağ başında bir köyde bu durumda kalan bir Yunan turiste arabamızla gidip su getirmek hiçbirimizin aklına bile gelmezdi.
Bu olayda şunu öğrendim ki turizmin gelişmesi için insanların düşünce yapısının değişmesi gerekir.
İster en önemli TV kanallarına reklam verin, ister dünyanın çeşitli noktalarında afişler astırın, bu Yunan’ın yaptığı gibi etkili olamazsınız.
Bu olayı ben her fırsatta çevreme anlatıyorum, sanırım bu ülkede benzeri durumlarda kalan birçok turist de aynı şekilde yaşadıkları deneyimleri paylaşıyordur.
Kısacası, Amerikalıların dediği en etkin propaganda aracı olan “Word of Mouth” yani ağızdan ağıza reklam turizmin en güzel tanıtım aracıdır…
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.