Erdal Çolak
İnsanlar var olduğu ilk günden beri toplum, iktidar, güç, otorite, devlet, kişi hak ve özgürlükleri eşitlik kavramları üzerine sürekli tartışılan konular olmuştur. Tarihe baktığımızda olan ya da olması gereken değerler üzerine sürekli tartışılmış.
Ben biraz Avrupa’yı Avrupa yapan bazı olayları değerlendirmek istiyorum. Avrupa’nın bu yüzyılda can ve mal güvenliği, din ve vicdan özgürlüğünün diğer toplumlara göre ileri seviyede olmasının nedeni ne olabilir? Tabii ki birçok sorunu yüzyıllarca önce tecrübe etmiş olması.
İnsanların düşünce, ifade özgürlüğü, siyasi haklar gibi geleneksel hak ve özgürlüklerinin azımsanamayacak kadar makul olduğunu hepimiz anlayacak yaştayız. İnsan onuruna ve haysiyetine yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma hakkının özellikle vatandaşlarına bu haklarını kullanması konusunda olsun özgür düşünceye destek verildiğini biliyoruz. Avrupa sağlık-sosyal hizmetlerinden yararlanma hakkı gibi eşitlikçi bir mantıkta hareket etmekte. Avrupa’da insan haklarını meydana getiren bütün oluşumları incelediğimizde ahlaki, siyasi, hukuki, dini, kültürel ve toplumsal boyutları olan disiplinler arası köklerine bağlı kalarak kendi vatandaşına en iyi şekilde davranılıyor.
Yani demem o ki demokrasi olarak atadan zengin olup insan hakları meselesi ilk çağlardan beri çeşitli düşünürleri tarafından söz konusu edilmiş. İnsanın insan olmaktan ileri gelen ve doğuştan sahip olduğu haklarının bulunduğu yolundaki düşünceler, M.Ö. 5. yüzyıla kadar gider. Cicero’nun siyaset felsefesinde temel çıkış noktası ve Antik Yunan’da polis ortamında oluşmuş site veya şehir devlerinde başlayan bir siyasi düşünce tarihidir.
Avrupa’daki düşüncenin gelişimine etki eden filozoflar Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos, Pisagor, Sokrates, Platon ve Aristoteles’tir. Bu düşünürler, Sofistler ile başlayan tabiî kanunlarla insanlar tarafından konulan kanunlar arasındaki zıtlığa dikkat çekerek, herkesin özgür haklara sahip olması gerektiği fikrini anlatmış. Hristiyanlığın yayılması ile birlikte biraz olsun özgürlük vicdanlarda insanlara karşı bir yumuşama olduysa da yeterli olmadı. Orta Çağ düşüncesini incelerken bu çağda Avrupa siyasi düşüncesine en büyük etkiyi Aquinolu Thomas yapmıştır. Thomas aklın öne çıktığı, toplumun yararına yönelik adalete uygun yasaları dile getiren siyasi iktidarın olması gerektiğini ifade etmiş.
Dikkat edilirse Avrupa’da feodalite döneminde halkı devlete karşı koruyan ilk yazılı belge, İngiltere’de ortaya çıktı. Kral ile feodal beyler arasındaki çekişmenin yarattığı ortam içinde, daha 1215 yılında ilân edilen ‘”Magna Carta Libertatum” (Büyük Özgürlük Fermanı) demokrasinin tohumlarının atıldığı ilk adım diyebiliriz.
Avrupa’nın siyasi düşünceler tarihine baktığınızda monarşi ile başlayan devletin tek kişi tarafından belirli kurallar çerçevesinde önce yönetilmişler. Avrupa halkını daha sonra Aristokrasi ile devletin küçük bir grup tarafından yine kurallar dahilinde idare etmeye çalışmışlar. Bakmış Avrupalı olmuyor “timokrasi” denen bir yönetimi gündeme getirmiş. Bilgeliğin önemsenmeyip, şan ve şöhrete ağırlık vererek, onur sever askerlerin iktidarı ele geçirmelerinden sonra halkı boyunduruk altına alıp, güç kullanarak insanları itaate zorladıkları bu yönetimin şeklini uygulamışlar. Tabii ki bu timokrasi ister istemez oligarşi yönetimini gündeme getirmiş. Bu yönetim şekli az sayıdaki yönetici ile herhangi bir yasa tanımaksızın ya da herhangi bir kurala bağlı kalmaksızın devleti insanları idare etme şekliydi. Avrupa oligarşi yönetimi adı altında yaşadıkları acıları bertaraf etmek için demokrasiyi denemeye karar vermiş. Bu demokrasi Avrupa halkının çoğunluğu yönetime katılma şansı bulmuş. Bu yönetim şekli demokrasi ile seçilen kişi yasalara bağlı kalmayarak güç hastalığına düşünce ortaya Avrupalı tiranlık denen bir yönetim şekline maruz kalmış. Tiranlık ise tek bir kişinin hiçbir kural, kaide, yasa tanımaksızın ülkeyi istediği gibi yönetmesine sebep olur. Bu kadar sıkıntılı bir anlayışı içinde şartlar olgunlaştıkça Avrupalı yeni arayışların peşine düşmüş. Rönesans Yeniden doğuş 1453-1690 yıllarında Antik klasik metinlerin yeniden keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamaları, bu entelektüel etkinliklerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü güçlendirmesini sağladı. Niccolo Machiavelli, siyasal düşünüşün laikleştirilmesi ve bilimselleştirilmesi gerektiğini savundu. Bununla birlikte Machiavelli’nin çağının amaçları için her araca başvuran diğer politikacılarından bir farkı vardır. Thomas More, İngiltere’nin o zamanki toplumsal durumunu eleştirir. Ona göre toplumdaki eşitsizliğin ve mutsuzluğun kaynağı özel mülkiyettir. Bu durumdan kurtulmanın tek yolu, özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Thomas Hobbes ise, “ideal toplum sınıfsız bir toplum olmalıdır; değerler yönünden her insan eşit olmalıdır” der. Siyasi olan devrimlerin, yani mutlak monarşinin parlamenter demokrasinin temsili kurumlarıyla sınırlanması söz konusu olduğunda, Hobbes tam bir karşı devrimcidir. John Locke 17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki aydınlanma ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.
Coğrafi keşifler Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine temel oluşturmuştu. Avrupa’yı etkileyen bu coğrafi keşifler ve bunun etkileri sonucunda ekonomik hayatta matbaanın keşfi yeni bir anlayışın ortaya çıkmasını sağladı. Dinde reform hareketi Katolik kilisesine karşı yapılmış dinsel bir hareket olup hümanist, akılcı düşünceyi öne çıkarmış. İngiltere’de 1689 devriminden sonra geliştirilen Yurttaş Hakları Beyannamesi, bugünkülere benzer temel hak ve özgürlükleri belirlemiş. Her ne kadar direkt etkisi olmasa da İngiliz kolonileri tarafından yayınlanan 4 Temmuz 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde anlamını bulmuştur. Bağımsızlık Bildirgesi’nde bütün insanların eşit olarak yaratıldıkları ve insanlara doğuştan, devredilmez bazı haklar verildiği, bu hakların başında da yaşama, özgürlük ve mutluluğa erişmek hakları olduğu ifade edilmişti. Jean-Jacques Rousseau’nun siyasi fikirleri, Fransız Devrimi’ni etkilemiştir. Düşünceleri özellikle, devrimden sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve eğitim sisteminde etkili olmuştur.
Fransa’da merkezi mutlak krallık baskıcı iktidarını kimse ile bölüşmüyordu. Kendi üstünde hiçbir güç tanımıyordu. Bu konudan huzursuz olan halk ayaklandı ve Fransız İhtilali’ni yaptı. Bu ihtilal sonunda, 1789’da yayınlanan “İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi” ile yeni toplumun dayanacağı hukuksal esaslar saptanmıştır. Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi hazırlanırken de 17. ve 18. yüzyıllar insan hakları doktrininden etkilenilmişti. Auguste Comte’un düşünceleri teolojik, metafizik inanç ve düşüncelerin yerine pozitivist olgusal ilkeleri geçirmek isteyen oldukça etkili bir sosyal bilim çevresince ele almış.
18. yüzyıl sanayileşmesinin başladığı, 19. yüzyıl ise hızlanıp hayatın birçok sahasına yayıldığı bir dönem olduğundan insan hakları konusundaki uygulamalar bakımından iki yüzyıl arasında pek fark yoktur. 18 ve 19. yüzyıllarda iktisadî, siyasî, teknik ve kültürel alanlardaki gelişmelere paralel olarak toplumun sosyal yapısında büyük değişim ve dönüşümler meydana gelmişti.
Sonuç olarak demokratikleşme, demokratik haklar, demokratik sistem ve demokratik rejim gibi birçok kavramı anlamak için öncelikle demokrasi kavramını çok iyi anlamak, özümsemek gerekiyor. 1993 yılında gerçekleştirilen Kopenhag zirvesinin ardından Avrupa Birliği kendisini özellikle hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan haklarına, azınlıklara saygı temelinde bir değerler birliği olarak tanımlamıştır. Avrupa coğrafyası yüzyıllar boyu kanlı savaşlara, çatışma, çekişmelere sahne olsa da kendi içinde demokrasiyi oturtmuş bir kıtadır. Karşımızda özgürlük, eşitlik, adalet ve barış temelli bir toplum yapısı gerçekleştirme düşüncesi ve insan hakları ve demokratik değerlere uygun bir Avrupa var. Avrupa Birliği’nin demokrasi ve insan hakları eğitimi alanındaki değerlerinin siyasete, dil, din, kültür, öğretim eğitim hayatına yansımasına bakıldığında eksiksiz bir uyumdan söz edebilirim. Dünyada gelişmiş olmanın göstergesi olarak sadece ekonomi değil demokraside insan hakları da baz alınır…