Filistin topraklarında geçen Ekim ayından bu yana ağır bir insanlık suçu işleyen İsrail’in, 1 Nisan günü Şam’da İran’ın konsolosluk binasını vurması sonucu, aralarında İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nde üst düzey komutan olan Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi’nin de olduğu en az sekiz kişi yaşamını yitirdi.
Bu saldırının hemen ardından, İran neredeyse aralıksız olarak, bu saldırının “hesabının sorulacağı” odaklı birçok açıklama yaptı.
Bu saldırıdan 12 gün sonra, 13 Nisan günü İran’ın, 300’den çok balistik füze ve onlarca silahlı drone kullanarak İsrail’e saldırması, önce uluslararası düzeyde, “Yeni bir dünya savaşı mı geliyor?” kuşkularıyla yankılandı. Ancak, daha sonra İsrail’in yaptığı açıklamaya göre, bu silahların yüzde 99’u havada imha edildi; dolayısıyla intikam saldırısının hiçbir olumsuz etkisi olamadı.
Ancak, “göstere göstere” gelen intikam saldırısının daha da dikkat çeken yanı, dünyanın en büyük askeri gücü ABD ve onun en yakın müttefiki Birleşik Krallık’tan art arda gelen açıklamaların, işin rengini ve görüntüsünü oldukça değiştirmesi oldu.
“Bu hafta sonu ilave Kraliyet Hava Kuvvetleri uçakları konuşlandırıldı”
Birleşik Krallık Savunma Bakanı Grant Shapps, saldırıdan birkaç saat sonra yaptığı açıklamada, “Dün gece Birleşik Krallık, İran tarafından fırlatılan ve Orta Doğu’da sivillerin yaşamına tehdit oluşturan çok sayıda tek yönlü insansız hava aracını durdurarak imha etti. Bölgedeki varlığımızı güçlendirmek üzere bu hafta sonu ilave Kraliyet Hava Kuvvetleri uçakları konuşlandırıldı. Böylesine ciddi bir tehdide hızlı ve etkin bir şekilde karşılık veren silahlı kuvvetler personelimize teşekkür ediyorum; onların profesyonelliği rakipsizdir. Tüm uçaklar güvenli bir şekilde üsse döndüler” dedi. Kısacası İran’ın, Irak, Suriye ve Yemen’deki üslerinden yolladığı SiHA’lar ve füzeleri İsrail, ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün havada vurarak etkisiz hale getirdi.
Birleşik Krallık’ta adının açıklanmasını istemeyen bir Başbakanlık Sözcüsü de, İsrail’in ve bölgesel güvenliğin savunulmasında ortak hareket etme kararlılığını sürdürdüklerini vurguladı ve Irak ve Suriye’de İran ya da IŞİD kaynaklı her türlü saldırıya karşılık vereceklerini vurguladı ve “Pilotlara ayrıca İran’dan ya da vekillerinden gelen hava saldırılarını mevcut misyonumuzun menzili içinde engelleme izni verildi. Bu, uçağımıza doğru uçan ya da hasar vermek üzere geçen herhangi bir füzeyi imha edebilmemizi sağlamak için alınan sağduyulu bir önlemdi” dedi.
Ardından, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, “tam da hava saldırısının sona erdiği sırada” (İsrail saatiyle 04.00’te) ABD Başkanı Joe Biden ile telefonda 25 dakika süren görüşmesinin ayrıntıları geldi. ABD tarafından yapılan açıklamaya göre Biden Netanyahu’ya, “Amerika’nın İsrail’in güvenliğine olan sarsılmaz bağlılığını” bir kez daha teyit ettiğini söyledi.
Biden da saldırının ardından yaptığı açıklamada, “İran’ın küstah saldırısına karşı birleşik bir diplomatik tepki koordine etmek üzere” harekete geçeceklerini söyledi ve ekledi:
“Ekibim bölgedeki mevkidaşlarımızla temas halinde olacak. Ayrıca İsrail liderleriyle de yakın temas halinde olacağız. Bugün kuvvetlerimize ya da tesislerimize yönelik bir saldırı görmemiş olsak da, tüm tehditlere karşı tetikte olacağız ve halkımızı korumak için gerekli tüm adımları atmakta tereddüt etmeyeceğiz.”
Blinken, Cameron ve Baerbock ile İran’ın İsrail’e saldırısını görüştü
Biden’ın bu açıklamasının hemen ardından, ABD Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı David Cameron ve Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile İran ve vekillerinin İsrail’e yönelik dünkü “pervasız ve benzeri görülmemiş” saldırısını görüştü. Taraflar bu saldırıların mümkün olan en güçlü şekilde kınanması ve bölgede gerilimin daha da tırmanmasının önlenmesinin önemi konusunda mutabık kaldılar. Bakan, ABD’nin İsrail’in güvenliğine olan “kesin ve sarsılmaz” bağlılığını bir kez daha teyit ederek, tüm tehditlere karşı uyanık kalacaklarını ve sivilleri korumak için gerekli tüm adımları atmakta tereddüt etmeyeceklerini vurguladı.
Blinken bu konudaki görüşmelerini, Ürdün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Ayman Safadi ile sürdürdü. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre görüşmede, “İran’ın İsrail’e yönelik benzeri görülmemiş hava saldırısı ve bölgede gerilimin daha da tırmanmasını önleme ihtiyacı” ele alındı ve taraflar Gazze’deki krize İsrailliler ve Filistinliler için kalıcı barış ve güvenlik sağlayacak kalıcı diplomatik çabaların önemini bir kez daha teyit etti.
ABD’den gelen açıklamaya göre, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile de, İran’ın İsrail’e “pervasız ve benzeri görülmemiş” saldırısına ilişkin görüşen Blinken, Fidan’a ABD’nin İsrail’in güvenliğine olan sarsılmaz bağlılığını bir kez daha teyit etti ve tüm tehditlere karşı tetikte olduklarını ve sivilleri korumak için gerekli tüm adımları atmaktan çekinmeyeceklerini vurguladı. Blinken, Türkiye’nin ardından Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Shoukry ile görüşmesinde de, İran’ın İsrail’e yönelik hava saldırısını ele aldı.
Blinken, S. Arabistan Dışişleri Bakanı Farhan Al Saud ile de görüştü
ABD tarafından yapılan açıklamaya göre, Blinken ve Shoukry, gerilimi tırmandırmaktan kaçınmanın ve diplomatik bir yanıt üzerinde eşgüdüm sağlamanın önemini vurguladılar ve Filistinli sivillerin korunması ve tüm rehinelerin serbest bırakılmasını güvence altına alan acil bir ateşkesin sağlanmasının önemini de ele aldılar.
Blinken bu konudaki görüşmelerini Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faisal bin Farhan Al Saud ile sürdürdü. Blinken ve Al Saud, tahmin edildiği gibi İran tarafından İsrail’e karşı gerçekleştirilen “benzeri görülmemiş hava saldırısını” ele aldı. Blinken, ABD’nin gerilimi tırmandırmak istemediğini, ancak İsrail’in savunmasını desteklemeye devam edeceklerini vurguladı ve iki bakan, koordineli bir diplomatik yanıtın önemi ve yakın temasın sürdürülmesi konusunda mutabık kaldılar.
Biden’ın çağrısının ardından art arda yapıldığı anlaşılan tüm bu görüşmelere ilişkin açıklamalar, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapıldı; kısacası, edindiğimiz bilgiler, kapalı kapılar ardında ya da özel telefon hatları üzerinden yapılan görüşmelerin içerikleri bize aktarıldığı kadarıyla sınırlı kaldı. Bir başka deyişle, bilmemiz istendiği kadarıyla yetinmek zorundaydık.
Joe Biden Beyaz Saray’da, Japonya Başbakanı Fumio Kishida’yı ağırladı
Buradan bakınca, İran’dan beklenen saldırı gelince, “elbette” özellikle Batı dünyasının önde gelen ülkelerinden böylesi seslerin yükselmesi oldukça “normal gelişmeler” olarak algılanabilir. Bir egemen ülke, bir başka egemen ülkenin topraklarına böylesi ciddi bir saldırı girişiminde bulunduysa, elbette buna tüm dünya tepki gösterecek ve yinelenmemesi için ne gerekiyorsa yapılacağı uyarasını yükseltecektir. Ancak, gerek bu sürece ilişkin arka plan bilgiler, gerekse hemen ardından gelen açıklamaların ortaya koyduğu gelişmeler, gerçekte bize daha önce başlayan bir sürecin olağan aşamalarıymış izlenimi veriyor.
Örneğin, tüm bu gelişmelerden kısa süre önce (10 Nisan) Joe Biden Beyaz Saray’da, Japonya Başbakanı Fumio Kishida’yı ağırladı. Görüşmede, iki ülkenin Çin ve Rusya’ya karşı ittifaklarını güçlendirerek, füzelerden Ay’a inişlere kadar uzanan askeri işbirliği ve proje planları üzerinde duruldu. Görüşme sonrası düzenlenen ortak basın toplantısında, Gazze ve İsrail, Ukrayna ve Rusya, Kuzey Kore ve dünyanın diğer noktalarına ilişkin değerlendirmeler ve Japonya’nın dünya genelinde ve özellikle de ABD için artan önemine ilişkin görüşler ortaya koyuldu. Ancak daha da önemlisi, ABD ve Japonya, bir kriz anında Japon kuvvetleriyle daha iyi çalışabilmek için Japonya’da var olan “ABD askeri komuta yapısını yükseltmeye” ilişkin girişimleri de dahil olmak üzere, “savunma işbirliği konusunda yaklaşık 70 anlaşma” imzaladıklarını da duyurdular.
Yeni yolun temeli Yeni Delhi’de toplanan G20 Ülkeleri Liderler Zirvesi’nde atıldı
Ancak, daha da geriye yaklaşık bir yıl kadar öncesine, geçen yıl 9-10 Eylül’de Hindistan’ın Başkenti Yeni Delhi’de toplanan G20 Ülkeleri Liderler Zirvesi”nde yaşananlara kadar gitmek gerekiyor. Financial Times’ın (FT) “Türkiye, G20’nin Hindistan-Orta Doğu ticaret koridoru planına alternatif sunuyor” başlığıyla verdiği haberde, “Türkiye, Asya’dan Avrupa’ya giden mallar için bir ulaşım yolu olarak tarihi rolünü güçlendirmeye çalışırken, G20 zirvesinde kabul edilen Hindistan-Orta Doğu ticaret koridoru planına alternatif olarak bölgesel ortaklarıyla ‘yoğun müzakereler’ yürütüyor” denildi.
Ayrıntılarını geçen Eylül ayındaki yazımızda da (Yeni rota Büyük İskender’in yolu – 22/09/2023) göreceğiniz gibi, söz konusu hat, petrol zengini Güney Irak’taki Grand Faw Limanı’ndan Türkiye’ye mal taşınacağını gösteriyor. Plan, 1,200 kilometrelik yüksek hızlı demiryolu ve paralel bir karayolu ağına dayanacak. Plan üç aşamadan oluşuyor ve ilk aşamanın 2028’de, son aşamanın ise 2050’de tamamlanması hedefleniyor.
İlk bakışta, ABD ve AB’nin önerdiği rotaya göre “daha kestirme” olduğu savunulabilecek olan Türkiye’nin önerisi oldukça mantıklı görünüyordu. Hindistan’dan yola çıkacak mallar hızla Irak’ın güneyine gelecek, oradan trenlerle Marmaray’a taşınacak, İstanbul Boğazı’nı aşarak, Avrupa kıtasına ulaşacak. Tamam da, AB kapısı çalındığında sorulan “insan hakları, basın özgürlüğü, bağımsız yargı” temelli sorulardan kaçmak için önerilen yeni rotanın bir ucunda yine AB ve en doğal müttefiki ABD var. Daha sonra, Biden ve Putin’in Orta Doğu ve Çin ziyaretleri (18/10/2023) başlıklı yazıda da, İsrail’in insanlık dışı saldırılarıyla tüm dünyada büyük tepki çeken Orta Doğu’daki ağır tablonun bir ucunun da bu yeni rotaya dayandırıldığını anlattım. (Gazze’den Kızıldeniz’e Ben-Gurion Kanalı – 22/11/2023)
ABD, Birleşik Krallık ve AB bölgeye inanılmaz bir askeri güç yığınağı yapıyor
Bilindiği gibi, geçen yılın sonlarına doğru, özellikle Kızıldeniz üzerinden Hindistan’a uzanan ticaret yolunda seyir halindeki çok sayıda gemiye yapılan saldırılar da öne çıkmaya başlayınca, özellikle Birleşik Krallık bayraklı savaş gemileri ve ABD’nin uçak gemilerinden oluşan büyük filoları da bölgeye yığıldı. Söz konusu saldırıları engellemek için bölgede bulunan bu güçler, İran’ın son saldırısında da öne çıktı ve saldırıda kullanılan silahlı İHA’lar ve balistik füzelerin havada imha edilmesinde önemli rol oynadılar.
Kısacası, gerçekte 2023 yılının Eylül ayında gündeme gelen ve ilk aşamasının beş yıl içinde (2028) bitirilmesi öngörülen yeni ticaret yolunun önüne çıkan engeller, bu hattın öncüleri olan ABD, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği ülkeleri, daha ilk günlerden itibaren bölgeye inanılmaz bir askeri güç yığınağı yapıyor. Bu güçlere, artık petrol gelirlerinin ötesine geçmeye çalışan Suudi Arabistan ve İran dışındaki diğer petrol zengini ülkeler de gönüllü olarak katılıyor.
Tüm bunlara biraz yükselip yukarıdan bakınca, görünen tablo bize, devasa “yeni ticaret ve ucuz emek yolunun” fotoğrafını daha net olarak gösteriyor: Yeni ticaret ve ucuz emek yolunun kurucu heyeti, daha inşaat aşamasında önüne çıkan her türlü engeli sahip olduğu savaş mekanizmalarıyla kökünden söküp atmaya oldukça kararlı hareket ediyor ve ilerliyor. Öyle görünüyor ki, bu hareketin önünde engel gibi görünen/gösterilen İran ve Hamas gibi müttefikleri de kullanılmaya oldukça elverişli bir şekilde onların yoluna kurban oluyor.
Poltico’nun yorumcuları Jamie Dettmer, Gabriel Gavin ve Christian Oliver, ortak analizlerinde bu durumu oldukça net bir şekilde özetliyor:
İran artık hayali bir öcü değil ve bu, Gazze’deki ve potansiyel olarak Lübnan’daki savaşını sürdürürken Tahran’ın Cumartesi günkü insansız hava aracı ve füze saldırısını siyasi avantaja çevirebilecek olan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu için bir nimet. Netanyahu, İsrail’in güvenliğine yönelik neredeyse her tehdidin arkasında mollaların parmağı olduğunu tespit ettiği için uzun zamandır alay konusu oluyor ve dini lider Ayetullah Ali Hamaney’den gelebilecek doğrudan bir saldırı riskini abartmakla suçlanıyordu.
Bu yeni dinamik Netanyahu’nun uluslararası askeri destek sağlama konusunda elini büyük ölçüde güçlendiriyor ve Gazze Şeridi’nde İran destekli Hamas’a karşı savaşını iki katına çıkarmasına ve muhtemelen İran’ın bir başka Şii vekili olan Lübnan Hizbullah’ına geçmesine olanak tanıyor. Başbakan artık Gazze savaşını, nükleer silah peşinde koşan İslamcı köktendinciler tarafından yönetilen iyi silahlanmış bir jeostratejik ağır sıklete karşı ulusal bir hayatta kalma mücadelesi olarak göstermek için daha fazla hareket alanına sahip.
Görsel: wanderon.in