İnternette geçen yüzyıla ait bir video izledim. İki ünlü şahsa ait. İkisi de rahmetli…
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile gazeteci Mehmet Ali Birand… Video, Birand’ın kalabalık bir seyirci topluluğu önünde Demirel ile yaptığı bir söyleşiden kısa bir bölümü yansıtıyor. “Demirel: Ben bordrolu değilim ki emekliye ayrılayım!” başlığı ile.
Birand soruyor, “Emekliye ayrılınca ne yapacaksınız? Niyetiniz var mı emekliye ayrılmaya?”
Demirel yanıtlıyor: “Kim dedi emekliye ayrılacağım diye. Ben bordrolu değilim ki emekliye ayrılayım. 16 Mayıs’da benim görevim biter. Ben bitti dediğim için değil. Anayasa bitti dediği içindir. Bu memleketin anayasası var. Anayasanın 102. Maddesi var. Hiç kimse telaşa kapılmasın. 102. madde gereğince TBMM cumhurbaşkanını seçer. Eğer o maddeyi TBMM değiştirmek isterse o da onların elindedir. Binaenaleyh Türkiye’de hiçbir şey sahipsiz değildir.”
Söyleşi rahat bir ortamda geçiyor. Herkesin yüzü gülüyor. Demirel’in sözü yer yer alkışlarla kesiliyor. Son derece keyifli bir ortam…
Demirel doğru söylüyordu “Ben bordrolu değilim ki emekliye ayrılayım” derken. Siyasilerin memur gibi emekliye ayrılmaları söz konusu olamaz. Başta cumhurbaşkanları, siyasilerin göreve gelmeleri ve görevden ayrılmaları Anayasa’nın öngördüğü şekilde gerçekleşir. Anayasa belirlemiştir ayrıca görevde kalma sürelerini. O tarihlerde TBMM Anayasa’nın 102. Maddesinde bir değişikliğe ihtiyaç duymamıştı. Demirel, süresi dolduğunda sessiz sedasız Çankaya’daki Köşk’ten Güniz Sokak’taki evine dönmüştü.
Dün olduğu gibi bugün de telaşa gerek yok. Dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de hiçbir şey sahipsiz değil. Dün olduğu bugün de cumhurbaşkanının görev süresi Anayasada belirlenmiştir. TBMM arzu ederse Anayasa’da değişikliğe gidebilir.
Bu yola gidilmesi halinde Anayasa’nın öngördüğü şekilde ve demokratik esas ve usuller çerçevesinde hareket edilmeli. Etik değerler gözetilmeli. Otoriter ülkelerde gözlenen yöntemlere başvurulmamalı. Bu tür yaklaşımların ülkeyi yoracağı, gerginliklere yol açacağı unutulmamalı. Demokratik ülkelerde, siyasilerin ülke menfaatlerini, kişisel hırs ve arzularının önünde tuttukları gözardı edilmememeli.
Demokratik ülkelerde keza, iktidarlar güçler ayrılığı ilkelerine saygı gösterirler. Yasama ve yargı mensuplarının kendi memurları statüsünde kişiler olmadıklarını bilirler. Dördüncü güç olan basının bağımsızlığına, tarafsızlığına saygı gösterirler. Demokrasinin a-b-c si budur.
Demokrasilerde gazeteciler, soracakları sorular önceden ellerine tutuşturulacak kişiler değillerdir. “Şunu sor, şunu sorma” diye talimat verilecek kişiler değillerdir. Bu tür söylentiler duyulmaz. Gazeteciliğin de kendine göre etik ilkeleri vardır. “Doğruluk, bağımsızlık, tarafsızlık, insanilik, hesap verebilirlik” gazetecilik ilkelerinin başında gelir. Demokrasilerde gazeteciler bu ilkeleri titizlikle korur, savunur.
Öte yandan, basının karşısına çıkmak her yiğidin harcı değildir. Demirel’in canlı yayında Birand’ın karşısında ne denli rahat, öz güven içinde, eleştiriye açık, hoşgörülü, esprili bir siyasetçi olduğu görülüyor. Birand gibi gazeteci her soruyu sorabilir. Bu onun işi. Gazetecinin karşısına çıkan onun her sorusunu yanıtlamak zorunda değildir. Cevap verirken çok dikkatli davranmak, kelimeleri, cümleleri dikkatli kullanmak gerekir. Bu da kıvrak zeka gerektirir. Demirel bunu çok iyi başarırdı. Söyleyeceğini söyler, söyleyemeyeceğini ustalıkla savuştururdu.
Özellikle dış politika konularında siyasiler, konumları ne olursa olsun, yaptıkları açıklamalara verdikleri demeçlere çok çok dikkat etmeliler. Söylenecek her sözün dış ilişkilerde baş ağrısına yol açabileceği göz ardı edilmemeli. Yapılacak açıklamalarda Dışişleri Bakanlığı ile istişare edilmeli, ayaküstü demeçlerden kaçınılmalı. Resmi sıfatı olan siyasiler keza yaptıkları dış temasları hakkında Dışişleri Bakanlığını bilgilendirmeye özen göstermeliler. Demirel bu konulara özel önem verirdi. Dış temaslarında yanına Dışişleri Bakanlığından bir uzmanı alırdı. Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra da yaptığı dış temasların ardından büyükelçilerimizi bilgilendirmeyi ihmal etmezdi.
Devletin stratejik öneme haiz kurumlarının başlarında gelen Dışişleri Bakanlığı, basınla ilişkilerde de başarılıdır. Uzun yıllardır Bakanlık Sözcüsü dış politika konularında basın mensuplarını bilgilendirmektedir. Dışişlerinin yetenekli, donanımlı diplomatları bu görevi başarıyla yerine getirmektedirler. Sözcünün, Bakanlığın ilgili dairelerinden gelen bilgi notları çerçevesinde yaptığı açıklamalarda, her kelime, her cümle özenle seçilir. Sorulabilecek sorulara verilebilecek yanıtlar önceden tasarlanır.
Birand’ın Demirel ile yaptığı söyleşinin videosu bana bunları anımsattı. Video sosyal medyada paylaşımda. Paylaşımın altına yapılan yorumlar dikkatimi çekti. Bir yurttaş, “Bir zamanlar böyle gerilmeden tebessümle seyrettiğimiz programlar vardı” demiş. Bir diğeri, “Sayın Demirel’i çok özlüyoruz. Sevgili Isparta’sında nurlar içinde yatsın” demiş. Bir yurttaş da, “Demirel’i zamanında çok eleştirdik, izlediği politikalara karşı çok mücadele verdik, ancak gün gelecek onu mumla arayacağımı, özleyeceğimi hiç düşünmemiştim” yazmış. “Demirel’in değerini şimdi daha iyi anıyoruz” demiş bir başkası da…
Geçmişte Demirel’i eleştirenler, izlediği politikalara karşı mücadele verenler bugün onu mumla aradıklarını söylüyorlar. Kimi de geçmişte gerilmeden, tebessümle seyrettikleri TV programlarını özlüyor. Basına verdiği espri dolu, hoşgörü dolu, zeka ürünü demeçleri özlüyor. Değerini daha iyi anlıyor.
O zamanın gazetecileri daha iyi anımsar Demirel’in basınla ilişkilerini. Muhalefetle ilişkilerini. Halkla ilişkilerini. O zamanların rahat diyaloglarını. O zamanlarda demokrasimiz, 21. yüzyılda olduğu gibi ileri düzeyde demokrasi değildi! Ancak, yurttaşımızın dediği gibi, o yıllarda gerilmeden, tebessümle, keyifle, ilgiyle seyrettiğimiz programlar vardı. Parti liderlerinin topluca basın mensuplarının sorularını yanıtladıkları TV programları vardı. Gazetelerde, dergilerde liderlerin türlü çeşitli karikatürleri yayınlanırdı. İnce espri dolu, Köşe yazıları çıkardı gazetelerde eleştiri yüklü. Duyardık liderlerimizin karikatürle keyifle inceledikleri. Pek duymazdık gazetecilerin yazdıklarından ötürü davalık olduklarını.
O zamanın önde gelen siyasileri de pek sütten çıkmış ak kaşık sayılmazlardı. Kendilerini çokça eleştirir, “bıktık artık bu yüzlerden, yenileri gelsin” derdik. Bu eleştiriler hoşgörü ile karşılanırdı. Koalisyonlar dönemiydi. İktidarda olanların pek aklına gelmezdi, eleştirenleri dava etmek, muhalifleri baskı altına almak, sindirmek, itibarsızlaştırmak. Toplumun az eğitimli, dış dünyaya kapalı kesimlerini yönlendirme usul ve esasları hakkında da pek bilgi, beceri sahibi değillerdi.
O yılların gazetecileri arasında da yolsuzluk, yoksulluk vs. hakkında araştırmalar yapan, iç ve dış gelişmeler hakkında toplumu aydınlatmaya, bilgilendirmeye çalışan gazeteciler vardı. Ancak “ellerine tutuşturulan soruları sormakla yetinen” gazetecilerin varlığından söz edilmezdi. Bu tür söylentiler duyulmazdı.
O yılların önde gelen siyasilerin ve gazetecilerin bir bölümü Demirel ve Birand gibi hakkın rahmetine kavuştular. Vefat edenler ışıklar içinde uyusun, mekanları cennet olsun. Sağ olanlara sağlıklı, huzurlu, mutlu ömürler dilerim…
Not: Medya Günlüğü’nün yeni açılan Bluesky hesabını takip etmek için: https://bsky.app/profile/mgunlugu.bsky.social