1980’li yıllarda ETKA İran ordusunun ihtiyaç duyduğu malları tedarik eden askeri bir kuruluştu; büyük miktarlardaki alımlar için ihaleler açıp yurt dışından da teklifler alıyordu.
İhracat yöneticisi olduğum şirket, kuruluşun açtığı nohut, fasulye, mercimek tedariki ihalesine katılmış ve kazanmıştı. Ne acıdır ki günümüzde ithal ettiğimiz bu ürünleri o dönemler ihraç ediyorduk.
ETKA’da sivil yöneticiler çalışmasına rağmen ofisleri askeri garnizonun içindeydi. Sistem şöyle yürüyordu:
Görüşme için önceden randevu alınıyor, girişte bir süre bekletildikten sonra iç güvenlikten sorumlu bir asker sizi alıp görüşeceğiniz insana götürüyor ve tüm toplantı boyunca yanınızdan ayrılmıyor, sizi dinliyor, işiniz bitince de kapıya kadar uğurluyordu.
Yetkililer ile görüşmelerimizi İngilizce yapıyorduk, birkaç kez gidiş gelişlerde yanımızdaki güvenlikçi ile sohbet etmek istedim ama İngilizce bilmiyordu. Olsun, yine de yetkililer ile tüm toplantı boyunca neler konuştuğumuzu dinlemeyi ihmal etmiyordu!
Kuruluş ile görüşmelerimiz sıklaşınca oradaki görevlilerle de samimi olmuştuk, bu görüşmemizin birinde satın almada çalışan Ağa-i (bey)Muzaffer, “Beyler aman dikkatli olun, alınan istihbarata göre bu gece Irak uçaklarının Tahran’a gelme ihtimali var” dedi.
İran-Irak Savaşı başlayalı yaklaşık 3-4 yıl olmuştu ama çatışmalar karada ve sınır boylarında gerçekleşiyordu, büyük şehirlere hiç yayılmamıştı. Biz bu istihbaratın basit bir dedikodu olabileceğini düşünüp üzerinde hiç durmadık.
Gece uyurken sanki birisi dürttü, keskin bir ıslık sesi ile uyandım ve anında gök gürültüsü gibi bombalar yağmaya başladı. Yataktan kendimi yere attım, telefon çaldı, Aksel “geldiler” dedi. Kaldığımız Grand Azadi Oteli Tahran’ın kuzeyinde, dağların eteğinde olduğu için en güvenilir yerlerden biriydi. Odadan hiçbir şey görülmüyordu ama koridorun ucundaki pencereden Mehrabad Havaalanı çok net görünüyordu. Eğilerek oraya kadar gittim, pencerenin yanında durmuş “keyifle” dışarıyı izleyen bir Hollandalı otel müşterisi daha vardı.
Derken bombardıman sesleri kesildi, Irak uçakları saldırıyı bitirip dönüşe geçmişlerdi ama havaalanından ateş etmekte olan uçaksavar mermilerinin saçtığı ışıklar devam ediyordu. her 8-10 beyaz ışık saçan merminin peşine bir kırmızı ışık saçan mermi gidiyordu. Hollandalı gülerek bana mermiler hakkında bilgi verdi. Biz nohut, mercimek, fasulye satmaya uğraşırken galiba bu zat da aynı kuruluşa mermi tedarik ediyordu! Bir süre sonra ateş kesildi ve ortalık sessizliğe büründü.
Ertesi günü Irak uçaklarının bıraktığı bombalardan bazılarının otelin birkaç kilometre aşağısındaki bir hastaneye isabet ettiğini öğrendik. Kayıplar hakkında basına uygulanan sansür nedeniyle kimse net bir şey söyleyemiyordu.
Bombardımandan bir gün sonra yine ETKA ile görüşmeye gittim. Garnizon girişindeki bekleme salonunda İran askerleri ile sohbet ettik, konu elbette bir gece önce gelen Irak uçaklarıydı. İran Azerisi askerlerden biri bombardıman esnasında ne yaptığımı ve korkup korkmadığımı sordu. Ben de dürüstçe korktuğumu itiraf edip sonra da ona “Siz ne yaptınız” diye sordum.
Gururlanarak göğsünü şişirdi ve “Biz uçaklar gelir gelmez hemen tüfeklerimizi alıp dışarı fırladık” dedi. Aksel ile birbirimize bakarken gülmemek için kendimizi zor tuttuk.
8000 feet yükseklikte uçan Irak uçaklarına karşı elde piyade tüfekler ile nöbet tutmak nasıl bir kafaysa artık…
Fotoğraf: ifpnews.com
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm