1981 yılında Libya’ya yaptığımız ihracatının üzerinden 3 ay geçmesine rağmen paramız ödenmemişti; bankamız aracılığı ile ödemeler defalarca hatırlatılmış, bir cevap çıkmayınca Libya’ya bizzat gidip yönetici ile görüşmüş, ilk görüşmemizde olayı çözmek için randevu verdiği halde yönetici 10 günlük bir yurt dışı ziyaretine gitmiş, ben de mecburen İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştım…
Fabrikada ikinci parti sipariş de hazırlanmıştı, alıcıya teleks ile ilk ödeme olmadan sevkiyatı yapamayacağımızı bildiren bir mesaj yolladım, gelen cevapta ödeme için banka işlemlerine başlandığını ve sevkiyata devam etmemiz isteniyordu; sonuçta karşımızdaki alıcı bir devlet kuruluşuydu, herhalde yalan söyleyecek halleri yoktu.
İnandık, ihracatı yaptık, yapmak zorundaydık zira o dönemler İstanbul’dan Libya’ya düzenli deniz yolu taşımacılığı yoktu, daha önceki Libya ihracat deneyimlerimizde akreditif (belirli bir sürede ve şartlarda ihracatın yapılması halinde ödemenin banka tarafından yapılacağı garanti eden resmi belge) süresi içinde mallar hazırlanmasına rağmen gemi bulunamamış, gemi yük almaya geldiğinde ise akreditifin süresinin bittiği için ödeme garantisinin geçerliliğini yitirdiği zamanları yaşamıştık.
2. parti ihracat da sevk edildi, aradan 2 ay daha geçti ancak hâlâ paralardan bir haber yoktu, bankaya da gelen bir şey olmamıştı, Libya’ya gidip tekrar paranın peşine düşmek şart olmuştu.
Müşteriden yeni bir randevu daha alındı, Trablus şehir merkezinde Libya halk kahramanı direnişçi Ömer Muhtar’ın adının verildiği caddede bulduğum Atlas otele rezervasyon teleksi çekip, teyidini de aldıktan sonra uçağa atlayıp Libya’ya uçtum.
Taksi otelin önünde durduğunda hava çoktan kararmıştı, otel resepsiyonuna pasaportumu uzattım, görevli adam işlemlerin biraz uzayacağını, lobide oturup beklememi, oda hazır olduğunda haber vereceğini söyledi. Bekleyiş uzadıkça uzadı, 30-40 dakika sonra tekrar resepsiyona gidip odayı sordum, işlemlerin henüz bitmediğini ama bu arada çıkıp akşam yemeğimi yiyebileceğimi söyledi, çaresiz dediğini yaptım.
Yemek dönüşü, saat 22.00 gibi resepsiyondan anahtarımı verdiler, oda kapısının kilidine anahtarı soktum ama bir türlü açılmıyordu, herhalde yanlış anahtar diye tekrar resepsiyona döndüm, bu kez görevli de benimle birlikte odaya çıktı. O da açamayınca kapıyı vurmaya başladı, içeriden ayak sesleri geldi, kapı açıldı, uykulu gözlerle iri yarı bir Arap kapıdan başını uzattı. “Ne var, ne istiyorsun?” der gibi suratımıza bakınca yanımdaki otel görevlisi Arapça bir şeyler söyledi, odadaki adam içeri girmem için yana çekildi, resepsiyon görevlisi, “birkaç gün bu odayı birlikte kullanacaksınız başka odamız yok maalesef” dedi.
Beklemenin nedeni anlaşılmıştı ancak o saatten sonra yeni bir otel aramak çılgınlık olacağı için 3 yataklı odada hiç tanımadığım iki Libyalı Arap ile odayı paylaşmak zorunda kaldım, bereket 2 gün sonra adamlar gitti, beni de tek kişilik bir odaya aldılar ama olayın daha çarpıcı bir tarafı vardı o da; bir hafta sonra otelden ayrılırken hesabı ödediğimde diğer iki yatağın parasının da benim faturama yazıldığını gördüm, itiraz ettim, aldığım cevap en az olayın kendisi kadar ilginçti.
“O ikisinden para alamayız çünkü onlar Halk Komitesi üyeleri, para ödemezler, siz 3 kişilik odada kaldınız o yüzden bu odanın parası da siz ödeyeceksiniz.”
Neyse, ertesi günü firma yöneticinin yanına çıktım, İstanbul’dan gelirken aldığım lokumu da uzattım ve önceki ziyaretimde kararlaştırmamıza rağmen kendisinin seyahati nedeniyle görüşememenin küçük bir sitemini yaptım ancak bizim yönetici gayet kızgın bir ifade ile çekmecesinden A4 ölçüsünden biraz daha büyük, üzerinde Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın resminin bulunduğu buruşturulmuş bir kağıt çıkartıp önüme koydu, “Bu resim sizin malların arasından çıktı, bu adam bizim halk düşmanımızdır” dedi.
Mısır lideri Sedat o dönemler İsrail Başbakanı Menahem Begin ile “Barış Anlaşması” imzaladığı için başta Libya olmak üzere birçok Arap devleti tarafından hain ilan edilmişti, Libya televizyonlarında her akşam haberler anons edilirken Arap ülkelerini gösteren bir harita yayınlanır, ekrandaki tüm Arap ülkeleri yeşil renkle ancak sadece Mısır “Arap aleminin yüz karasıdır” der gibi siyahla gösterilirdi.
Karşımdaki insan bir açıklama bekliyordu. Bizim firma o dönemler Mısır’a ihracat yaptığımız bir müşterinin rica etmesi ile Enver Sedat’ın üniformalı birkaç fotoğraflarını melamin panolara basıp Mısır’a yollamıştık, o müşterimiz de iş yaptırdığı resmi kişi ve kuruluşlara bu panoları hediye ediyormuş, işgüzar bir işçimiz Mısır ile Libya arasındaki ilişkiyi bilemeden, belki de bir iyi niyet gösterisi olarak yolladığımız malların arasına bu Enver Sedat baskılı kağıtlardan birkaç tanesini koymuş.
Masanın üstüne konulan buruşturulmuş resimleri görünce mümkün olduğu kadar sakin ve güler yüzle “Bunda ne sorun var ki? Bu kâğıtları biz ambalaj malzemesi olarak kullanıyoruz,” dedim. Enver Sedat’ın resminin saygıdeğer bir işte kullanılmadığını öğrenmek onu biraz rahatlatmıştı, çay söyledi, biraz daha sohbet edip, konuyu geciken ödemeye getirdim, muhasebeye hemen talimat vereceğini, ertesi gün gelmem halinde ödemenin belgelerinin kopyalarını alabileceğimi söyledi.
Ertesi sabah otelden çıkarken sokaklarda bir gariplik hissettim, normal bir iş gününe benzemiyordu, yollar çok tenhalaşmıştı, taksi verdiğim adresin önünde geldiğinde binanın kapalı olduğunu gördüm, meğer 2 günlük resmi bayram tatilleri varmış, tipik bir Arap davranışı ile “Bukra inşallah” diyerek beni yine başından savmıştı.
Önümde hiçbir iş yapamadan geçirmem gereken koca iki gün vardı, karşıma her gün yeni bir olay çıkıyor ve işler uzayıp duruyordu, acaba bu ülkeden paramızı kolay kolay kurtarıp gidebilecek miydim?..
Not. Son bölüm Çarşamba günü yayınlanacak.