Türkiye bir kere daha seçim sathı mailine girdi.
Ecevit CHP’si ile Demirel AP’si dönemlerinde Demirel böyle ilan ederdi seçim ortamına girildiğini.
Oysa satıh hiç de meyilli değildi ve değildir.
Türkiye’de demokratik anlayış ve demokrasi çok partili döneme geçildiği günden beridir arpa boyu yol kat edemediği gibi yerinde bile saymamış ve sağdan geri çark ederek parti başkanları sultası altında yaşamaktadır.
Ve daha da kötü olan şudur ki bırakın Tayyip Erdoğan’ın beş adım gerisinde yürümeyi ve her demeç vereceğinde fotoğraf karesinde yer almak için canını dişine takanları Kılıçdaroğlu da Meclis’teki odasından çıkıp CHP grup toplantı salonuna gireceğinde CHP erkânı da en az beş adım gerisinden yürürdü. Salona girdiğinde de bütün CHP vekilleri ayakta karşılar, yeri göğü inletirlerdi her cümle sonunda.
Artık ilkokullarda bile öğretmen sınıfa girince öğrencilerin öğretmenlerini ayağa kalkarak karşılamaları aşılmış olmalıydı. Her gün ve hatta her derste gördüğü öğretmenine karşı ayağa kalkarak saygı gösterisinde bulunmak ancak ve yalnız zoraki/baskı altında saygı gösterisi olarak değerlendirilmeli ve öğrenciler ile öğretmenleri arasındaki ilişkiler tüzüklerin, baskının, zorlamanın sonucunda bir gösteri olarak değil sevginin çoşkusu ile çocukça olmalıdır.
Önümüzdeki yerel seçimlerde %4 oy alma ihtimali bile kalmamış-aslında zaten yoktu-AKP’den MHP’den sıtkı sıyrılanların acaba mı dedikleri bir seçenek gibiydi ve sadece mışş gibiydi.
O aslında bir hanımağa.
Borusu kendine doğru çalmazsa borazancıyı tardeden bir hanımağa olan bir hanımağa.
Mayıs seçimleri daha bitmeden başlamıştı mızıkçılığı ve sürüyor hâlâ, aslında bu mızıkçılıkta keramet aramanın herhangi bir kıymeti harbiyesi yok.
Yok çünkü hanımağanın siyasi ömrü hep mışş ile geçti.
Siyasetçiymişşş gibi yaptı ve kendisi de bir siyasetçiymiş gibi olan Tansu Hanım’dan makam kaptı, sonra ne mi oldu?
Mış gibilerin mış gibiliğinin yarattığı dertleri yaşıyor Türkiye yetmiş yılı aşkın bir süreden beri.
Mış gibi kaç başbakan sayabilirsin diye sorsanız 12 Mart dönemi Başbakanı Nihat Erim’den başlar ve Yıldırım Akbulut da dahil olmak üzere, Tansu Hanım, Mesut Bey diye devam eden uzun bir liste yazabilirim.
Hanımağamız da şimdi mışş gibiliğin tadını çıkarıyor, “kayberdersek sorumluluğu ben üstlenirim” diyor ya, işte böyle bir cümleyi ancak mış, siyasetsiymişşş, idealistmiş, ülkücüymüş gibi yapan biri kurabilir.
Çünkü bu cümleyi kurmak kaybedileceklerin/kaybedileceklerin bilincinde olmamakla ve sadece kendini seven, hem de aşırı seven egosantrik bir ruhla izah edilebilir.
Yolun kapalı olsun hanımağa.