Pazartesi, 10 Kas 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

İlk diller nasıl doğdu?

Halil Ocaklı
Son güncelleme: 16 Aralık 2023 00:30
Halil Ocaklı
Paylaş
Paylaş

En eski atalarımızın ilk anlamlı sözlerinin neler olduğu ve doğadaki nesneleri nasıl adlandırdıkları geçmişimizin büyük bilinmeyenlerinden biridir.

Gerçekten de, en eski dil acaba ne zaman ve nerede konuşuldu? İlk anlamlı sözler nelerdi? Örneğin, ağaca bizim gibi “ağaç” mı diyorlardı? İlk dili konuşan topluluğun bir adı var mıydı? İlk dil bugün konuşulan diller arasında mı, yoksa çoktan unutuldu mu?

Yukarıdaki sorular, “on bin yıl önceki dedenizin adı neydi” sorusu gibi yanıtsız kalacak kadar zorlayıcıdır. Bu sorulara yanıt aramak amacıyla çeşitli teoriler ve hipotezler geliştirilmişse de geçmişin karanlığında kalmış bu tür bilinmezlere dair kesin açıklamalarda bulunmak olanaksızdır.

On bin yıl önceki dedemizin, ninemizin adını bilmiyor olabiliriz ama kuşaktan kuşağa aktarılan genetik kodların izlerini hâlâ taşıyoruz. Bu izler, fiziksel özelliklerimizi etkileyebilir ve örneğin aynı burun yapısına sahip olabiliriz. Modern dillerde de acaba en eski dillerden izler kalmış olamaz mı?

Belki bir gün zamanda geriye ışınlanma teknolojisi geliştirildiğinde sorularımıza daha rahat yanıt bulabiliriz. Ancak bu soruları sormaz ve tartışmazsak, dilin kökeni ve evrimiyle ilgili merakımızı giderecek görüşler ve varsayımlar üretemeyiz.

Dillerin kökenini farklı yönlerden araştıran birçok bilim insanı, dillerin bir Afrika dili ya da dillerinden türemiş olacağı görüşünü savunmaktadır. Bu bağlamda, geçmişte insanların nasıl yaşadığını ve ilk dillerin nasıl ortaya çıktığını anlamak için yalnızca dil bilimsel veriler değil, antropolojik ve arkeolojik bulgulardan da yararlanılmaktadır.

İklim değişikliği ve kaynak kıtlığı gibi çevresel faktörlerin yaklaşık 110.000 yıl önce Afrika ekosistemini bozduğu ve yaşamayı zorlaştırdığı anlaşılıyor. Bu durum insan gruplarının kaynakları daha bol yeni yaşam alanları aramasına yol açmış ve bu arayışın sonucunda kuzeydoğu yönlü kitlesel klan göçleri ortaya çıkmıştır.

Bu göçlerle birlikte insanda dilsel gelişimin tetiklendiği ve Homo sapiens’in Afrika’dan çıkışıyla şekillendiği yaygın olarak kabul görmektedir. Bu süreç, dilin yalnız iletişim aracı olmanın ötesine geçerek toplumsal organizasyonu da artırdığı düşünülmektedir.

Science Advances dergisinde yayımlanan “İnsanlığın Afrika’dan Levant’a Yayılması” başlıklı 5 yıllık bir çalışma (Mahmoud Abbas, 10, 2023) Homo sapiens gruplarının yaklaşık 80.000 yıl önce Sina Yarımadası’ndan Levant’a (Doğu Akdeniz’in doğu kıyılarına) göç ettiğini öne sürüyor.

Araştırmalar, Homo sapiens’in Afrika’dan göç ettiği dönemde dil becerileriyle bağlantılı genlerin evrimsel bir değişim geçirdiğini göstermektedir. Örneğin, FOXP2 geninde gözlemlenen evrimsel değişimlerin, ses üretme ve anlama yeteneğini geliştirdiğini ortaya koymaktadır. FOXP2’yi bir ‘dil geni’ olarak sınıflandırmak çekici geliyor olabilir ancak bu geni ön plana çıkarmak çoğu dilbilimci tarafından aşırı basitleştirici olarak algılamaktadır.

Nitekim sosyal iş birliği ve iletişim gerekliliği, kitlesel göçler sırasında dilin erken gelişimini hızlandırmış olabilir. Bu hızlanmanın doğal bir çıktısı sonucu Afrika’da doğan ilk dillerin sonraki yerel genç dilsel formlarla kaynaşmış ve içinde erimiş olması yüksek olasılıktır.

Dilin evriminde gözlenen kültürel değişimler biyolojik evrimdeki genetik değişimlere benzeyen karmaşık bir süreci yansıtır. Antropo-linguistik bakış açısıyla, her iki süreç de uyumlaşma yoluyla gerçekleşen küçük ve stokastik (rastgele) değişikliklerin birikmesi ile karakterize edilir. Bu değişiklikler zaman içinde komplike ve öngörülemez sonuçlara yol açsa da biyolojik evrimde genetik kodların izini sürmek dilsel evrime oranla daha olasıdır.

Dilin ön kapasitesi için gereken nöronal bağıntıların Homo sapiens öncesinde Homo erectus zamanında oluşmaya başlamış olabilir. Homo erectus insan gruplarının avlanma ve barınma gibi ortak etkinliklerde işbirliği amacıyla sınırlı da olsa iletişim yeteneğine sahip olmaları beklenebilir. Bununla birlikte, Homo sapiens’te dil yeteneğinin ilerlemiş olması, geç Paleolitik dönemde beyin hacmi ve algısal yeteneklerdeki olası değişikliklerle bağlantılı olabilir.

Bazı dil bilimciler, ses bileşimleri aracılığıyla sembolik anlamları tanımlama kapasitesinin beyindeki tek bir mutasyonla geliştiğini, bunun ileriye doğru tek bir büyük sıçrama olduğunu savunur. Alternatif bir bakış açısına göre, dilin özgünlüğü, milyonlarca yıl süren bir evrimsel süreçte hominid kuşaklarının birikimli olarak birbirini izlemesi yoluyla, aşamalı olarak evrimleşmiştir.

Dil gelişiminin erken aşamalarında insanlar, çevrelerindeki nesneleri ve eylemleri adlandırmak için sesleri kullanmışlardır. Yeni kavramlar için de yeni ses ve sözcük dağarcığı oluşturma yeteneğini geliştirdiler. Daha sonraki evrelerde ise anlamlara dayalı iletiler oluşturmak için birden fazla heceyi ve sözcüğü birleştirme yeteneğine sahip olmuş olabilirler.

Dilin kaynağını anlamak için dünya genelinde birçok üniversitede disiplinler arası kapsamlı araştırmalar yürütülmektedir. Ancak bu çabalara karşın, derlenen sınırlı veri boşlukları doldurmayı ve dilin evrimine ilişkin kapsamlı bir resim oluşturmayı zorlaştırıyor.

Dilin doğasını, evrimini, işlevini ve değişimini anlamaya çalışırken karşılaşılan temel zorluk, prehistorik (tarih öncesi) çağlarda yazının olmayışıdır. Yazı öncesi dönemde insanların nasıl konuştuğuna dair somut bir kanıt bulma şansımız olmadığından ilk dillerin izini sürmek her zaman zorlu bir görev olmuştur.

Bu anlamda, dilin kökenine ilişkin sunulan açıklamalar genellikle varsayımsal ve yaklaşık olup dillerin doğuşuyla ilgili kesin bilgiler sağlamaktan da uzaktır. Bazı araştırmacılar dilin hayvanlardan veya doğadan yansıyan seslerden esinlendiğini savunurken diğerleri duyguları ifade etme ihtiyacından kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Bu alandaki belirsizliklere karşın, dillerin biyolojik, bilişsel ve sosyokültürel faktörlere bağlı olarak evrimleştiği konusunda genel bir görüş yakınlığı söz konusudur. Genetik faktörler, beynin ve ses organlarının gelişimi, kıtasal göçler, kültürel etkileşim, iklim değişikliği ve teknik ilerlemenin dil evrimi üzerinde etkili olduğu benimsenen temel bileşenlerdir.

Dilin ortaya çıkışına daha geniş bir perspektiften bakmak için dilin karmaşıklığını ve çeşitliliğini destekleyen değişik faktörler olduğunu göz önünde bulundurmak önemlidir. Buna göre dillerin doğuşu, büyük olasılıkla basit ses bileşimleri yanı sıra çeşitli danslar, el işaretleri, yüz ifadeleri ve beden hareketlerinin bir araya gelmesiyle desteklenmiş olabilir.

Diller farklı coğrafyalarda, farklı çağlarda ve farklı kültürlerde gelişmiştir. Bu süreçte doğal olarak ses dağarcığı, sözdizimi ve anlam yapıları bakımından farklı özellikler kazanmıştır. Bu çeşitlilik, yalnız bilişsel gelişimin değil, aynı zamanda sosyokültürel etkileşimin de dilin evrimindeki rolünün bir dışavurumu olarak görülür.

Dil, insanların dünyayı algılamaları, anlamaları, yorumlamaları ve deneyimlerini paylaştıkları dinamik bir araç ve kültürel bir ürün haline gelmiştir. İletişimi kolaylaştırmanın yanı sıra, bilgi biriktirme düzeneği olarak işlev görmektedir.

Eski çağlarda dünyanın farklı yerlerindeki meraklı insanlar, farklı yaklaşımlar kullanarak dilin kaynağını anlamaya çalışmış. Hindistan’daki Brahman bilgelerinden, Sümer ve Eski Mısır rahiplerine ve tabii ki eski Yunan’a kadar bu arayış, çeşitli teorilerin ve hipotezlerin doğmasına neden olmuştur.

Brahman bilgeleri, dilin insanın iletişim kurma dürtüsünü karşılamak için doğada var olan seslerden kendiliğinden türediğini savunmuşlardır. Ancak, eğer böyle olsaydı, dünyada tek bir dil olması gerekirdi ve bugün 7.000’den fazla dil konuşulmazdı. Doğadaki seslerinin anlam taşıyacak biçimde düzenlenmesi ise esasında insanın yaratıcı gücünün ve evrimsel birikiminin bir sonucudur.

Diğer yandan İncil kronolojisi ilk insan Adem’in günümüzden sadece 5.780 küsur yıl önce yaratıldığını aktarmaktadır. Oysa evrimsel antropologlar modern insanın atası olan Homo sapiens’e ait en eski kemikleri 300.000 yıl öncesine tarihlemektedir. Bu tarihler arasındaki büyük fark göz ardı edilebilecek türden değildir. Bu durumda ne yapacağız? Bilimsel yöntemlerle çalışmayı sürdüreceğiz.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, ilk insanların kullandığı sözlü iletişimin özelliklerini, ilk sözcüklerin içeriğini, ilk dilin gramer kurallarını ya da hangi nesnelere hangi adların verdiklerini asla kesin olarak bilemeyeceğiz. Benzer şekilde, dilin ilk olarak tek bir zaman ve yerde mi geliştiğini yoksa birden fazla yerde bağımsız olarak mı ortaya çıktığını da bilemeyeceğiz.

Dilin kökeni, insanlık tarihine derinlemesine gömülü en eski ve en karmaşık gizemlerinden biri olmaya devam edecek görünüyor…

halilocakli@yahoo.com

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanHalil Ocaklı
Takip et:
Bayburt'un Sisne köyünde doğdu (1964). Almanya'da gurbetçi bir çocuk olarak büyüdü ve burada Yunan-Roma tarihi okudu. California Berkeley Üniversitesi'nde Proto-Altayca ve Japonca ilişkileri üzerine çalıştı. Bu süreçte Japonya'da Kyushu Üniversitesi'nde bir sömestr geçirdi. Çalışma alanı: Diyakronik (Artsüremli) Proto-Dil Tipolojisi. Türkiye ve ABD'de profesyonel turist rehberliği ve çevirmenlik yaptı, 50'den fazla ülke gezdi. Rodos'ta otel işletmeciliği yaptı. Hindistan'da çeşitli eğitimler aldı. Rusya'da Tver Devlet Üniversitesi'nde çalışırken Olga ile evlendi. Kadim Vedanta felsefesine derin bir ilgi duyuyor. Aksiyon dolu 35 yılın ardından, şimdi Bergamo (İtalya) ve Antalya'nın sade sakinlerinden biri olmaya çalışıyor.
Önceki Makale Şamanizm yalnız Türklerde yok
Sonraki Makale Moskova’nın sözde konukları

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Milli gelir neden artmıyor?

Yıldırım Aktuğan
9 Kasım 2025
ManşetSerbest Kürsü

“Kara Jumbo”ya tuzak

Alper Eliçin
9 Kasım 2025
EditörSerbest Kürsü

Kadınlar artık “öpücük” beklemiyor

Dr. Nil Gönce
9 Kasım 2025
EditörSerbest Kürsü

“Takdire şayan bir öğretmen”

Medya Günlüğü
9 Kasım 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?