İstanbulspor’da basketbol oynadığım dönemde İstanbul Lisesi’nde okumasından dolayı uzaktan tanışıklığımız olan Tunç Müstecaplıoğlu ile daha sonra OTI Holding’de tekrar karşılaşmıştık.
Ben OTI Holding’de hava taşımacılığı konusunda danışmanlık yaparken Tunç da OTI’ye katılmış ve Mısır’daki şirketin genel müdürü olmuştu. Özellikle kış aylarında Mısır’da Mars’a Alam, Hurgada ve Şarm El- Şeyh havalimanlarına her ay iş için gittiğimden de dostluğumuz ilerlemişti.
Tunç daha sonra OTI’den ayrıldı ve Mısır’ın sayılı zenginlerinden olan ve büyük turizm yatırımları bulunan bir iş adamının Umman’daki turizm yatırımlarının başına geçti. İletişimimiz ağırlıklı olarak e-posta ve Whatsapp üzerinden devam etti. Bu yazışmalar esnasında Tunç, ben ve eşimden, Salalah’daki tesislerinde personele eğitim vermemizi talep etti. O bizi Umman’da ağırlayacak, biz de dört yarım gün değişik konularda eğitim verecektik. Yani bir çeşit barter! Ocak 2020 başı için anlaştık.
7 Ocak’ta THY’nin 19:35 uçağıyla İstanbul Havalimanı’ndan Maskat’a uçtuk. İstanbul’da o akşam çok şiddetli bir fırtına ve aralıksız, yoğun bir şekilde yağan yağmur vardı. Neyse, sorunsuz bir şekilde havalimanına vardık ve uçağımız da vaktinde kalktı.
Uçuşumuz, Van üzerinden İran’a geçen bir rota izledi. Daha sonra İran-Irak sınırını izleyerek güneye indik. Hürmüz Boğazı’nı aşıp Maskat’a indiğimizde yerel saatle 01:30, bizim saatle 02:30’du.
Pasaport ve bagaj işlemleri çabuk oldu. Saat 02:00’de bizi karşılayan şoförle buluşup kalacağımız tesise doğru yola çıktık. Bir buçuk saat sonra Maskat’ın doğusunda Cebel Sifah denilen bölgede, yönetimi Tunç’a bağlı olan bir otel kompleksine vardık. Derhal odamıza çıktık. Sabah 10:00’a kadar bölük pörçük uyuduk. Saatin alarmıyla zorlukla uyanabildik.
Sabah internetten aldığımız bilgilere göre, o gece İran, balistik füzelerle Irak’ta bazı Amerikan hedeflerini vurmuş, ayrıca Tahran’dan kalkan Ukrayna Havayolları’na ait bir uçak da yanlışlıkla İran uçaksavarları tarafından düşürülmüştü. Anlaşılan gece epey riskli bir rotadan uçmuştuk.
Güneşli 22 derecede bir havaya uyanmıştık. Açıkta kahvaltı ettik. Mekan bir marinaya bakıyordu. Daha sonra tesis müdürü Hasan bize etrafı gezdirdi. Öğlen Maskat’a doğru yola çıktık. Gece gelirken karanlıkta çevreyi görememiştik. Çıplak, üzerinde değil ağaç, ot bile bitmeyen kayalık dağlar arasından geçtik. Etrafta zaman zaman keçiler ve eşekler göze çarpıyordu.
Maskat kayalık dağlar ile deniz arasına sıkışmış bir liman kenti. Ancak, zamanla kayalık tepelerin arkalarına doğru yeni yerleşim alanlarıyla gelişmiş. 1001 Gece Masalları’ndan tanıdığımız Sinbad’ın Maskatlı olduğu kabul ediliyor.
Umman bir dönem Selçukluların yönetimine girmiş. Daha sonra 1521’de ve 1581-88 arası Osmanlılar da Maskat’a gelmiş, ama Portekizliler onları buralarda pek barındırmamışlar. Konuyu merak edenler Piri Reis’in yaşam öyküsünü okuyabilirler.
Kentte dikkatimizi çeken noktalardan biri, hiç yüksek bina olmamasıydı. Limanın arkasındaki kayalıkların birinin üstünde bir Portekiz kalesi göze çarpıyordu. Biz biraz kordonda yürüdük, sonra Souk Al Matrah isimli kapalı çarşısına girdik. Bu çarşı bizi pek etkilemedi. Satılan ürünlerde de bir özgünlük yoktu.
Balık pazarıyla meyve ve sebze pazarına da uğradık. Balık pazarı geniş bir alana yayılmıştı. Ancak, biz öğleden sonra uğradığımızdan pek balık kalmamıştı. Sabah erken saatlerde burasının envaiçeşit deniz ürünüyle dolup taşacağıysa, tezgah miktarından tahmin edilebiliyordu. Hemen yanındaki meyve ve sebze pazarında ise miktar az, çeşit boldu. Hiç görmediğimiz sebzelere de rastladık. Sanırım bir kısmı bildiğimiz bazı baharatların tazeleriydi.
Umman’ın nüfusu 5 milyon civarındaymış. Bunun 3 milyonu Ummanlı, gerisi yabancı. Arapların en eski denizci nüfusu burada yaşarmış. 1624’te Ummanlılar Portekizlileri kovup kendi imparatorluklarını kurmuşlar. Söz konusu imparatorluk Basra’dan Zanzibar’a kadar tüm sahili kontrol edermiş. Deniz ticaretinden zengin olmuşlar. İyi denizci olduklarından Basra ile Hindistan arasındaki deniz ticaret yollarına da hâkim olmuşlar.
Ülkenin doğusu, yani Maskat tarafı Şii, Yemen tarafı İbadi. İbadiler Sıffın Savaşı sonrası Hz. Ali’ye karşı Haricilerle birlikte hareket etmişler. Ancak, kendilerine Harici denmesinden hiç hoşlanmazlarmış. Ummanlıların genelde sakin, barışçıl, kavgadan hoşlanmayan ve en önemlisi temiz insanlar olduğunu burada özellikle vurgulamak isterim.
Biz gittiğimizde ülkeyi 1970 yılında babasını devirerek iktidara geçen Sultan Qabus (Kâbus) yönetiyordu. Ülkeyi 1744’ten beri yöneten El Said Ailesi’nin bir ferdi ve halk arasında çok sevilen bir sultanmış. Yani adı sizde bir önyargı oluşturmasın.
Sultan Qabus anne tarafından, Yemen sınırı yakınlarındaki ülkenin ikinci büyük kenti Salalah’tanmış. Eş cinsel olduğu gizlenmiyor, toplum tarafından biliniyormuş. Bize sultanın hasta olduğu, kolon kanserinin son evresinde bulunduğu anlatıldı. Sultan’ın kendi çocuğu yokmuş ve öldüğünde yerine geçecek kişiye bir heyet karar verecekmiş. Bir ihtilaf olduğu takdirde, Sultan Qabus’un halefi olarak belirlediği kişinin isminin yer aldığı ve biri Salalah’ta diğeri Maskat’ta saklanan iki zarf açılacakmış.
Elli yıldır tek kişinin liderliğinde stabil giden ülkede, bir karışıklık çıkabileceği için, “biz buradayken Sultan ölmese iyi olacak” diye bir an aklımdan geçti. Ne de olsa Umman tarihinde Salalah’ta Marksist gerillaların çıkardığı ve Qabus’un sultan olmadan önce bastırdığı bir isyan da var. O zamanlar Yemen’in bir bölümü sosyalizmle yönetiliyormuş. İsyan da oradan gelen fikirlerden etkilenenler tarafından çıkarılmış.
Maskat’ta dolaşırken Sultan Qabus’un annesi adına yaptırdığı, Arap Yarımadası’nın en büyük ikinci camisini de ziyaret etmek istedik ama sabah erken saatler dışında ziyaretçi kabul edilmiyormuş. Biz de belki, “Müslümanız, ikindi namazı kılacağız” diye bir gerekçe ortaya atabilirdik ama ısrarcı olmadık.
Arap ülkelerinde çok yaygın olan bir arazi geliştirme yöntemi var. Zenginin biri uzun bir kumsala sahip olan çok geniş bir arazi satın alıp geliştirmeye başlıyor. Marina, oteller, apartoteller, satılık villa ve daireler, golf vs. aklınıza gelen ne varsa buralarda yer alıyor. Örneğin geceyi geçirdiğimiz Cebel Sifah’taki otel de böyle bir yerdi. 6 milyon metrekare arazisi varmış.
O sabah Maskat şehir merkezine giderken Ritz Carlton tarafından geliştirilmekte olan Al Bustan projesine uğramıştık. Öğleden sonra da, Salalah’a uçmak için havalimanına gitmeden önce, yine benzer bir yerde durup vakit geçirdik. Konsept üç aşağı beş yukarı aynı idi. Gideceğimiz Salalah’taki tesis de benzer düşüncenin bir ürünü.
Uçuşumuz 19:05’te Oman Air ileydi. Salalah, İstanbul’dan Gaziantep kadar bir mesafede. 20:30’ta Salalah’a vardık. Bizi havalimanında Tunç karşıladı. Yarım saatlik bir yolculukla otele vardık. Akşam hafif bir şeyler yedik. Odamızın manzarası çok güzeldi. Marinanın girişine ve okyanusa bakıyordu. Bizim için özel seçildiği belliydi.
Salalah, Yemen sınırına yakın bir yerde. Sınıra uzaklık tahminen 250 kilometre. Yemen’de kan gövdeyi götürürken, açlık hastalık hüküm sürerken burası cennet gibi bir yer.
Otelin müdür yardımcısı, insan kaynakları müdürü, aşçılardan birinin de yer aldığı pek çok Türk çalışanı varmış. Hatta lobide piyanoyu çalan bile bir Türk’tü; Salih Bey! Açık alanlarda sık sık Türk müziğinin çalınması da ilginçti.
Sabah kahvaltısından sonra otelin müdür yardımcısı Murat bizi tesiste gezdirdi. Değişik plajlar, oteller, restoranlar, satılık ve kiralık villalar, havuzlar, aqua park, marina, kriket sahası dahil pek çok spor tesisi ve ‘pet zoo’ olan bu tesisin toplam proje alanı 13 milyon metrekareymiş.
Pet zoo’daki deve yavrusu Nasib bizi çok sevdi. Kaldığımız süre boyunca önünden her geçişimizde başını uzatıp bize kendini sevdirdi. Türkçeye de çok aşinaymış. Daha yavru olduğundan kendisine ‘yuh deve!’ diyecek bir durum da oluşmadı.
Gittiğimizde toplam arazinin %22’si geliştirilmişti. 2021 sonunda projedeki toplam oda adedi 1521, yatak adedi de 3650 civarında olması planlanıyordu. Biz döndükten hemen sonra başlayan ve iki buçuk yıl süren korona salgını yatırımları yavaşlatmıştır herhalde.
Hava tahminimizden ılık, 26 derece civarındaydı. Deniz suyu da hemen hemen aynı ısıdaydı. Biz de öğleden sonra doğrudan okyanusa bakan bir kumsaldan denize girdik. Bizim gibi iç denizlere alışık kişiler için Hint Okyanusu’na girdiğinizi düşünmek biraz ürkütücü. Her an sudan tehlikeli bir canlı çıkacak hissine kapılıyor insan. Yıllar önce iş için gittiğim Tayland-Puket sahilinde akşam iş bitişi denize girmek istemiş, ama sahilde “Dikkat, gece yumurtlamak için zehirli su yılanları kumsala çıkar” yazısını görünce anında odama dönmüştüm. Neyse ki burada öyle bir tehlike söz konusu değilmiş.
Bembeyaz kumsalın derinliği 150 metre kadar, uzunluğunu ise tahmin etmek zordu. Uçsuz bucaksız gibi görünüyordu. Biz denize girdiğimizde çok sakindi. Yazın muson döneminde fırtına da oluyor ve dalgalar iki metreye kadar çıkıyormuş. Buranın turizm sezonu anlayacağınız kış aylarını kapsıyor.
Ertesi gün Cuma, yani tatil günüydü. Odamızda, vereceğimiz eğitimlerin son hazırlıklarını yaptık, toplantının yapılacağı mekanı ve donanımını gördük. Ama ben yine bir fırsatını bulup denize de girdim.
Akşamüstü otelden çıkıp marinanın tam ters tarafındaki dalgakıranın ucuna kadar yürüdük. Yürüyüş bir saatten uzun sürdü. Dönüşte Sinbad Restoran’da açık büfe Endonezya yemekleri yedik. Bugüne kadar tatmadığım bir Uzak Doğu mutfağıyla tanışmış oldum. Değişik baharatlar ve bu baharatların içerisinde değişik acı biberlerle tatlandırılmış et, tavuk, makarna vb. yemekler yedik. Endonezya mutfağı Çin, Tayland mutfakları kadar tanınmıyor ama oldukça zengin. Ne de olsa tarihte Hollandalıları zengin eden Baharat Adaları Endonezya’da. Fırsatınız olursa denemenizi öneririm.
Sabah uyandığımda Tunç’tan bir mesaj vardı telefonumda. Sultan Qabus ölmüş. 10:30’da kahvaltı için yine Sinbad’da buluştuk. Tunç, bayrakların yarıya indirildiğini, içki servisi ve müzik yayını yapılmayacağını açıkladı. Talimatlar şimdilik bu kadarmış. Fıtır isimli, gözlemeyi andıran bir börek yapılıyormuş Umman’da. Antalya’da da serpme börek diye benzeri yaygınmış. Yufkayı açan yufkayı havada çevire çevire büyütüyor ve sonra malzeme koyup kapatıyor. Peynirli ve pastırmalı çeşitlerinden yedik.
Sultan Qabus’un yerine Sultan Haytham saray meclisi tarafından tahta geçirilmiş. Babaannesi Kamile Hanım bir Türk’müş. Sultan Qabus’un bıraktığı zarfların açılmasına da gerek kalmamış. Yeni sultan, ilk konuşmasında Sultan Qabus’un liberal ve ilerici politikalarını devam ettireceğinia çıklamış.
Saat 12:00 sıralarında Tunç bize Salalah ve civarını göstermek için arabasıyla aldı ve yola çıktık. Taqa isimli yerleşimde durduk. Cami’nin hemen yakınında Sultan Qabus’un teyzesi ve birkaç diğer akrabasının mezarı vardı. Hemen asfaltın yanında, bir metrelik bir duvarın arkasında, büyükbabamın mezarından bile basit bir mezar. Umman’da Suudi Arabistan’da olduğu gibi ölüleri kuyulara, mağaralara atmasalar da, son derece basit mezarlara gömmekle yetiniyorlarmış.
Sonraki uğrağımız dev bir obruktu. Gökte bir şahin uçuyor, çok değişik kuşlar ötüyordu. Obruğa yamacından baktıktan sonra bir şelalenin olduğu bölgeye gittik. Bölgenin adı Vadi Darbat. Sonra yol kenarında çeşitli meyveler sergileyen manavlardan birinde durduk ve muz, yıldız meyvesi, demir hindiba gibi meyveler tadıp, taze Hindistan cevizi suyu içtik, sonra da bir güzel içini yedik. Otel kompleksinin meyve bahçesine uğrayıp odamıza döndüğümüzde saat 16:00 olmuştu.
Akşam Tunç ve partneri Eylem bizi balık lokantasına davet etti. Tunç’un kızı Su ile de bu vesileyle tanışmış olduk. Su, New York’ta tanınmış bir fotoğraf sanatçısı. Tatil için gelmişti. İnternetten Su Müstecaplıoğlu’nu ararsanız fotoğraflarını görebilirsiniz. (https://sumustecaplioglu.com/ )
Yemekte, yerel bir balıktan yapılan lakerda ve karidesli humusu özellikle beğendim. Daha sonra ana yemek olarak gelen deniz ürünleri tepsisi de çok etkileyiciydi. Sultan Qabus’un ölümü nedeniyle üç günlük yas ilan edilmiş olduğundan yemekte içki yoktu. Ben bir buçuk istakoz, iki dev karides ve çok güzel pişirilmiş bir ızgara somon filetosu yedim. Üstüne de guava ve çikolatalı dondurmayı tatlı niyetine tükettim. Nasib’e değil ama bana o akşam “yuh deve” veya “boşan da semerini ye” denebilirdi. Adeta gözüm dönmüştü!
Umman’da deniz ürünleri çok bol ve ülke tropik bir okyanusa baktığından oldukça çeşitli. Bizim denizlerimiz gibi talan edilmemiş. İnsanların yemediği tatsız tuzsuz bir balığı ise güneşte kurutup develere yediriyorlar.
Haftanın ilk iş günü olan pazar günü eğitimlere başladık. Ben bir ara yine denize girme niyetindeydim ama dışarıda şiddetli bir rüzgâr vardı ve ciddi şekilde kum yağıyordu. Dışarıda çalışan personelin önemli bir bölümü kuma karşı maske kullanıyordu. Tabii kimse bir iki hafta sonra korona nedeniyle maskenin yaşamımızın bir parçası olacağını hayal bile etmiyordu.
Parasıyla tatile gelenler için yas nedeniyle içki, animasyon ve müzik yokken bir de fırtına çıkınca durum iyice tatsızlaşmış olmalıydı. Çözüm olarak odalara içki servisi başlatılarak durum idare edilmeye çalışıldı.
Öğleden sonra da fırtına devam etti. Eğitim saatleri dışında günü okumayla geçirdik. Akşam Tunç’la yemek yedik. Bu kez menü saşimi ve suşi ağırlıklıydı. Mısırlı bir aşçı hazırlamıştı. Zamanında Japonya’dan bir suşi ustası gelip eğitim vermiş. Ortasına tuna konmuş, çeperi mürekkep balığı ile sarılmış olanı oldukça özgündü ve tadı da muhteşemdi.
Pazartesi fırtına dolayısıyla hava biraz, deniz ise bayağı serinlemişti. Herhalde rüzgârın yarattığı akıntı açıklardan daha serin sular getirmişti. Eskiden Boğaz’da denize girmiş olmanın alışkanlığıyla yine de denize girdim. Bir yandan da eğitimler devam ediyordu. Çalışan bir tesiste tüm yöneticilerin katıldığı eğitimleri tam gün yapmak mümkün olmadığı için biz de eğitimleri yarımşar gün olarak planlamıştık.
Salı günü de eğitimler ve denize girmekle geçti. Seyahatimizin son günü olan Çarşamba günü eğitim olmayan saatlerde, rüzgar ve yağan kum nedeniyle, biraz yürüyüş yaptık. Rüzgâr hızını artırdığından biraz kumlanmıştık. Yürüdüğümüz yaya yollarını da yer yer kum kaplamıştı. Kumla birlikte çekirge yağmaya başladığını da fark ettik. O dönemler Afrika Boynuzu denilen Somali ve Etiyopya’da ciddi bir çekirge istilası vardı. Anlaşılan bir kısmı rüzgarla Salalah’a kadar savrulmuştu. Kırmızımtırak renkte ve oldukça iriydiler. Derin yağda kızartması iyi oluyordur diye düşünmeden edemedim.
Akşam, kum fırtınası azaldığı bir anda, kumun filtre etkisiyle grubu bir kez daha fotoğrafladık.
Yediğimiz güzel bir Umman yemeğinden sonra da Tunç bizi havalimanına bıraktı. Maskat’a kadar Oman Air’le uçtuk. Maskat’ta THY’nin 02:25 İstanbul uçağına aktarma yaptık. Sabah 07:00’de İstanbul’a indik. Normalde hiç gitmeyeceğimiz bir ülkenin, hiç gitmeyeceğimiz bir kentinden güzel anılarla geri dönmüş olduk.