31 Aralık 1999 gecesi vekaleten üstlendiği başkanlık görevini, başbakanlıkta geçirdiği dört yıl sayılmazsa, aralıksız sürdüren Vladimir Putin 2018’de yapılan seçimleri de kazanarak dördüncü dönemine başladı.
Ancak daha önce 2008 yılında kapısını çalan sorun yine ufukta belirmişti: Anayasaya göre devlet başkanının süresi üst üste iki dönemle sınırlı olduğu için 2024 yılından sonra yeniden aday olma hakkı yoktu. Geçmişte bu sorunu dört yıllığına başbakanlığa geçerek çözmüştü, peki şimdi ne yapacaktı?
Koronavirüs salgınının tüm ülkeler gibi Rusya’yı da sarstığı bir dönemde Putin aniden anayasada değişiklikler yapılmasıyla ilgili bir referanduma gidileceğini açıkladı. Bu karar toplumda tepki çekti çünkü birincisi iktidarın salgın döneminin başındaki vurdumduymaz tavrı kamuoyunu kızdırmıştı, ikincisi geçmişte pek çok olayda görüldüğü gibi sıkıntılı bir süreçte Putin yine ortadan kaybolmuştu.
Sonuçta tarihi değiştirilse de referandum yapıldı ve Putin’in istediği değişiklikler onaylandı. 4 Temmuz 2020’de yürürlüğe giren değişiklikler, görev süresi 2024 yılında dolacak Putin’in, arzu ederse altı yıllık iki dönem için daha başkanlık koltuğunda oturabilmesi için yasal engeli ortadan kaldırdı.
Bazı şehirlerde protesto edilen anayasa değişikliği Rusya içinde ve dışında otomatikman Putin’in 2036’ya kadar kalmasını sağlamak için uygulamaya konulan bir planın ilk adımı olarak algılandı.
Ama gerçekten öyle miydi?
Dış dünyada Putin’le ilgili en önemli yanılgı, sınırsız güce sahip olduğu ve kendi istemedikçe iktidardan indirilemeyeceği.
Elbette gücünü, bunca yıldır edindiği tecrübeyi ve farklı çıkar grupları arasında denge sağlama becerisini inkar etmek mümkün değil ama sonuçta değiştirilemez mutlak lider olduğu iddiasına temkinli yaklaşmak gerekiyor. İlk bölümde anlatıldığı gibi Putin iktidar merdivenlerini kendi çabasıyla teker teker çıkmış bir lider değil, önündeki engeller kaldırılmış, temizlenmiş, yolu açılmış bir lider. Bugün dışarıdan bakanlar “Putin eşittir Rusya” diye düşünse de onu iktidara taşıyan gücün varlığı ve neredeyse sınırsız olanakları mutlaka hesap edilmeli.
Diğer yandan, artık 71. yaşına basan ve 23 yıldır nefes almadan çalışan Putin’in yakın çevresine yorulduğunu söylediği dedikoduları uzun süredir dolaşıyor. Zaten, 2036 yılında 84 yaşına girecek Putin’in bugünkü performansını devam ettirmesini beklemek gerçekçi değil. Ayrıca, iş dünyasının bazı etkili temsilcilerinin son yıllardaki Rusya-Batı cepheleşmesinden bizzat onu sorumlu tuttuğu da zaman zaman dile getirilen bir iddia. Bu pencereden bakıldığında 2020 referandumundan birkaç ay sonra Putin’in eski başkanların yaşadıkları sürece yargılanamamasına ilişkin bir kararname imzaladığını da bir yere not etmek gerekiyor.
Kısacası Putin’in 2024 seçimlerine katılmaması büyük bir sürpriz olmayacaktı meğerki Ukrayna’daki savaş çıkmasaydı.
Savaş öncesinde 2024 sonrasına ilişkin üç temel senaryo vardı:
-Başkanlığa devam etmesi (zayıf olasılık)
-Başkanlıktan ayrılıp perde arkasına geçerek iktidarını büyük ölçüde koruması (güçlü olasılık)
-Tümüyle emekli olması (en zayıf olasılık)
Ama hem Rusya’da hem de dış dünyada Putin artık savaşla özdeşlemiş durumda. Ukrayna’nın teslim olması senaryosu dışında Putin’in iktidarda olduğu sürece taraflar arasında barış anlaşması imzalanması olanaksıza yakın. Dolayısıyla Putin’in aday olup olmaması kişisel bir kararın çok ötesinde anlamlar taşıyor.
Ülkenin savaşta olduğu bir ortamda liderin değişmesi çok kritik bir karar. Eğer Putin seçimlerde adaylığını koymazsa bunu Rusya’nın barış için kapıyı aralaması olarak yorumlamak mümkün. Tersi durumda ise, Rusya’nın yakın ve orta vadede savaşın süreceği senaryoya hazırlandığı sonucu çıkarmak gerekecek.
Tabii bir de son günlerde ortaya atılan savaş koşullarında başkanlık seçimlerini ertelenmesi çağrılarının başlamasını not etmek gerekiyor.
Öyle ya da böyle bu bilmece en geç aralık ayında çözülecek ve Putin’in aday olup olmayacağı yakında kesinleşecek.
Rusya’nın çıkarları açısından bakıldığında 23 yıllık iktidar süresince Putin’in hanesine pek çok artı yazmak mümkün hatta zorunlu. Ancak o aslında tarihinin en zayıf dönemlerinden birini yaşadığı 1990’larda küçümsen, alay edilen bir ülkenin yeniden ayakları üzerinde doğrulmasının ve rövanş peşinde koşmaya başlamasının öznesi değil, sembolü.
Birinci bölümü okumak için tıklayın