Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün New York’ta çok çile çekmiş bir halk olan Ahıska Türklerinin temsilcileriyle görüştü.
Ukrayna’da savaşın başlamasından sonra bin ailenin Erzincan ve Bitlis’e yerleştirildiğini söyleyen Erdoğan, “Ahıska Türklerinin vatanlarına gönüllü dönüşleri için muhataplarımız nezdinde temaslarımızı devam ettiriyoruz” dedi.
Ahıska Türklerinin öz vatanlarına yani Türkiye’ye gelmek için sürdürdüğü mücadele çok eskilere, Sovyetler Birliği dönemine kadar uzanıyor.
Yıllar önce Kırgızistan’da kaldığım oteldeki odamdan çıkarken kat görevlisi kadının yanında esmer bir gencin oturduğunu fark etmiştim. Tam yanlarından geçerken kadın gence başıyla beni işaret ederek Rusça, “O da Türk” demişti.
Devir Sovyet devriydi. Kısa süredir bulunduğum ülkede o ana kadar “Ben Türk’üm” diyen bir Sovyet vatandaşıyla karşılaşmamıştım. Rus kat görevlisinden Türk olduğumu öğrenen Ali yanıma koştu, beni şaşırtan bir durulukta Türkçe konuşmaya başladı, kısa bir sohbetten sonra da “Gel hemen bizim köye gidelim, annem, babam, kardeşlerim seni görünce çok sevinecek…” dedi.
Sevinmek ne kelime, evde bayram vardı, Ali’nin annesi mutluluktan ağladı… Kalabalık evdekilerin hayatları boyunca gördüğü, dokunabildiği ilk Türk, daha doğrusu ilk Türkiyeli Türk bendim. Türkiye’den binlerce kilometre uzakta, Orta Asya’da bir köyde saf Türkçe konuşan, gece gündüz Türkiye’yi düşünen, Türkiye’den “vatan” diye söz eden insanlar görmek çok etkileyiciydi. Ahıska Türkleri ile ilk karşılaşmam böyle oldu.
Bu olaydan kısa süre sonra Özbekistan’ın Fergana Vadisi’nde Özbekler yıllardır beraber yaşadıkları Ahıska Türklerine saldırdı. Aslında “saldırdı” ifadesi durumu anlatmıyor, burada yazılamayacak kadar korkunç bir katliam yaşandı Fergana’da. Yakınlarını kaybeden, evleri yakılan Ahıskalılar mecburen yine yola düştü.
Ahıskalılar kadar acılar yaşamış, baskılar görmüş, etnik kimliklerinden dolayı aşağılanmış halk herhalde azdır yeryüzünde. Osmanlı vatandaşı olan Ahıskalılar 1829 Edirne Antlaşması’yla Ruslara bırakılan topraklarda kaldı. Şehirli olanları evlerini terk etti Osmanlı’ya geldi, köylüleri ise doğdukları topraklardan ayrılamadı. Sovyet döneminde bu kez de Gürcistan sınırı içinde kaldılar, 1944 yılında Stalin üç gün içinde 40-50 bin Ahıskalıyı Orta Asya’ya sürdü.
Eski Sovyet topraklarında milyonlarca Türk asıllı halk yaşardı ancak nüfus cüzdanlarının etnik kimlik bölümünde “Türk” yazan sadece Ahıskalılardı. Ağır bir baskı ve asimilasyon altında yaşayan diğer Türk asıllı halklar arasında hiçbiri kimliğini Ahıskalılar kadar öne çıkarmamıştı. Ama “Osmanlı Türkleri” de denilen Ahıskalıların Türk olduklarını kendi vatanlarına kanıtlamaları çok uzun sürdü!
Fergana’dan ayrılmak zorunda kalanların lideri İbrahim Gazigil’in (Mecitoğlu) rüyalarını Türkiye süslüyordu. O dönemde görevli olduğum Milliyet Moskova Bürosu’na defalarca gelmiş, Türkiye’ye göç etme hayallerini anlatmıştı. O kadar idealize ediyordu, öyle düşler kuruyordu ki, geldiği zaman hayal kırıklığı yaşamaması için bir gün dayanamayıp, “İbrahim Bey, Türkiye senin sandığın gibi güllük gülistanlık bir ülke değil” demek zorunda kaldım. Bir an sustu, gözlerimin içine bakarak, “Umurumda değil! Orası benim vatanım. Gidip orada ölmek istiyorum…” dedi.
Avukat olan Gazigil halkı için çok uğraştı, önüne konulan duvarları elleriyle teker teker yıktı. Üstelik, bazı duvarları koyan “kağıt üstündeki ülkesi” Sovyetler değil, “gerçek vatanı” Türkiye’ydi. 1990’ların başında Ankara’da görüştüğü dönemin Devlet Bakanı Ercüment Konukman’dan önce, “Git işine kardeşim ne göçü! Her aklına gelen Türkiye’ye göç mü edecek! Git yaşa ülkende!” tepkisini işitince ağzından sadece üç kelime çıktı: Benim ülkem burası…
Hiçbir şey cesaretini kıramadı, inat etti, didindi çabaladı, sonunda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a kadar çıktı. Bazıları 3-4 saati bulan özel görüşmelerde, “İbrahim, oğlum, biz bu meseleyi çözeceğiz. Siz bizim parçamızsınız” diyen Özal, Gazigil’in Sovyet sistemi, Rusya ve Kafkasya’ya ilişkin siyasi değerlendirmelerinden de olağanüstü etkilenmişti. Başlarda Ahıska Türklerinin göçüne soğuk bakan Konukman daha sonra süreçte çok önemli rol oynadı.
İşte, bundan 31 yıl önce, tam olarak 2 Temmuz 1992’de Özal’ın çabasıyla Ahıskalıların Türkiye’ye göç etmesiyle ilgili yasa Meclis’te kabul edildi, 11 Temmuz’da da Resmi Gazete’de yayımlandı. Gazigil’in önderliğinde gelen ilk 150 aile Iğdır’a yerleşti. Aslında Bakanlar Kurulu 1993 yılında Ahıskalı 350 ailenin daha Türkiye’ye gelmesi kararı almıştı ama o karar hiç uygulanmadı. Buna karşılık adı sözde “yardım derneği” olan ama aslında insan ticareti yapanların para karşılığı Türkiye’ye getirdiği Ahıskalıların sayısı günümüzde belki de 100 bine ulaştı. Bunları içi burkularak anlatan Gazigil, “Birilerinin bu işten para kazandığına mı yanayım, Türk bile olmayanların kendilerini Ahıskalı diye gösterip vatandaşlık almasına mı” diye yakınıyor.
Aslında Ahıskalıların 1944’te sürüldükleri Gürcü topraklarına dönmesine de izin çıktı çıkmasına ama Gürcistan onları kesinlikle “Türk” kabul etmiyor hatta “Ancak Gürcü ve Hristiyan olduğunuzu kabul ederseniz dönebilirsiniz” diye şantaj yapıyor.
Artık 70 yaşını aşan Gazigil’in mutluluğunu her şeye rağmen ne bunlar hatta ne de Sovyetlerde aldığı hukuk diplomasını Türkiye’nin tanımaması gölgeleyebiliyor. O, 30 yıl öncesine kadar Türk devletinin haberdar olmadığı, öğrenince de başlarda varlığını kabule yanaşmadığı unutulmuş bir halkı ana vatanına kabul ettirebilmenin gururunu taşıyor.
Şu anda İnegöl’de yaşayan Gazigil, Orhan, Selçuk ve Turgut isimlerinde “vatana millete hayırlı” üç evlat yetiştirdi. Sonunda vatanına kavuşmuş olsa da geride kalan ve zor koşullarda yaşamaya devam eden Ahıskalılar için 200 yıla yaklaşan haksızlığı gidermek için mücadeleye devam ediyor…
Not: Fotoğraf temsilidir.