Güncel medeniyet tartışmalarına, Türklerin geçmişte bütün dünyanın özenerek baktığı ve benzemeye çalıştığı özgün bir medeniyetin üreticisi ve taşıyıcısı olduğu gerçeğinden hareketle yaklaşmak yerinde olacaktır.
Bu doğrultuda, medeniyetin “inşa“ veya “ihya“ edilmesi kavramsal tercihinde sözlük anlamları göz önünde tutularak ihya teriminin kullanılması daha tutarlı görünmektedir. Çünkü Türk ve İslam birikimlerinin üzerine bina edilmiş bir medeniyet yüzyılları aşan bir tarihsel dönemde alternatiflerine göre daha önde bir şekilde varlık sergilemiştir.
Bugün söz konusu edilmesi gereken husus, bu birikim temelinde bir medeniyetin yeniden kendisini üretmesi çabasıdır. Bu birikimi oluşturan unsurlardan biri de dip dedeler başka bir ifade ile referans kişilerdir.
Medeniyet, salt bir tasarım ürünü olmayıp kaynaklardan beslenen ve hayatın olağan akışı içerisinde ortaya çıkmaktadır. Bu kaynaklar, öncelikle felsefi bir temel olarak tasarıma dayanmaktadır. Felsefi altyapı, kişinin evren, insan, tanrı, toplum, devlet, doğa vs. karşısında konumlanışını belirler. Bu felsefenin çerçevelediği bir dünya görüşü ve kurumsal yapılar ile tezahürü gözlenmektedir. Medeniyet, doğanın dönüştürülmesi ile teknolojik üretimler dahil olmak üzere mekana, ilişkiler dolayısıyla insana ve davranışa yansımasıyla varlık kazanır. Bir medeniyet bünyesinde gerçekleştirilen her türlü üretim ile kendisini göstermektedir.
Dolayısıyla medeniyet, bir tasarımı içermekle birlikte bu tasarımı da kapsayan sürekli üretim ile hayat bulabilir ve canlılığını sürdürebilir. Yoksa medeniyet tasarısı girişimleri ya tarih ya da kurgu çalışması durumunda kalacaktır. Medeniyet, onun çevrelediği insanlar tarafından üretilen bilgi, teknoloji ve mekan kullanımı sayesinde varlık kazanır ve ancak böylece varlığını sürdürebilir. Dolayısıyla masa başında bir kurgulanmış bir medeniyet projesi, medeniyet olmakta ve medeniyeti kavramaktan uzak kalmıştır.
Dünyaya Türk’ün şekillendirdiği bir medeniyeti yeniden takdim edebilmek; ancak doğal kaynakların canlandırılması ve kendisini yeniden üretebilir hale gelmesi ile mümkündür. Medeniyetin doğal kaynaklarını oluşturabilecek olan felsefi alt yapı, inanç çerçevesi, beşeri ve teknik yansımaları, gündelik hayatta temsil edilmesi gibi noktalarda; mevcut birikimin analiz edilmesi gereklidir. Bu analiz, her şeyden önce bir envanter çalışmasına dayanmalıdır. Tarihi olan, folklorik olan ile milli olan kültür unsurlarının tespiti yapılmalı ve bu temelden hareketle evrensele taşınabilecek unsurların belirlenerek güçlendirilmesi yoluna gidilmelidir. Yoksa mesele küreselleşen pazara “farklı“ ürün sunmak için girişilen coğrafi işaretlerin yaygınlaştırılması düzeyinde algılanarak ucuzlatılabilir.
Bu çalışmada Türk medeniyet deneyiminde referans niteliği taşıyan kişilere bir örnek olarak Nasreddin Hoca ele alınmaktadır. Folklorik, tarihi ve milli sacayağından evrensele taşınmış bir kişi olan Nasreddin Hoca, Türkçe konuşulan her coğrafyada “içlerinden birisi“ haline gelebilmesi ve dünyanın pek çok dilinde fıkraları ile tanınması dolayısıyla dip dede örneği olarak sunulmaktadır.
(Dr. Süleyman Güngör, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın
Görsel: dünyabizim.com
İlgili kitap için tıklayın