İnsanın, hayatın değişim üzerine kurulu olduğu bilinciyle davranması gerekir.
Hepimiz için önemli olan, değişim zamanının geldiğini fark edip zaman kaybetmeden değişimi sindirip, kabul etmektir. Hiçlikten gelip hiçliğe dönecek olsa bile insan özünde değişimi, dönüşümü yaşamak zorundadır.
Her şeyin bir akış veya değişim içinde olduğu, her geçen gün değişimle farklılıkların arttığı bir çağda, farklı konular, sorunlar, yaklaşımlar, fikirler ve insanlar hayatımıza dahil oluyor. Kişisel olarak olumlu ya da olumsuz sonuçlar getiren değişim kendini toplumda da farklı şekillerde gösteriyor.
Toplumların konuştuğu diller, farklı inanç-ibadet şekilleri, örf, adet, gelenek, görenekler, yaşayış biçimleri, edebiyat, güzel sanatlarda hem kültürde hem de toplumun diğer alanlarında değişmelere neden olabilmektedir. İnsanların ilişkilerini değiştiren teknolojik dijital araçlar da toplumu etkiler. Dünyada yaşanan değişim, dönüşüm ve gelişmeler karşısında insan alışma ve uyum sorunu yaşıyor.
Doğayı gözlemlediğimizde, mevsimlerin dönüşümündeki düzene, canlıların doğum ve ölümlerindeki değişimlere bakarak hiçbir şeyin statik olmadığını, her şeyin değiştiğini, hareketli olduğunu, belli bir düzene göre değişim gösterdiğini görüyoruz. Sürekli değişen mevsimler, ilkbaharda yeşil renkli yapraklar, yazın sararan, sonbaharda dökülen sarı, kırmızı, turuncu yapraklar. Özünü koruyup belli bir dönem renk değiştiren yaprak değişim yaşadıktan sonra toprak oluyor.
İnsanlar değişir, bir olayın, kişinin ya da nesnenin insanın iç dünyasında oluşturduğu, uyandırdığı yankıyla duygular değişir. Herkes bir şekilde Heraklitos’un “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözüne öyle veya böyle atıfta bulunur. Daha ana rahminde iken değişimi yaşayan insanoğlu değişimi özünde, ruhunda, zihinde bilişsel olarak yaşar.
Kısacası sürekli bir değişim yaşayan insan doğar, gelişir, büyür, yaşlanmaya başlar ve ölür. Dikkat ederseniz bu süreçte değişimde belirleyici olan insanın kendisi değildir. İnsana etki eden fiziksel koşullar, psikolojik, sosyolojik, iç ve dış diğer birçok faktöre bağlı olarak değişim kendisini göstermektedir. Buradan anlıyoruz ki değişim, evrenin ve evren içindeki her şeyin zorunlu olarak uyduğu en temel bir yasa olarak karşımıza çıkar.
Herakleitos’un dediği gibi “Varlık hiçbir şeydir, oluş her şeydir.” Değişim varlığın oluş sebebidir. Değişim, bir nesnenin karşıtına dönüşmesi ya da daha temel bir açıklamayla, niteliğini yitiren nesnenin onun karşıtı bir nitelik kazanmasıdır. Yani daha önce canlı olana insanın ölümle sonuçlanan hayatın akışı içinde değişime uğraması, sürekli olarak karşıtına dönüşüp değişimin içinde oluyor.
Bu değişimin sebebi, birbirini takip eden, geri döndürülemeyen zamandır. Ayrıca zaman, değişimi düzenleyen ruhtur. Herkes, her şey değişimi yaşarken ve bunun sebebi zamanken ilginçtir ki zamanın kendisi asla değişmez.
Evrensel nitelikte olan değerler değişmediği halde biz sürekli aynı problemleri yaşıyoruz. Fakat şöyle bir gerçek var ki bizi biz yapan insani değerler kolay kolay değişmez. İnsanı ve insani değerleri etkileyen, değiştiren birtakım unsurlar bulunduğu gibi bu değişimi yavaşlatan, hızlandıran, etmenler de vardır. Evren var olduğu ilk günden beri insanların sahip olduğu değerler, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk , dayanışma, inançlar, ilkeler, kişilikler, huylar, alışkanlıklar, davranışlar birtakım iç ve dış tesirlerle değişir. Ve bu değişim devam etmektedir. İnsan toplumsal bir varlık olduğu için her türlü dış etkenlerin etkisinden uzak bağımsız bir nitelikte değildir. Demek ki her şey öyle veya böyle değişimi olumlu ya da olumsuz bir şekilde hissetmektedir
Kişinin içinde olduğu mekanı veya şehri değiştirmesi, farklılaşması, bedensel ya da ruhsal dönüşümler yaşaması, alışkanlıkları, sahip olduğu şeylerin farklılaşması nesnel dünya ile alakalıdır. Hiçbir şey durağan değildir. Fiziksel, ruhsal, duygusal açılardan durmaksızın değişiyoruz. Bazen içsel bir devrimle yaşıyoruz, bazen de kontrolümüz dışında ya da hiç farkına bile varmadan nesnel dünyanın verdikleri değişiyor.
Burada altını çizmek gerekirse, Platon’un idealar alemi dediği soyut gözle görülemez, duyularımızla algılayamayız dediğimiz şeyler asla değişmez. Değişen her şey somuttur. Sevgi, mutluluk, aşk, üzüntü, neşe, keder, ruh, iyilik, kötülük, öfke, umut, hayal, barış, sıkıntı, evlilik, çocukluk, özlemek gibi soyut olan birçok şey değişime uğramaz. Demek ki değişim dediğimiz şey idealar dünyasında değil de nesnel dünyada geçerli bir kavramdır.
Değişme, evrenin parçalarından her birinin, birbirleriyle ilişkilerinde öncekine göre nicelik ve nitelikçe gözle görülebilir bir farklılığın oluşmasıdır. Değişme hem nitelik hem de nicelik bakımından iki türlü olabilir. Bahsettiğimiz iki tür değişme, nicelik değişmelerinin nitelik değişmelerine dönüşmesi şeklindeki aklı doğru ve yöntemli bir biçimde kullanma tarafından belirlenen bir ilişki içindedir.
Evrenin insanların, hayatın değişim üzerine kurulu olduğu bilinciyle davranması gerekir. Hepimiz için önemli olan, değişim zamanının geldiğini fark edip zaman kaybetmeden değişimi içimize sindirmek, kabul etmektir. Değişim, eğer doğru zamanda ve yerdeyse başarılı olur. Kişi içinde yaşadığı toplumdan ve bu bütün içinde ortaya çıkan farklılaşmalardan etkilenerek gelişir. Toplumun diğer bir gerçeği sürekli bir değişim süreci içinde olduğudur. Toplumun değişimini dilde, inançlarında, yasalarında, gelenek ve göreneklerinde, yaşayış biçiminde, edebiyatta, güzel sanatlarda görebiliriz. Kısaca toplumsal değerlerde olan değişmeler aslında kişinin, toplumun zihinsel, bilişsel dünyasında meydana gelen değişimlerdir. Değişim hayatın değişmez kuralıdır.
Biz istesek de istemesek de değişim sürekli ve kaçınılmazdır. Çünkü her şey olduğu gibi, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. “Değiştim” demek kolaydır, bunu unutmamak gerekiyor, her değişim bir gelişim değil ama her gelişim bir değişimdir.