Halil Ocaklı (halilocakli@yahoo.com)
Mağara duvarlarına resim çizmek, insanın bilişsel evriminde düşünceyi yaratıcı bir tasarıma dönüştürmenin bir yolu olarak karşımıza çıkmakta. Bu yolla insanların doğa ve yaşam hakkındaki düşüncelerini çeşitli semboller aracılığıyla ifade etmeye çalıştığı anlaşılmakta. Bir gergedan, fil ya da mamutu asıl boyutundan çok daha küçük çizmek özünde bir sembolleştirme çabasıdır.
O çağlarda doğayla iç içe yaşayan toplayıcı-avcılar, mağaraları genelde sanat ve müzik toplantıları için bir tür manevi ve sosyal etkinlik merkezi olarak kullanırlardı. Binlerce yıl önce bile, duvara çizilen bir resmi beğenmeyip dedikodusunu yapanlar olduğuna eminim.
Taş Devri ressamlarının favori temalardan biri, klan erkeklerinin katıldığı kalabalık av partileriydi. Av sahnelerine gerçekten dünyanın pek çok yerindeki çizimlerde rastlanır. Bu konudaki en popüler teori, bu tasvirlerin hangi hayvanların nasıl daha güvenli avlanacağını genç avcılara öğretmek üzere kurgulandığı yönündendir. Çizimlerde yırtıcıların yoğun olarak görülmesinin nedeni, güvenlik önlem ve tekniklerine dikkat çekmek olabilir.
Soyut kavramları simgeleyen figüratif çizimler Avrupa ve Güneydoğu Asya’da 45 bin yıl geriye giderken, Afrika’da çok daha eskiye dayanıyor. 2018 yılında Güney Afrika’nın güney ucundaki Blombos mağarasında 73 bin yıl önceye tarihlenen çizimler bulundu. Mağara dokusuna ait olmayan bir kaya parçası üzerinde demir oksit içeren kırmızı toprak boyasıyla oluşturulan çizgiler bir tasarım ürünüdür.
Arkeologlar, kırmızı boya pigmentinin de mağarada doğal olarak oluşamayacağını, dolayısıyla oraya taşınmış olması gerektiğini savunuyor. Buna göre, boya ve çizimlerin kasıtlı olarak taşa uygulandığı bulgusu, Blombos çizgilerinin bilinen en eski sanat üretme girişimi olduğunu doğrulamaktadır diyebiliriz.
Boyalar genellikle taş yüzeyindeki doğal renk pigmentleri kazınarak elde edilirdi. Ayrıca kilden kahverengi, sarı ve kırmızı, yanmış kemik ya da kömürden siyah, öğütülmüş kireçtaşından ise beyaz elde edilirdi. Boya önce toz haline getirilir, ardından iyi yapışması için kemik tozu, kemik iliği, hayvansal yağlar, kan ya da idrarla karıştırılırdı. Organik boya kalıntıları bulmak arkeologları sevindirir, çünkü bunlar eserleri tarihlendirmeye yardımcı olur.
Kültür tarihinde bilinen en eski törensel faaliyetlerden biri, kül kullanılarak yapılan vücut boyama sanatıdır. Külün yanı sıra meyvelerden ve yemişlerden elde edilen sıvılar, renkli mineraller ve hayvan kanı da boya olarak kullanılıyordu. Dövme sanatının boyalı vücut desenlerinden türediği ve zamanla kalıcı bir tasarım olarak geliştiği varsayılmaktadır. El ve ayak tırnaklarının büyülü ve dini motiflerle boyanması da yaygın bir uygulamaydı.
Sanatçılar duvarın yüzeyinde buldukları çatlakları, girinti ve çıkıntıları hayvan figürleri için doğal çizim sınırları olarak kullanmayı çözmüşlerdi. Buna ek olarak resme gölge ve derinlik vermek amacıyla dış çizgiler özenle birkaç milimetre kazınıyor, ardından boyama işlemine geçiliyordu. Aynı duvarların farklı dönemlerde birkaç kez kullanıldığı, böylece bazı çizim sahnelerinin iç içe geçtiği görülür.
Paleolitik sanat, Homo sapiens gruplarının birbirinden uzak yaşadığı yerlerde ve birbirinden bağımsız olarak gelişti. Örneğin, Endonezya’nın ücra Sulawesi Adası’ndaki bir mağarada 45 bin yıl öncesine ait son derece ilginç çizimler keşfedildi. İyi korunmuş olan bu çizimlerde görülen hayvanlar, dünyada bilinen en eski hayvan betimleridir. Sulawesi’de çizilen bazı canlıların soyunun tükenmiş olması, sanatın zaman çizelgesinin yeniden düzenlenmesine yol açtı.
Fransa ve İspanya coğrafyası mağara sanatı bakımından oldukça zengindir. Fransa’daki ünlü Chauvet (Şove) mağarasında, 30 bin yıl öncesine tarihlenen, olağanüstü bir estetik kavrayışa sahip çizimler bulundu. Yine Fransa’daki Lascaux (Lesku) mağarasında sanat etkinliğinin yaklaşık 17 bin yıl önce başladığı biliniyor. Fransa gibi İspanya’daki mağara sanatı da 30 bin yıl öncesine dayanıyor olabilir. Ancak İspanyol İç Savaşı sırasında ahır ve sığınak olarak kullanılan Del Demo adlı mağaradaki çizimlerin çoğu bozulmuş durumdadır. Her iki ülkede de hayvan gravürlerinin çarpıcı bir anatomik doğrulukla çizilmiş olması dikkat çekicidir.
Mağaralardaki çizimlerin genellikle girişten uzakta, en az ışık ve oksijen alan kısmında yer alması da ilginçtir. Tel Aviv Üniversitesinden arkeologlara göre, ortamda oluşan duman insanların bilinç durumunda psikoaktif bir değişime neden oluyordu. Meşalelerde yakılan halüsinojenik bitkilerden çıkan dumanın insanları şamanik transa geçirdiği ve bunun için girişe uzak yerlerin seçildiği varsayılmakta.
Mağara sanatının en yaygın temaları soyut işaretler, hayvan imgeleri ve boyalı ellerdi. Kırmızı, beyaz ya da siyaha boyanmış eller doğrudan kaya yüzeyine bastırılarak el izleri oluşturulurdu. İkinci bir yöntem olarak, boya ağızda biriktirilir ve bir şablon gibi duvara yaslanan elin üzerine hızla üflenerek, yüzeyde bir el silueti bırakılırdı. Boya bazen de kaval kemiği ya da kamış içinden püskürtülürdü. Uzmanların ortak görüşüne göre, sanatın Taş Devri’nde başlayışı, genç kuşaklara habitatın zorlu ortamında güvenle yaşamaya yardımcı olacak bilgilerin aktarılmasıyla ilgilidir.
Sanatın başlangıcını ya da insanların kendilerini ilk ne zaman sembolik olarak ifade ettiklerini bilemiyoruz, ancak 73 bin yıllık Güney Afrika Blombos desenlerine kadar uzandığı kesin. Fas’ta bulunan 82 bin yıllık delikli salyangoz kabuğu boncuklarını dekoratif sanat örneği olarak kabul edersek, sanatın başlangıcı daha da geriye götürülebilir.