Perşembe, 29 May 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

Matik, mantık, politik

Melek Ay
Son güncelleme: 21 Mayıs 2023 00:40
Melek Ay
Paylaş
Paylaş

Matik kelimesinin kökenine bakıldığında Fransızca “automate” sözcüğünden dilimize geçtiğini görüyoruz. Kendi iradesiyle hareket eden varlık veya bunu taklit eden makine anlamına geliyor.

Fransızca “automate” sözcüğü eski Yunanca “autómatos” sözcüğünden türemiştir.
Autós “kendi” ve matós “düşünce, istem, irade” sözcüklerinin bileşiğidir. Eski Yunancada kendi iradeli anlamında kullanılmıştır.

Eski Yunanca sözcük ise Hint-Avrupa ana dilinde yazılı örneği bulunmayan “mn-to” biçiminden evrilmiş. Burada da “akıl, zihin, düşünce yeteneği” anlamında kullanıldığı yazılı kaynaklarda geçiyor.

Kendi tarihimize göz gezdirdiğimiz zaman “otomatik” kelimesi bilinen ilk yazılı kaynak olarak bir İstanbul aşığı olan yazar ve gazeteci Ahmet Rasim tarafından 1899 yılında “Şehir Mektupları” eserinde “otomatik yani makineye merbut (bağlı)” olarak kullanılmıştır.
Kendi iradesiyle hareket eden, akıl, zihin, düşünce yeteneğine vurgu yapan kelime bize gelene kadar olmuş makineye merbut.

Peki mantık?

Onun da açıklamasını olduğu gibi internetten alıp aktarıyorum.

“Mantık ya da eseme, bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan disiplindir, doğru düşüncenin aletidir. Önceleri bir felsefe dalıyken daha sonra kendi başına bir ihtisas alanı olmuştur. Matematik ve bilgisayar biliminin de parçası haline gelmiştir. Bir disiplin olarak Aristoteles tarafından kurulmuştur. Aristoteles’ten etkilenen Farabi tarafından iki kısımda kategorize edilmiştir. (düşünce ve sonuç) İbn-i Sina geçicilik ve içerme arasındaki ilişkiyi geliştirmiştir. Çağdaş zamanlarda Frege, Russell ve Wittgenstein önemli katkılar yapmıştır.”

Mantığın uygulamasına baktığımız zaman şöyle bir ifade ile örneklendirebiliriz: Bütün memeliler çok hücrelidir. İnsan bir memelidir. O zaman tüm insanlar çok hücrelidir.

O zaman tek hücreli gibi davranamayız değil mi?

Bunları bana içinden geçtiğimiz seçim maratonu yazdırıyor. Nasıl böyle “cahilmatik” olduk ve doğru ile yanlışın arasındaki akıl yürütme ayrımını kaybettik, gerçekten idrak etmeye çalışıyorum.

Ama siyaset bilimi hocası Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun 8 yıl önce yaptığı değerlendirmeler bugüne çok güzel ışık tutuyor. Cumhuriyet’te Selin Ongun’la yaptığı söyleşiyi aşağıda paylaşıyorum:

-Seçmenin yüzde 49.5’i AK Parti’ye 2019 yılına kadar devam, dedi. Türkiye hâkim parti sistemine girdi ise ufukta ne var? 20 yıl daha iktidar mı?

-Onu öngörebilmek mümkün değil. Çünkü Türkiye’nin iç ve dış gelişmelerde neyle karşılaşacağını bilmiyoruz. Türkiye’nin çoğulcu bir demokrasiyi sürdürecek bir sosyoekonomik yapıya değişmesi için kent yoksulu sınıfın ağırlığının azalıp iktisaden bağımsız bir orta sınıfın ağırlığının artması gerekli. Bu dönüşüm de kolay ve çabuk olamaz, birkaç kuşak isteyen bir süreç. Şu andaki seçmen bloklaşması içinde en büyük blok kent yoksullarından oluşuyor.

Yani kırdan kente yeni göçen, kırda hiçbir şekilde insan kaynağı geliştirici bir olanağa sahip olmamış, vasıfsız işçi olabilecek ama istihdam da edilmeyen bir kitle. Türkiye’nin en büyük seçmen bloku böyle. Bu aynı zamanda son derece muhafazakâr, dindar, gelenekçi ve milliyetçi, hatta kolayca şoven olabilen bir kitle. Bu bahsetmiş olduğum küme yüzde 40 civarında. Bu gördüğümüz kritik seçmen bloklaşmasının şu andaki en başarılı temsilcisi de AKP. Bu koşullar sürdüğü sürece AKP’nin siyasal geleceği parlak görülüyor. Bunun değişmesi için başka talepleri olan bir seçmen kitlesinin ortaya çıkması gerek.

-Ne gibi mesela?

-Yani mesela hukuk devleti isteyecek. Hukuk devletini kim talep edecektir? Hukuka uygun yönetim yatırım, üretim, ticaret yapan, çek senet alıp veren, uyuşmazlıkları adalet çerçevesinde halletme eğilimli, piyasaya bağlı çalışanlar yani orta sınıf ister.
Türkiye’de ise bir demokrasiyi ve onun değerler sistemini taşıyabilecek büyüklükte ve siyasetten bağımsız bir orta sınıf henüz yok. Orta sınıfımız çok cılız. Türkiye’de alt orta sınıf diyebileceğimiz kitle ise yüzde 20 civarında. Onun talepleri de kolayca susturulabilecek durumda.

-Hâkim parti sistemi rejim tartışmasını da getirir mi?

-Hâkim parti sistemi demokrasinin dışına kolaylıkla çıkabilir. Çıkarsa, hâkim parti hegemonyacı bir parti haline dönüşür. Soğuk Savaş’taki Polonya’da, bugün Rusya’da veya Mısır’da gördüğümüz tür göstermelik muhalefetle, seçimlerle işleyen bir otoriter rejim ortaya çıkabilir.

-AKP hegemonyacı bir parti mi?

-Oraya doğru gidiyor yavaş yavaş. Türkiye de zaten dünyada demokrasi olarak değil melez rejim veya rekabetçi otoriter rejim olarak kabul ediliyor. Bizim gibi kent yoksulu seçmen ağırlıklı seçmen bloklaşması içinde yaşayan ülkelerin genellikle otoriter rejimlere dönüştüğü bir gerçek. Çünkü demokrasiyi sürdüremiyorlar. Bizim sürdürme olanağımız olacak mı; zannetmiyorum. Bunun için koşullar çok verimkâr değil. Güçlü bir orta sınıf ya da İsveç’te olduğu gibi güçlü bir işçi sınıfı ve onların örgütlenmeleri ve duyarlılıkları olmadan demokrasi sürdürülemiyor. Türkiye’deki demokrasinin sosyo-ekonomik tabanı problemli çünkü güçlü bir kent yoksulu, Marksist sosyologların deyimiyle lümpen-proleter bir sınıf siyasete ağırlığını koyuyor. Buna dayanan bir demokrasinin sürdürülebildiğine dair siyaset bilimi araştırmalarında hiçbir kanıta sahip değiliz.

-Bunu söyleyince siz, ‘Bak çobanın oyu benim oyumla bir değil’ zihniyeti diyenler olursa?

-Bunlar bilimsel bulgu. Benim anlattığım, “çobanla benim oyum bir değil” savı değil. Burada kritik olan, seçmen temsilcisinden ne talep edecek, özgürlük, hukuka saygı, temiz siyaset mi? Yoksa iş, kendisinin veya yakınlarının kayrılması, hiç katkı vermeden bazı kamusal yararlar mı? Tabii bu kasten evirip çevirip çarpıtılırsa o ayrı! Söylediğim çok net: M.Ö. 300’lerde Aristo’dan 20 ve 21. yüzyılda Seymour Martin Lipset’e kadar demokrasilerin oluşması için güçlü ve siyasetten bağımsız bir orta sınıf olması gerektiğini ileri sürmüş düşünürler vardır. Bu savların yanlış olmadığı da görülmektedir. Türkiye’de güçlü bir orta sınıf yok, onun yerine kalabalık bir istihdam dışı kent yoksulu tabaka var. Orta sınıfın talebi özgürlük, haklar ve hukuk devletidir. Oysa istihdam dışı kent yoksullarının hukukun kendilerine yaradığını düşündüklerini gösteren bir kanıt da yok, hukuk dışı uygulamalardan olumsuz olarak etkilendikleri, özellikle yolsuzluklardan şikâyetçi olduklarını gösteren kanıt da yok. Hukuk devletinin pahalılığı.

-Neden?

-Çünkü içinde yaşadıkları ortam hukukun içinde değil zaten. İnsan kaynakları gelişimi düzeyi fevkalade düşük bir tabakadan bahsediyoruz. Bu kitlenin hukuk devleti bilgisi de yok, yaşadığı ortamda hukuka uymanın maliyeti de oldukça fazla. Gecekonduda oturan, kayıt dışı ekonomide çalışan, elektrik, su vb. hizmetleri ödeme gücü olmadığı için bunları bedava temin etmeye çalışan geniş kitlelerden söz ediyoruz. Bu tür bir yaşantının hukuk devleti, adalet ve hukuk kurallarına uygun işleyen bir imar, trafik, enerji vb. yasası talep etmek gibi bir lüksü olabilir mi? Hukuk devletinin bir iktisadi getirisi var, kalkınma sağladığını Daron Acemoğlu ve James Robinson kitaplarında ispatlıyorlar.

Ancak, hukuk devleti aynı zamanda pahalı da, kullandığınız elektriğin, suyun, kanalın faturasını ödeyecek, trafik kurallarına uyarak araç kullanacak, imar yasalarına uygun ev yapacaksınız. Bu masraflara katlanmak için profesyonel meslek sahibi olmak ve o düzeyde gelir gerekiyor. Onun için orta sınıfın yaygın olduğu ülkelerde hukuk devleti ve ona dayalı çalışan bir demokrasi yaşıyor ve ekonomi kalkınıyor. Bugün önümüzdeki sorun da bu: Demokrasi olmadan hukuk devleti olmuyor, hukuk devleti olmadan ekonomik kalkınma olmuyor ama Türkiye henüz yarışmacı bir otoriter devlet. O zaman önümüzdeki gündem nasıl gelişecek? Herhalde çok sancılı olacak, hep beraber yaşayıp göreceğiz….”

Namaste…

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanMelek Ay
Takip et:
Sadelik içinde adımladığım yolda, sahip olduğum niteliklerin hakkını vermeye çalışan bir yolcuyum...
Önceki Makale ‘Bir, iki, üç, daha fazla Vietnam’
Sonraki Makale Siyasal evren

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

*Serbest Kürsü

Tarihten ders almayı bilmek…

Gürsel Demirok
28 Mayıs 2025
Serbest Kürsü

Türkiye’de “adaletsizlik sendromu”

Dr. Nil Gönce
27 Mayıs 2025
Serbest Kürsü

Sürdürülebilir kalkınmanın anahtarı

Yıldırım Aktuğan
26 Mayıs 2025
Serbest Kürsü

Kilise, engizisyon, katliamlar

Metin Gülbay
24 Mayıs 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?