Moskova’nın merkezinden uzak sayılan Sokolniki semtinde iki odalı kutu gibi bir daire. Sağdaki odada yatak da olabilen bir divan, yorgan ve battaniye var. Üzerinde bir faks bulunan masanın zorlukla sığdığı küçük koridor tanıtım broşürleriyle dolu. Soldaki küçük odada bir divan, iki koltuk, kitap dolu kütüphane ve geleneklere uygun olarak duvarda asılı bir halı.
Tarih 28 Mayıs 1991.
Vladimir Jirinovski ile randevum var. Söz verdiğim gibi saat tam 15.00’te 115 numaralı dairesinin kapısını çalıyorum ama açan olmayınca kendisiyle mutlaka görüşmek istediğim için apartmanın girişinde beklemeye karar veriyorum. 15-20 dakika gecikmeyle geliyor, birlikte dairesine çıkıyoruz.
Jirinovski ile görüşmek istemenin nedeni o yılın 12 Haziran günü yapılacak Rusya tarihinin ilk başkanlık seçimlerine adaylığını koyması. Ama daha önemlisi Türkoloji okuduğunu ve Türkçe bildiğini öğrenmiş olmam. Devir Sovyet devri, Rusya Federasyonu birliği oluşturan 15 cumhuriyetin en önemlisi. Rusya başkanlık seçimlerine Türkçe bilen bir adayın katılması da haliyle haber değeri taşıyor.
Karşımda oturan Jirinovski’nin Türkçesi yıllardır konuşmadığı düşünüldüğünde gayet iyi ve akıcı. Yanlışlar yapıyor, aksanı da var ama mesela konuşurken arada hiç Rusça kelime kullanmıyor.
Partisinin kaynaklarını açıklamıyor, perde arkasında KGB’nin bulunduğu söylentilerini, “Ajan olsaydım çok param olurdu” diye geçiştiriyor.
En çok dikkatimi çeken sürekli yükselen, zaman zaman bağırmaya dönüşen kısık sesi ve söylediklerini kanıtlamak istercesine aralıksız kullandığı, karşısındakiyle kavga ediyormuş izlenimi bırakan elleri. İlginç bir özelliği de sakin sakin konuşurken kendi söyledikleriyle birdenbire kızmaya başlaması ve bambaşka bir ruh haline bürünmesi.
Türkiye’de başından ilginç bir olay da geçmiş. 1969 yılında staj için gittiği Bandırma’da Lenin (ona göre Puşkin) rozetleri dağıtarak komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınmış ve bu olay kaçınılmaz olarak hafızasına kazınmış.
Jirinovski’nin gözaltına alınmasıyla ilgili haber ve Türkiye’den gönderdiği kartpostal.
Söyleşimiz 30 Mayıs tarihli Milliyet’in birinci sayfasında “Türkiye’den kovuldu, Yeltsin’e rakip oldu” başlığıyla yayınlandı.
Bir saate yaklaşan konuşmamızdan fazla etkilenmemiştim; ilginç ve sempatikti ama dürüst olmadığı, kolayca yalan söyleyebildiği izlenimine kapılmıştım.
Sadece ben değil Sovyet basını da onu fazla ciddiye almamıştı ama 12 Haziran’da sandıklar açıldığında herkesi büyük bir sürpriz bekliyordu. Boris Yeltsin tahmin edildiği gibi oyların yüzde 60’ına yakınını toplamış, eski Başbakan Nikolay Rijkov da yine beklendiği gibi ikinci sırayı almıştı ama Jirinovski’nin oyların yüzde sekizine denk düşen altı milyon 200 bin seçmenden destek bulabileceğine kimse ihtimal vermemişti.
Ertesi sabah telefon ettiğimde zafer sarhoşluğu içindeydi, “Yeltsin seçime yolsuzluk karıştırmasa mutlaka ben kazanırdım. Kararlıyım, Sovyetler Birliği’ne başkan seçilinceye kadar her seçime katılacağım” diyordu. Kendisini ciddiye almayanlara iyi bir ders verdiğini düşünüyordu ve haklıydı.
Sözünü de tuttu, gerçi o yılın sonunda Sovyetler Birliği dağıldı ama sonra yapılan her başkanlık seçimine ve lideri olduğu Liberal Demokrat Parti (LPDR) de her parlamento seçimine katıldı.
Bu arada, Milliyet’te çıkan Jirinovski’nin gençliğinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Türkiye’de yakalandığı haberi Sovyet basınında da yer aldı ve bu konunun üzerine gidenler oldu ama o günlerin siyasi karmaşası içinde çabucak unutuldu.
Rus kamuoyu ona “şarlatan” ya da “palyaço” gözüyle bakıyordu ama seçmenlerin yaklaşık yüzde 10’u milliyetçi sloganlarını, komünizme düşman olmasını, Rusları yüceltmesini, ağzına geleni söylemesini, orayı burayı bombalamaktan söz etmesini, hazır cevap olmasını, esprilerini komik ve sempatik buluyordu. Bir yandan söyledikleri ciddiye alınacak şeyler değildi ama diğer yandan görüşlerini uygulama fırsatı bulursa aniden tehlikeli bir lidere dönüşebilirdi. Hint Okyanusu’nda çizmelerini yıkamaktan söz ediyor, gençliğindeki gözaltı olayı için Türkiye’nin milyonlarca dolar tazminat ödemesini istiyor, Türkiye’nin bölüneceğini söylüyor, Rusya ile Almanya arasında kalan bütün ülkelerin yok olacağını iddia ediyor, Litvanyalı bir gazeteciye, “Baltık Rusya’ya ait, sizi yok edeceğiz” diyor, beyaz ırkın kurtarılması çağrıları yapıyordu. Sonradan, Türkiye bir Rus uçağını düşürdüğünde İstanbul’a nükleer silahla saldırılmasını da istemişti.
4 Ekim 1993 Yeltsin’in muhaliflerin elindeki parlamentoyu bombalatması nedeniyle Rusya tarihine bir utanç günü olarak geçti.
O olaydan iki ay sonra, 12 Aralık 1993’te yapılan parlamento seçimlerinde komünistlerin kolunun kanadının kırılmasının da etkisiyle Jirinovski’nin partisi LPDR inanılmaz görüneni başararak yüzde 23 oyla birinci oldu.
13 Aralık sabahı LPDR’in merkezine gittiğimde yüzlerce Rus ve yabancı gazeteciyi parti yöneticilerinin toplantı yaptığı salonun önünde bekler buldum. Jirinovski ile konuşabilmek, soru sorabilmek, “zafer pozu” çekebilmek için saatlerdir oradaydılar.
Az sonra kapı açıldı, Jirinovski dışarı çıktı ve anında gazetecilerin soru bombardımanı başladı. Birden aklıma dikkatini çekebilmek için Türkçe soru sormak geldi; Türkçe konuşmasını sevdiğini biliyordum.
O hengamede bağırarak sorduğum Türkçe soruyu duyar duymaz önce bakışları, sonra kendisi bana yöneldi. Bu sırada yerli ve yabancı gazeteciler bilmedikleri bir dili duyunca ister istemez boş bulunup susmuş, bir sessizlik olmuştu.
Milliyet’te yayımlanan bir söyleşimiz.
Haliyle keyfi çok yerindeydi, benimle Türkçe konuşarak merdivenlere yöneldi. Konuşmamızın bitmesini sabırla, daha doğrusu sabırsızlıkla bekleyen öfkeli bir gazeteci ordusu arkamızdan bizi takip ediyordu.
Binanın üçüncü katından girişe kadar olan mesafeyi yavaş adımlarla alırken arka arkaya sorduğum sorulara mutluluk içinde güle oynaya Türkçe cevaplar veriyordu, Ben ise yürürken not alamadığım için konuşmayı kaydettiğim küçük teypte teknik bir sorun çıkmaması için dua ediyordum.
Yavaş yavaş merdivenlerden aşağı inmemiz herhalde 10 dakikaya yakın sürdü. Binanın girişinde bekleyen makam arabasına binmeden önce, sonradan canlı yayınlarda da sıkça söylediği Zeki Müren’in “Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar” şarkısının sözlerini muzipçe söyledi ve hızla aracına binip uzaklaştı. Tabii çok sevinçliydim ama aynı zamanda şaşırmıştım çünkü benimle konuşması bittikten sonra diğer gazetecilere açıklama yapacağını düşünüyordum. Jirinovski’den tek bir kelime alabilmek için saatlerce boşuna bekleyen gazeteci ordusunun bana yönelen nefret dolu bakışlarıyla baş başa kalmıştım. Parlamento seçimlerinde sansasyonel bir zafer kazanan politikacıdan herkesin içinde özel haber koparmıştım ama meslektaşlarımdan herhalde çok küfür yemiştim!
Buna benzer bir sahne 2007 yılında da yaşandı.
O yıl yapılan parlamento seçimlerinde LPDR üçüncü büyük parti olunca gözler yine Jirinovski’ye çevrildi.
Seçimin ertesi günü Duma binasında basın toplantısı vardı. Salona göz attığımda yüzlerce gazetecinin Jirinovski’yi beklediğini gördüm. O kadar kişi arasında soru sorma şansı yakalamam çok düşüktü.
Hemen salondan ayrılarak koridorda onu beklemeye başladım.
Az sonra koruma ordusu eşliğinde göründü, yanına yaklaşmak için hamle yaptımsa da korumalar yolumu kesti. Birkaç saniye dikkatle bana baktı, hatırlamış gibiydi, korumalarına “izin verin” anlamında bir işaret yapınca hemen yanına koştum. Türk gazeteci olmam yine işe yaramıştı.
“Son Çar Jirinovski” kitabı
Rusya’da Bir Çılgın
1993 seçimlerindeki başarısıyla artık Batı basınının da dikkatini çekmeye başlayan Jirinovski’nin Rus siyasetinde belirli bir ağırlığa kavuştuğunu görünce 1994 yılında Milliyet Yayınları’ndan çıkan “Son Çar Jirinovski-Rusya’da Bir Çılgın” kitabını kaleme aldım ve görüşlerini ayrıntılı olarak anlattım.
Söylediklerine gerçekten inanıyor muydu yoksa dikkat çekmek için mi öyle konuşuyordu, kestirmesi zor. Dahiyane bir buluşla partisinin adını Liberal Demokratik Parti koymuştu ama aslında faşizmle flört eden aşırı milliyetçi görüşlere sahipti. Siyasi görüşünü sorduğumda Türkçe, “Ne sağcıyım ne solcu, merkezciyim merkezci” diyordu.
Gazeteci Ali Sirmen kitaba yazdığı önsözde, “Jirinovski kararlı bir Türk düşmanıdır. Jirinovski’nin iktidara gelmesi halinde Rusya’nın Türkiye’ye nasıl yaklaşacağını kitabın sayfaları arasında ayrıntılarıyla bulabilirsiniz. Kuşkusuz bunlar sorumluluk sahibi bir politikacından çok hasta bir ruhun ürünüdür ve yalnızca Türkiye’ye yönelik değildir” demiş ve onu Hitler’e benzetmişti.
Jirinovski ve partisi öyle görünmeye çalışsa da hiçbir zaman Kremlin’e muhalefet yapmadı. Tersine, Kremlin açıkça söyleyemediklerini onun üzerinden kamuoyuna duyurdu. O “Kremlin’in sesi”ydi.
1998 yılı sonlarında Abdullah Öcalan’ı Moskova’da karşılayan ve Odintsovo semtindeki bir villada uzun süre saklanmasını sağlayan da Jirinovski’nin partisiydi. Hatta o günlerde partisinden bazı kişiler Milliyet’in Moskova Bürosu’na gelerek Öcalan’ın karşılanma görüntülerinin yer aldığı video kaseti 20 bin dolara satmayı önermiş ama gazete kabul etmemişti. Bu bilinen gerçeği geçen yıl sonlarında Rusya’da katıldığı televizyon programında Jirinovski de sonunda kabul etmişti. Elbette bu kadar önemli bir konuda iktidarın onayı, daha doğrusu talebi olmadan hareket etmesi düşünülemezdi.
Sansasyonel açıklamalar yapmasını, dikkatleri üzerine çekmesini, olay çıkarmasını seven, kimi zaman abuk sabuk konuşan, çılgın bir politikacıydı.
Cumartesi: Jirinovski Türk Elçiliği’ne mı sızmaya çalıştı?
Not: Bu yazı Vladimir Jirinovski’nin 1. ölüm yıl dönümü nedeniyle yeniden yayınlanmıştır.