11.8 C
İstanbul
4 Mayıs 24, Cumartesi
spot_img

3. uygarlık: Rusya

Rusya’nın en ilginç taraflarından biri, 10. yüzyıldaki din seçme girişimi ve dini ele alış ve yorumlayış biçimi.

10. yüzyılda Prens Vladimir bütün dinleri incelemek için temsilciler gönderiyor. Temsilciler raporlarını verdikten sonra da bir karar veriliyor ve Hristiyanlık seçiliyor. Fakat temsilcilerin bazı ülkelerdeki, örneğin Almanya’daki ve Bizans’taki kiliseleri inceledikten sonra Bizans’taki kiliselerin ihtişamından ve sanatsal yönünden çok etkilendikleri anlaşılıyor.

Bence bu husus Rus kültürü açısından önemli bir ipucu da veriyor. Neticede Rusların bir din seçme konusu tamamen bilinçli ve kendi açılarından rasyonel bir karara dayanıyor.

Bunu takip eden başka bir ilginç nokta ise, Ortodoks inancını benimseyen Rusların dini kendi kültürel özellikleri ile birlikte ele almaları, dillerini ve kültürlerini önde tutmaları. Aslında Ortodoksluk inancı Katoliklik ile bazı dini yorum farklılıklarından kaynaklanmıyor sadece. Asıl önemli nokta Rusların ulusal yönlerini, dil ve kültürlerini, hatta Pagan inancı döneminden gelen geleneklerini korumaya çalışmaları.

Bana göre bu konudaki bakış açıları “Rusluk dinden önce gelir” yönündeki bir yaklaşım olarak özetlenebilir. Rusya’nın başka bir ilginç yönü tarih boyunca büyük ve güçlü bir devlet olmaya, farklı kalmaya önem vermiş olması. İmparatorluk ve çarlık mantığı temelinde büyük ve güçlü devlet olma çabası aslında ilginç bir şekilde hem komünist dönemde hem de günümüz Rusya’sında gördüğümüz bir özellik bana kalırsa.

Bir başka nokta ise Rusların kendilerini ne Doğulu ne de Batılı olarak görüp üçüncü bir uygarlık olarak düşünmeleri. Rusların ulusal amblemlerine bakıldığında buradaki çift başlı kartal hem Doğu’yu hem Batı’yı gözeten çift yönlü bir anlayışı dile getirse de bunlardan ayrı, özgün bir uygarlığa sahip oldukları düşünülüyor. Bu yıl mayıs ayında Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bir ifadesinin Rusya’yı nasıl gördüğü konusunda fikir verdiğini düşünüyorum.

Putin şu ifadeyi kullanmıştı: “Rusya sadece bir ülke olmayıp zengin gelenekleri, çok uluslu yapısı, barındırdığı birçok kültürü ve dini sayesinde ayrı bir uygarlık.”

Ancak bu noktada da Rusluğun başat unsur olduğunu belirtmekte yarar var. Rusya’da tarih boyunca bir Batı karşıtlığı var ve aslında bu Rusya’nın kendi gücünü konsolide ettiği, kendi dinamiklerini ve onu geliştiren özelliklerini kontrol ettiği bir anlayışı getiriyor. Rusya kendini böyle bir aynada tanımlıyor ve güçlendirmeye çalışıyor. Bu anlayış dış politika ve iç politika açısından önemli bir hareket noktası oluşturuyor. Bununla birlikte Rus dış politikasının son derece pragmatist, gelenekçi, ulusalcı ve çok yönlü bir bakış açısına sahip olduğunu da söylemek gerekiyor. Komünist dönemde, özellikle “Soğuk Savaş” döneminde çok açık şekilde ortaya çıkan Batı karşıtlığı aslında 18. ve 19. yüzyıla kadar gidiyor. O dönem Petro reformlarına karşı çıkan birçok kimse bulunuyor. 19. yüzyılda Dostoyevski’nin söylemlerinde de çok açık bir Batı karşıtlığı var.

Doğu-Batı tartışmaları açısından kültürel konulara, geleneklere ve insan davranışları boyutuna bakıldığında ise gülmeye olan bakış açısında olduğu gibi daha çok Doğulu özellikler öne çıkmış gibi görünüyor. Malum Rus geleneklerine göre neden yokken gülmeye hoş bakılmıyor. Doğu toplumlarını çağrıştıran buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.

Diğer taraftan, Rusya’da duygusal bakış açısının günlük hayatta daha yüzeyde olduğu, Batı’da ise daha derinlerde ve normlarla kapatılmış olduğu söylenebilir. Başka bir ilginç özellik ise bana göre komünist dönemle birlikte kadınların gücünün ve özgürlüğünün toplumun çok önemli ve destekleyici bir unsuru haline gelmesi. Hem çalışma hayatında hem de çocukların eğitimi ve aile hayatı gibi konularda kadının güçlü konumu Rusya’yı farklı kılan özelliklerinden biri gibi görünüyor.

Buna rağmen bu noktada da bazı Doğulu özelliklerin devreye girdiğini ve kadınların konumun örneğin İskandinav ülkelerindeki gibi olmadığını da belirtmek gerekiyor. Rusya’nın en ilginç yönlerinden bir diğeri de, Petro’nun reformları ve bizatihi Petro’nun kendisi. Petro’nun sadece Batılı giyim kuşamı değil, eğitimden idareye, askeri konulardan ekonomiye bir çok konudaki ilerici adımları Rusya’yı çok değiştiriyor. En az reformları kadar Petro’nun gözü kara, cesur ve hareketli doğası da oldukça ilginç görünüyor.

Petro kendi ailesi ve Boyarlara rağmen bu reformlarda ısrarcı oluyor ve başarıya ulaşarak Rus tarihine damga vuruyor. Petro’nun Rusya’yı denizcilik ve askeri alanda geliştirmesi Osmanlı için de pek hayırlı olmuyor aslında. Bu özellikleri daha da uzatmak mümkün elbette. Son bir nokta olarak Rus ve Osmanlı imparatorlukları tarihinin yakından ilişkili olması da dikkate değer bir nokta kanımca.

Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler