Dr. Nevin Sütlaş
“First Lady”miz sayesinde bilen bilmeyen Hermes çantalarını duydu ama pazarlama hikâyesini duymamış olanlar vardır: 1981’de ünlü artist Jane Birkin, Air France’ta tepe rafından alayım derken çantasını düşürünce içindeki her şey ortalığa saçılıyor ve çok öfkeleniyor. Tesadüfen aynı uçakta olan Hermes’in patronu Jean-Louis Dumas bu durumu görünce, ona özel bir çanta tasarlayacağına söz veriyor ve oracıkta bir model çiziktiriyor. Seyahatler için ağzı kapaklı ve asma kilitli olarak tasarlanan bu el çantası 1984’de Birkin-Hermes adıyla satışa sunuluyor. Bu cafcaflı tanıtım çantayı elit kesime sevdiriyorsa da kazanç anlamında yeterince işe yaramıyor. Ancak 2000’lerde “Sex and The City” dizindeki kadınlardan birinin elinde görülünce marka patlıyor. Gerçek deriden yapılan dünyanın bu en pahalı çantasının timsah derisinden yapılanları şimdilerde 50-60 bin dolarcık ediyor çünkü taşlı maşlı özel dizaynlar yüz binlerce dolara alıcı buluyor.
Ben gençken her hanımefendinin en azından bir tane yılan derisi ayakkabı ve çantası olurdu. Olmayan kadınsa aşağı tabaka (!) mensubu olarak zaten hanımefendiliğe soyunmazdı. Giydiği kürkün hangi hayvanın postu olduğu nasıl kadının zenginlik düzeyini simgeleniyorsa, ayakkabı ve çantasının hangi hayvanın derisinden olduğu da aynı anlama geliyordu. Sonra kürk modası kalktı ama özellikle çantada deri modası sürüyor. Erkeğin araba ve saati gibi, cüzdan kalınlığının göstergesi olmayı sürdürüyor.
The Guardian’da 2020 de yer alan bir haberde çanta ve ayakkabı sanayinde derilerini kullanabilmek için Hermes’in Avustralya’da kurmak istediği 50.000 timsahlık bir çiftlikten söz ediliyor. Hayvanseverler tozu dumana kattığı için hükümet bu çiftliğin kuruluşuna önce izin verememiş. Yumurtadan bebekliğe, gençlikten ihtiyarlığa, bütün hayatını çiftlikte sürdürecek bu yetiştirme (!) timsahları, kümeste tavuk, ahırda sığır yetiştirmekten farkı olmadığını söyleyerek savunmuş Hermes. Üstelik bu çiftlikte talebi karşılayacak kadar timsah yetiştirirsek, vahşi olanların avcılığını da önlemiş oluruz, demişler. (Fahiş fiyatla alıcısı olmasa kim niye timsah avına çıkar, onu dememişler) Böylece Fransa başta olmak üzere Avrupa ve Amerika’nın çanta, cüzdan, kemer ve ayakkabı sanayisinin baş tacı olan dünyanın bu en pahalı derisini sizin ülkenizden sağlamış olacağız, diye de eklemişler. Bu çiftlik tümüyle bilimsel ilkeleri temel alarak çalışacak ve çevreye de katkıda bulunacak da demişler. Başka neler demişler, yetkilileri nasıl ikna etmişler bilmem ama becermişler. 2015 senesinde Avustralya dünya timsah derisi ticaretinin %60’ını gerçekleştirmiş. Her yıl 15 bin timsahın derisini yüzen endüstri 2017 yılında 106 milyar dolar kapasiteye erişmiş. Benim kapasitem bu rakamları algılamaya yetmiyor, umarım siz bu ticaretin boyutunu anlıyorsunuzdur.
Bizim timsah dediğimiz bu yaşayan dinozorların birbirinden çok farklı iki türü var: Crocodile ve alligator. Kahverengimsi ya da soluk yeşil olan Kroklar (Crocodile) daha büyük, daha saldırgan ve kafalarının ön kısmı V şeklinde. Gatorun ise (alligator) U gibi kesik görümlü bir burnu var, cildi koyu yeşil ya da siyah. Ağız ve diş yapılarından beslenme alışkanlıklarına, yaşamak için suyun yüzeyini ya da derinini tercih etmelerine varana kadar pek çok açıdan bambaşka 2 tür bunlar. Üstelik 70 milyon yıldır var olan gatorun tersine krok 200 milyon yıldan beri varlığını sürdürüyor. (Dikkatinizi çekerim; bin değil, iki yüz milyon yıl)
Avustralya’da doğal olarak ya da çiftlikte yetişen timsahlar sadece crocodile cinsi. Florida ise tam bir timsah cenneti gerçekten çünkü hem alligator hem de crocodile cinsi var. Senede sadece bir ay boyunca avcılığına izin veriliyor, o da belli bir boyu aşmış olması koşuluyla. Oysa hem derisine hem de etine rağbet çok fazla. Bu arada eti tavuk gibi beyaz ama lastik gibi de esnek, iyice çiğnemek gerekiyor. Ancak kendine özgü bir kokusu ve tadı varmış gibi gelmedi bana. (Timsah yememe şaşanlara vegan olmadığımı utanarak da olsa itiraf edeyim. Tavuğu horozu, kuzuyu sığırı, balığı ıstakozu yerken, arada timsah da yemişim de ne olmuş yani?)
Amerika’daki bir timsah (alligator) çiftliğinde 10 yıl süren bilimsel bir çalışma önemli bir dogmayı yıkmış. Dişi timsahlar, seçme şansları da olduğu halde, her üreme dönemlerinde hep aynı erkek timsahla çiftleşmeyi seçmişler. Yani gatorlar tek eşliymiş.
Avustralya’daki eski bir timsah rehabilitasyon merkezinin korona döneminde azalan ziyaretçi sayısını artırmak amacıyla hazırlanan bir belgesel izlemiştim. Kurumun reorganizasyonu için, devasa bir kaldıraç sayesinde başka bir havuza aktarılan erkek krokodilin uzun yıllardır birlikte olduğu eşinden ayrıldığı için kara sevdaya düşüp yemeden içmeden kesildiği anlatılıyordu. Ancak 2 hafta sonra eşi de yanına taşındığında küstüğü hayata geri dönmüş ve yeniden beslenmeye başlamış.
Özetle aralarında belirgin farklar olsa da her iki timsah türü de hem aşık oluyor hem de tek eşli bir hayat sürüyor. Biz ise sahte duygusallığını anarken “timsah gözyaşları döküyor” diye andığımız insanın tek eşli olduğuna inanıyor, timsahları ise bulduğuna yumulanlar listesinde sıralıyoruz. Kendimizden çok eminiz ya…
Timsahlar hakkında bilgimiz kısıtlı. Vahşi olduklarını, koca bir bizonu yutabildiklerini, kemik dâhil her şeyi sindirebildiklerini duyarız ve tıpkı yılanlardan korktuğumuz gibi timsahlardan da çok korkarız. Florida’ya taşındığımı duyan hemen herkesin sorusu da timsahların buradaki varlığı oluyor. Evet, Afrika ve Avustralya gibi Florida da timsah bol. Korkuya gelince.
Buraya yeni taşındığım zamanlarda bir gün, yanı başında boylu boyunca insan eliyle yapma nehir gibi bir su kanalı uzanan bir otobanda gidiyorduk. Bu kanalın çimenlik yamacına serilmiş devasa bir timsahı görür görmez çığlığı bastım. Çabuk durdurun arabayı, fotoğraf çekeceğim, diye. Kameramı kapıp arabadan fırladığımda o tonlarca çeken hayvan beni görür görmez kendini sulara attı ve suyun dibine dalarak anında yok oldu. Kim kimden korkuyor o zaman anladım. Yani korkmakta kim haklı demek istiyorum. 5 yıldır Florida’dayım daha adam yemiş bir timsah duymadım. Oysa bir yığın timsah eti satan restoran var burada. Hangisi daha lezzetli diye hepsini tek tek deniyorum!..
Arka ayaklarının üstünde dikilerek çitleri aşmaya çalışan timsah görüntüleri kimseyi kandırmasın. Sıcak iklimlerde var olabilen timsahlar yüz binlerce yıldır tatlı veya tuzlu suların yüzeyinde veya derininde yüzüyorlarsa da, karaya çıktıklarında minicik ayaklarının üstünde ancak kısa mesafeleri yürüyor ya da koşabiliyorlar. Karaya genellikle gündüz çıkıyorlar, o da güneşlenmek için. Güneşlenmeleri akşam için enerji toplamalarına yarıyorsa da gündüz harlı güneşin altındayken mayışıyorlar çünkü soğukkanlılar. Zora geldiğinde gatorlar saatte 18, kroklar 48 kilometre hıza erişebiliyorlar ama koşma süreleri saniyelerle sınırlı; güçleri çabuk tükeniyor. O yüzden burunlarının dibine kadar girmeyen bir insanı arkasından koşarak yakalayıp yutmaları mümkün değil, hele gündüzün sıcak saatinde uyuklarlarken.
Timsahların tuttuğunu koparan olağanüstü güçlü çeneleri, asla yemek seçmemeleri ve de zırhlaşarak güçlenmiş kalın ve çok dayanıklı derileri, bunca uzun zamandır var olabilmelerini, yaşayan dinozor olmalarını sağlamış. Ancak gene de insanın ipine, mermisine, keskin bıçağına daha önemlisi hainliğine dayanacak güçleri yok. O nedenle insan görünce tabana kuvvet kaçıyorlar. Neyse ki görme yetileri insanınkinin binlerce katı, yoksa çoktan soylarını kurutmuştuk.
750 bin yıl önce dört ayaklı olmaktan cayarak ayağa dikilen insansı, giderek yumuşayan derisi ve incelerek seyrekleşen tüylerinin koruculuğu yetmez olunca, avladığı hayvanların derisini ve kürkünü kendisininkinin üzerine geçirir olmuş. Sonra da metali silaha çevirmeyi becermiş. Ancak huylu huyundan vazgeçmezmiş derler ya, üstünden yüz binlerce yıl geçmesine rağmen hâlâ kendi geçmişinin yaratıcısı olan yabanı gördü mü saldırmadan duramıyor. Başlangıçta yaşaması için gerekli olan avlanmayı hâlâ av sporu adıyla kutsuyor. Geliştirdiği teknoloji sayesinde giderek güçlendirdiği öldürme gücüyle hatta öldürdüğünün derisiyle övünüyor. Savaşın temsilcisi olan erkeğin tersine sözüm ona barışın temsilcisi olan kadın cinsi de Hermes çantasıyla bu övüncün vitrini olmakta sakınca görmüyor.
Biz etimizi tavuk budu, kuzu pirzolası, sığır ciğeri, dana bifteği falan diye seçiyoruz ya, acaba gatorlar/ kroklar da zenci budu, sarışın kolu, esmer dalağı, kızıl gerdanı falan diye tat ayrımı yapıyor mu merak ediyorum.
Ayrıca en antik zamanlarda da insanlar “benim sırtımdaki seninkine bin basar” diye üstlerine geçirdikleri postları yarıştırıyorlar mıydı acaba? Yoksa “benim kemerim/cüzdanım, ayakkabım/çantam seninkinden daha vahşi bir hayvanın derisinden yüzüldü” diye böbürlenmeyi sonradan mı huy edindik? Ne dersiniz?
Vahşi tanımını yeniden gözden geçirmeye ne dersiniz?