Pazar, 18 May 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

Zorun iktidarıyla liberalizm

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 20 Eylül 2022 13:43
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

Ulaş Başar Gezgin (ulasbasar@gmail.com)

Klasik Çin felsefesinin ağırlıklı olarak siyaset ve toplumla ilgilendiğini görüyoruz. Bu, bir açıdan şaşırtıcı; çünkü komşu Hint felsefesi, bunun tam tersine, bilgi kuramı (epistemoloji) ve bireye ağırlık veriyor.

Çin’in klasik düşünürleri, beylikler döneminde, beylikler arasındaki şiddetin sıradanlaştığı, tek bir birleştirici lidere yönelik özlemle nitelenen bir dönemde ortaya çıkıyor. Kimilerine göre, onlar kendi görüşlerini geliştirmekten çok, dönemlerinin toplumsal eğilimlerini yansıtıyorlar. Dolayısıyla, soyutlamayı düşünce sistematiklerinin merkezine yerleştiren klasik Yunan düşünürlerinin tersine, klasik Çinli düşünürler, günlük yaşamla daha çok iç içeler. Öte yandan, onları çağlarının basit bir ürünü olarak görmek, onların fail, özne ya da oyuncu olarak niteliklerini göz ardı etmemize yol açmamalı. Yunanistan da bir şehir devletleri ve iç ve dış savaşlar dönemi yaşıyordu; ama bunun klasik Yunan felsefesine nadiren yansıdığını görüyoruz. Bu açıdan “Antik Yunanistan’da felsefe bir kaçış, antik Çin’de ise bir arama ya da arayıp bulma çabasıdır” diyebiliriz.

Klasik Çinli düşünürlerde iki eğilim göze çarpıyor: Birincisi, şefkat kavramı üstünden yol alan devlet baba düşüncesi, diğeri ise despotizm üzerinden yürüyen ‘doğal yasa’ ya da ‘doğal düzen’ düşüncesi. Konfüçyüs’ün (‘Kong Usta’ ya da ‘Üstat Kong’ anlamında) temsil ettiği birinci yaklaşıma göre, devletin görevleri ve sorumlulukları var. Hiyerarşi ve uyum, toplum genelinde doğal karşılanıyor. Devletin olduğu gibi, toplumun her üyesinin de görev ve sorumlulukları var. İşin özeti, herkes “büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi gösterecek”. Bu anlayışta, aile, kilit bir konumda. Devletin görevi ise, halkı bir ‘aile reisi’ gibi çekip çevirmek. Kong’cu düzen, analojinin hükümdarlığı. Bu aile-devlet benzetmesi, yönetim felsefesi olarak hayata geçiriliyor. Bu yaklaşım, bu nedenle, psikanalitik çözümlemeye oldukça uygun.

‘Hukukçular’ olarak adlandırılan düşünürler ise, yönetenle yönetilen arasındaki böyle bir duygusal bağa tümüyle karşılar. Onlara göre, hükümdarın görevi, kendilerince tanımladıkları ‘doğal düzen’i sağlamak. Bu açıdan, bu anlayış, ‘dirlik düzen’ odaklı. Dahası, bu düzeni koruma görevini en vahşi yollarla gerçekleştirmekten geri durmuyor. Böyle baskıcı bir rejimin ilk düşmanı, kuşkusuz, aydınlar olacaktır. Fakat despotizm o kadar başarılı olacaktır ki, baskı, doğalmış gibi görülmeye başlanıp kanıksanacaktır (“daha ne olacağıdı” düşüncesi). Makyavel’den yüzyıllar önce yaşamış olan bu düşünürler, hükümdara, muhaliflere karşı “böl-yönet” politikasını izlemelerini salık verir. Günümüzün gözetim toplumu tartışmalarının öncülü olarak, hükümdarın ülkenin dört bir yanına hafiyelerini salması ve böylece her yerde gözünün kulağının olması da öneriler arasındadır. Böylece hükümdar, isyanları bastırmanın ötesine geçip isyan olasılığını ortadan kaldıracaktır. Bu da, bize, günümüzün ‘olağan şüpheliler’ kavramsallaştırmasını anımsatır. Bu önerilerin arasında, savaşın yalnızca dışarıya karşı güç gösterisi için değil, içeride kendi halkını baskı altında tutmak için önerilmesi de dikkat çekicidir. Savaş, halkın artı değer üretimine izin vermeyecek, böylece hükümdara kafa tutacak bir mülklü sınıfın ortaya çıkması engellenecektir. Bu despotizmde yasaların tartışılması, ‘teklif dahi edilemez’.

Bu bağlamda diyebiliriz ki, Kong’cu devlet, Gramsci’nin rızaya dayalı hegemonyasıyla benzerlikler taşırken, ‘hukukçu’ düzen, zora dayalı hegemonyayı anımsatıyor. Bir diğer deyişle, havuç-sopa ilişkisi söz konusu. Bir de, güçlü bir akım olarak, Taocu felsefeyi düşünebiliriz. Bu akım, “her şey olacağına varır” (“Que sera sera”) ya da “Su akar yatağını bulur” anlayışıyla, daha çok, “bırakınız yapsınlar”cıları akla getiriyor. Taocu düşünürler, halk üzerinde, olabilecek en az sayıda ve en basit düzenlemelerin yapılmasından yana; çünkü doğal olan, basittir. Yasaklar, onu çiğnemek isteyenleri başına toplayacaktır. Ne kadar yasa ne kadar ferman o kadar çok hırsız… Taocu düşünürler bugün yaşasaydılar, herhalde ekonomik olarak klasik okulu savunacaklardı; çünkü görüşleri, “piyasanın görünmez elinin dengeyi sağlayacağı; devletin çözüm değil sorun olduğu” biçimindeki klasik ekonomi düşüncesine çok yatkın.

Klasik Çin felsefecilerinden Mencius’a (Meng Usta, Üstat Meng) göre insan, özünde iyidir. O, insandaki iyilik eğilimini yukarıdan aşağıya akan bir ırmağa benzetir. İnsan da akan su gibi doğal olarak iyiliğe yönelmektedir. Ancak onu toplumsal koşullar bozar. Bu nedenle, devlete büyük bir görev düşmektedir. İnsanı kötülüğe sürükleyenler, ekonomik sorunlardır. Demek ki, o zaman, devletin önceliği, eğitim değil istihdam olacaktır. Xunzi (Hun Usta, Üstat Hun) ise Mencius’un dediğinin tam tersini ileri sürer. Ona göre, insan, özünde bencildir. Toplumda dirlik düzenlik sağlanmasa, insanlar her tür kötülüğü yapabilirler. Bu görüşün siyaset felsefesindeki karşılığı, yukarıda anıldığı üzere, despotizm; diğer bir deyişle, insanın doğal kötülüğünü engellemek için halkı sürekli baskı altında tutan bir ‘tek adam’ rejimi. Bu tartışmalardan anlaşılabileceği gibi, aslında klasik Çin felsefesi, Avrupa’da tartışılagelen siyaset felsefesi ikilemleriyle yakın akraba görünümünde.

Bugün Çin’de elbette antik Çin felsefesinin suyunun suyunun suyunu görüyoruz. Nasıl ki günümüz Yunanistan’ında antik Yunan felsefesinden pratik anlamda neredeyse hiç iz kalmadıysa, günümüz Çin’inde de bağlamlar çok farklı artık. Çin’in siyaset felsefesini değerlendirdiğimizde, bugün kapitalizme doğru koşar adım gitmekte olsa da, yakın tarihteki Marksizm ve Maoizm etkilerini yadsıyamıyoruz. Yine de, iktidarın rızaya dayalı mı zora dayalı mı olacağı ve insan doğasının iyi mi kötü mü olduğu gibi sorunlar, evrensel nitelikte olmaları dolayısıyla geçerliliklerini koruyor.

Not: Bu yazı yeni yayımlanan “Çin/Çifte Ejderhanın Diyarında-1” kitabımdan alınmıştır.

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale Rusya’da ‘yabancılar’ askere alınıyor
Sonraki Makale ‘Erdoğan giderse ilişkiler bozulur’

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Toplumsal dönüşümün 2 anahtarı

Yıldırım Aktuğan
18 Mayıs 2025
ManşetSerbest Kürsü

Yırtılan “esaret belgesi”

Medya Günlüğü
18 Mayıs 2025
EditörSerbest Kürsü

Hoca bana fena taktı!

Alper Eliçin
18 Mayıs 2025
Serbest Kürsü

1900’lerin başında İstanbul

Metin Gülbay
17 Mayıs 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?