1990’lı yıllarda Antalya’da otel satış ve pazarlama müdürlüğü yapan bir arkadaşım vardı.
Almancası iyiydi ama Rusçası kafa göz yaran cinstendi. Moskova’ya geldiğinde bana da uğrayan arkadaşım Rusçasının zayıf olduğunu biliyordu ama konuşmaktan hiçbir zaman çekinmezdi. Tersine, içten tavırlarla odaya girer, iş görüşmelerini tamamlar, güzel kontratlarla dönerdi.
Bu arkadaşım Rusçayı hatasız konuşmaya değil, iş bitirmeye odaklanıyordu. Bu yüzden gramer ilkelerini göz ardı ederek, sempatik ve ölçülü bir yüzsüzlükle Rusça konuşuyor, anekdotlar bile anlatıyordu. Bir örnek: Boğaz turunda olan Temel, denize düşen ve help, help diye bağıran turiste seslenir, “Ay uşağım, İngilizce öğreneceğine yüzme öğrenseydin ya.”
Peki neden bu arkadaşım kısıtlı Rusçasıyla büyük rakamların konuşulduğu sohbetlere girmekten kaçınmıyordu? Neden “Rusçam yetersiz” diye düşünmüyor, hatalı konuşmaktan ve yargılanmaktan korkmuyordu?
Açıkçası, arkadaşım dil öğrenmenin sırrını farkında olmadan çözmüştü. Onun sırrı: Kendiyle barışık, eğlenceli, sonuç odaklı, sosyal ve girişken olmaktı. Sonuç odaklı insanlar yabancı dilde hata yaptıklarını bilirler ancak hatalarını düzeltene kadar bu şekilde konuşmaya devam ederler.
Bu mizaca sahip kişiler mükemmellik ihtiyacı duymaz, yargılanma korkusu olmadan konuşurlar. Yargılanma korkusu esasen bir yanılsamadır çünkü kimse bizden zaten ana dil düzeyinde yabancı dil konuşmamızı beklemez.
Herkesin herhangi bir dili öğrenebileceği doğrudur fakat öğrenme sürecinin inceliklerine takılıp kalırsak çekingenlik, utangaçlık ve öz güven eksikliği peşimizi bırakmaz. Doğrusu, başarıya götüren her yolculuk gibi, dil öğrenimi de sabır, net hedefler, disiplin ve odaklanma gerektiren bir yolculuktur.
Diyelim ki İngilizce öğreniyorsunuz ve ana dili İngilizce olan birinin yanında konuşmaktan çekiniyorsunuz. Şimdi o kişinin Türkçe öğrendiğini ve sizinle konuşurken hata yaptığını göz önüne getirin. Böyle bir durumda siz ne yaparsınız, onu hoşgörü içinde dinlemeyi sürdürür gerekirse yardım edersiniz, değil mi? Dolayısıyla, karşınızdaki kişinin de sizi hoşgörüyle dinleyeceğini ve eğer isterseniz yardımcı olacağını peşinen varsayabiliriz.
Konuşma becerisi ile doğarız ama hiç kimse dil bilerek doğmaz, bildiğimiz dilleri bir şekilde sonradan öğreniriz. Dolayısıyla gezegenin neresinde olursa olsun, yeni bir dil öğrenen herkesin hata yapma hakkı vardır. Hatalar, dil öğrenme ve akıcılık kazanma sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Üstelik hiç kimse kendi ana dilini bile hiç yanlış yapmadan öğrenmiş değildir.
Öte yandan, çekingenlik ve yargılanma korkusu gibi duyguları dönüştürme gücüne sahip olduğumuzu hatırlamalıyız. Bu amaçla etkili bir teknik olarak, konuşma denemelerinizi birkaç kez kameraya çekerek pratik yapmanızı öneririm.
Kayıt için yabancı dilde röportaj veren bir ünlü gibi rol yapmanız etkili olacaktır. İlk birkaç kayıtta önceden hazırlanmış metinleri okuyabilirsiniz, ancak daha sonra akışa bırakıp doğrudan konuşmayı deneyebilirsiniz. Röportajı en yakın arkadaşınızın yaptığını düşünmek rahatlatıcı olabilir.
Çekim öncesinde beş dakika boyunca dil korkularımız, korkuların olası kökenleri ve amaçlarımız üzerine rasyonel ve analitik olarak düşünmek yararlı ve yapıcı olur.
Yabancı dilde birileriyle sohbet ettiğimizi hayal edip videoya çekmek, utangaçlığı gidermeye yarayan eğlenceli ve eğitici bir etkinliktir. Daha sonra videoları izleyerek yanlışlarınızı nasıl düzeltebileceğinizi irdeleyebilirsiniz. Ne demişler: “Fake it till you make it.” (*)
Doğu bilgeliklerinde “mutluluğu uzaklarda aramayın, siz neredeyseniz mutluluk oradadır” denir.
Başkalarının yabancı dil yanlışlarımız hakkındaki düşünceleri, içsel mutluluğumuzu bozamaz. Esasen bu bakış açısı yeni bir dil konuşmak için olduğu kadar yaşamın tüm alanları için de geçerli olabilecek sağlıklı bir bakış açısıdır.
halilocakli@yahoo.com
(*) Yapana kadar yapmış gibi davran.