Şehirlerin yüksek ve sık yapılmış binalarının arasına sıkışmış yaşamlardan, travma yaşatan ikiyüzlü, yapmacık insanların isimlerini duymaktan, yüzlerini görmekten, kısacası hayattan soğudum.
Devletlerin, toplumların, mahallelerin uyguladığı baskıdan, sosyal ve siyasal şiddetten, mevsimlerden, herkesten, her şeyden soğudum. Neredeyse yaşanmaz hale gelen dünyada beraber yaşadığım insanlardan nefret eder oldum.
İnsanlara, her şeye inancımı kaybediyorum. Savaşlar, acılar, silahlanma yarışı, insanın doğadan uzaklaşması, çevre kirliliği, küresel ısınma, ormanların yok edilmesi, nükleer atıklar, çocuk iş gücünün sömürüsü, enflasyon, gıda krizi ve sefaleti gördükçe üzülmemek elde değil.
Kadına, çocuğa, hayvana tecavüz, gencecik kızların, kadınların sokaklarda öldürülmesi, dövülmesi, kendilerinden onlarca yaş büyük erkeklerle zorla evlendirilmesi ve bunlar gibi binlerce olayı görmekten, düşünmekten insanlardan ve hayattan soğudum. Dünyanın devasa sorunları karşısında ülkelerin, kurumların, dinlerin, ideolojilerin yetersizliğine akıl sır erdiremediğimden olsa gerek her şeyden soğudum…
Hadi diyelim bunlar bütün insanları ilgilendiren evrensel sorunlar. Ya günü birlik yaşadığımız sorunlara ne demeli?
Herkes yalan söylüyor, aldatıyor, yüzüne maske takıp başka birini oynuyor. Kimse kimseyi sevmiyor, herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, diri diri gömmek istiyor. Dedikodu, iftira, adam satma, hayatın içinde anlık yaşadığımız hadiseler; o anda olup bitiyor ama aynı zamanda da kocaman bir etkiye sahip olduğundan insana gerçekten çok büyük travmalar yaşatabiliyor. Bu yüzden de soğudum.
Son günlerde görsel, yazılı ve sosyal medyada yaşanan bütün acılarda şunu fark ettim: Acıları yaşatan insanlarda farkındalık bilinci yok, vicdanları körelmiş, cahillik normalleşmiş, ar damarları çatlamış, utanma kalmamış.
Utanma duygusu beyinde başladığı için, kişi bu duygudan mahrumsa elini yüzünü kapama gereği bile duymaz. Vicdanı olmayan insanın toplumdan, kuldan utanmasını beklemek ister istemez mantıksız geliyor.
Gerçekten utanmak bir devrimin başlangıcı, doğruya, iyiye niyet etmektir. Bu değerler ışığında eyleme geçme kapasitesi, yaşanan kötü şeylerden utanma bir toplumun, grubun içindeki dinamizmi, düzeni sağlayan en önemli duygudur. Ruhsuz bir dünyaya duyulan utanç, vicdanı olmayan adaletsiz dünyaya isyandır. İnsan artık anlamalı ki doğal olandan değil, kötü olandan utanmak gerekir.
İngiliz bilim insanlarının yaptığı bir deney insanlardaki utanma duygusunun hayvanlarda olmadığını ortaya koymuş. Demek ki insanı hayvandan ayıran en önemli şey sadece düşünebilmek değil, utanma duygusuna da sahip olmakmış.
Bir pazar sabahı, haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini alan babanın yanına kızı gelir:
-Baba söz vermiştin, benimle parka gidecektin.
O anda parka gitmek istemeyen babanın mantıklı bir bahane uydurması gerekir. Masada duran gazetenin ekindeki dünya haritası gözüne ilişir. Hemen o sayfayı küçük parçalara ayırarak yapboz oyununa çevirir. Kızına, “Eğer bu haritayı tekrar yapabilirsen seni parka götüreceğim” der.
Baba kızının yapbozu akşama kadar bitiremeyeceğini düşünür.
Ama kızı çok kısa bir süre sonra ve “Baba haritayı yaptım, artık parka gidebiliriz” der.
Baba gözlerine inanamaz, nasıl bu kadar çabuk yaptığını sorar. Kızı şu cevabı verir:
-Baba, bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttim, dünya da düzeldi.
İnsan düzelirse vicdan, merhamet ve utanma duyguları insanın zihinsel dünyasına, düşünce, duygu ve davranışlarına yerleşirse emin olun dünya daha yaşanır bir hale gelecektir.
Unutmayın, insanda utanma duygusu varsa insanın yüreği kekeler.
Fotoğraf: ibpf.org