Tele1’de Merdan Yanardağ ile Emre Kongar’ın ilgiyle izlenen “18 Dakika” programında geçen gün Kongar Alexandre Dumas’nın ünlü “Üç Silahşörler” romanından söz etti.
Kongar programda, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın romandaki üç silahşörler (Athos,Porthos,Aramis) görünümünü verdiklerine işaretle, bu üçlünün Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik olarak birlikte hareket etmelerinin önemini vurguladı. Romandaki üç silahşörün arkadaşı Dartanyan’ı da Kemal Kılıçdaroğlu’na benzeten Kongar, Kılıçdaroğlu’nın “Dartanyan” olarak Özel, İmamoğlu ve Yavaş’a destek olması halinde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde arzu edilen sonuca ulaşılabileceğini söyledi. Muhalefet partilerinden de böyle bir ittifaka destek gelebileceğinden söz etti. Romanda geçen” Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” sloganının önemini vurguladı.
Kongar’ın üç silahşör benzetmesi ilgimi çekti. Dumas’nın kitabını çocukluğumda ilgiyle okumuştum. “Üç Silahşörler” çocukluk hayallerimizi süsler, tahta at üzerinde tahta kılıçlarla kötülere karşı mücadele eder, sonunda da “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” derdik.
Özel, İmamoglu ve Yavaş’ın “Üç Silahşörler” gibi ittifak içinde olmaları, bu üçlünün siyaset dünyasında yükselmelerinde değerli katkıları olan Kılıçdaroğlu’nun kendilerini desteklemesi üzerinde düşünülmeye değer bir öneri.
Öncelikle şunu belirteyim: CHP gibi Cumhuriyetin kurucusu, demokratik eğilimleri güçlü, çok sesli bir partinin genel başkanlığını üstlenmek her dönemde şerefli ve zor bir görev olmuştur. CHP’de “ağzınla kuş tutsan” yine de beğenmeyen çıkar. Sadece parti içinden değil, parti dışından da akıl vereni çoktur. Özgür Özel, Kılıçdaroğlu’nun ardından bu zor göreve talip oldu. Parti başkanı olarak kurmayları ile birlikte başarılı olmak için büyük uğraş veriyor. Yerel seçimlerde CHP’nin başarısı, yeni yönetimin karnesine de kaydedildi.
Yerel seçimlerde AKP’nin geçmişteki kalelerinden olan Ankara ve İstanbul’da Yavaş ve İmamoğlu’nun sergiledikleri başarı da, bu ikinin yanı sıra Özel ve kurmaylarının başarı hanesine geçti. AKP zihniyeti bu başarıları sindirmekte güçlük çekiyor. İktidarın CHP’yi baskı altında tutma, başarısız gösterme politikasından bu iki büyükşehir başkanı da nasip alıyor. Özellikle İmamoğlu, çeşitli gerekçelerle yargı kıskacı altında.
AKP’nin niyetlerinin farkında olan halkın muhalif kesimleri başarılı buldukları İmamoğlu veya Yavaş’ın Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmeleri arzusunda. Diğer muhalif partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin çoğunun da bu düşünceye sıcak baktıkları gözleniyor.
İmamoğlu’nun ifade vermek üzere 31 Ocak’ta gittiği Çağlayan Adliyesi önünde adeta gövde gösterisine şahit olundu. İmamoğlu’nun ifade vermesine eşlik etmek üzere Adliye önünde çok sayıda kişi toplandı. Muhalefet partilerin temsilcileri ve Mansur Yavaş dahil CHP’li büyükşehir belediye başkanları destek amacıyla Adliye önüne gelenler arasındaydı. Muhalif medya bu gövde gösterini “Sandık gelecek, iktidar gidecek”, “Cesaret, haysiyet, adalet”, “Ülkeye adalet gelecek” ve “Kurtuluş sandıkta” gibi başlıklarla yansıttı.
İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın Çağlayan’da otobüs üstünde el ele, omuz omuza görülmesi ise kamu oyunda özellikle ses getirdi. Umutla ve memnunlukla karşılanan bu görüntü ikili arasındaki dayanışmanın, güç birliğinin işareti olarak yorumlanıyor. “İkilinin birlikte verdikleri fotoğraf, sembolik değeri büyük, güçlü bir fotoğraf” deniliyor.
Bu dayanışmanın Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde en iyi şekilde değerlendirilmesi gereği vurgulanıyor. CHP parti üyeleri, İmamoğlu ve Yavaş’ın yanı sıra muhalefet partilerinin ve demokratik kitle örgütlerinin de eğilimleri dikkate alınarak Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinin önemi dile getiriliyor. Cumhurbaşkanı adayları arasında adları geçen iki büyükşehir belediye başkanından, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı, Yavaş’ın da Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak takdim edilmeleri durumunda güçlü bir şekilde yarışmaya katılınabileceğinden söz ediliyor. “İmamoğlu-Yavaş modeli AKP’yi götürür” deniliyor.
İmamoğlu da, Yavaş da popüler, sevilen, vizyon sahibi, başarılı belediye başkanları. Her ikisini Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesini arzu eden milyonlarca insanımız var. Özgür Özel parti başkanlığına ısınmış görünüyor. Sorunlara, partiye giderek hakim oluyor. Geçende bir yurttaş yazmış :”Özel’i beğeniyor ve seviyorum. TV de seyrediyorum, paralıyor kendisini. Çok da güzel konuşuyor ama tepedekiler ile başa çıkmak kolay değil.” Bu yurttaşa arkadaşı yanıt vermiş: “Bağırarak konuşuyor. Önünde mikrofon olduğunu unutuyor.” Bu yakın arkadaşların ikisi de sıkı CHP’li.
Böyle farklı seslerin çıktığı bir partide, her ikisi de değerli özelliklere sahip adaylardan hangisinin Cumhurbaşkanı adayı, hangisinin Cumhurbaşkanı yardımcısı aday olacağına karar vermek kolay değil. Karar verme zamanını belirlemek de güç. Erken belirlense bir türlü, geç belirlense bir türlü. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bu ortamda CHP, adayını belirleme sürecine girdi. CHP’nin başta Özel, kurmay kadroları için sınav niteliğindeki bu süreç. Amasız, lakinsiz, fazla sürtüşmeye, çekişmeye yol açmadan, aklıselimi, sağduyuyu ön planda tutarak bu sürecin geçilmesi ve kararın verilmesi umulur.
Bu gelişmelerin iktidar cenahında yakından izlendiği kuşkusuz. AKP içinde “İmamoğlu’nun üzerine bu kadar gitmekle iyi mi ediyoruz? Biz yüklendikçe adam güçleniyor…” diye düşünenler var mı bilmiyorum. Ancak , İstanbul’u İmamoğlu’na “teslim eden” Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine rakip olarak görmek istemediği biliniyor.
İmamoğlu’nun siyasi nitelikte olduğu algısını yaratan yargı ile olan sorunlarının, başkanlık görevini yerine getirmede karşısına çıkarılan güçlüklerin, engellemelerin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve CHP’li ilçe belediyelerine yönelik baskıların ve sindirme girişimlerinin vs. İmamoğlu’nu halk nezdinde daha güçlendirdiği kuşkusuz.
Öte yandan, AKP’nin gündeminde de 2028’den sonra kimin Cumhurbaşkanı olacağı önemli bir konu olarak yer alıyor. Partide yıllardır “tek adam” olan Erdoğan, resmen açıklanmamakla beraber, Cumhurbaşkanlığı için doğal “tek aday”. CHP’deki gibi her kafadan farklı bir ses çıkmıyor AKP’de. Erdoğan’ın karşısına parti içinden bir rakibin çıkması söz konusu değil. Partide geçmişte ağırlıkları olan kimi siyasiler, ağırlıklarını yitirmiş durumdalar. Erdoğan’ın yakın çevresinde kendisine tartışmasız biat eden yeni yüzler var.
Bu süreçte Erdoğan’ın önündeki en önemli engeller ileri yaşı, sağlık durumu ve mevzuat. Erdoğan, yaşı ve sağlık durumu izin verdiği sürece milletine hizmet arzusunda. Deneyimi, donanımı, milyonların gönlünde taht kurması ve uluslararası alanda tanınırlığı güç kaynakları arasında. Ülkedeki ve bölgedeki kritik sorunlar da “bu sorunların üstesinden gelebilecek kişi olarak” Erdoğan’ı gösteriyor.
Adaylığının ilan edilmesinde en büyük güçlük ise mevzuattan kaynaklanıyor. Şu aşamada da AKP mevzuattan kaynaklanan engelleri aşma çabasında. Bu çabaların aşılmasında başta MHP, Cumhur İttifakı’nın üyeleri AKP ile birlikte hareket ediyor. Bahçeli’nin, milliyetçi kesimlerden gelen tepkilere rağmen, terörist başı Öcalan’a yaptığı çağrının gerçek amacının da, DEM Partisi’ni TBMM’de bu amaçla yapılacak görüşmelerde ve oylamalarda Cumhur İttifakı’nın yanında yer almasını sağlamak olduğu iddia ediliyor.
AKP gerekli mevzuat değişikliğini yapabilmek için TBMM’deki diğer milliyetçi partilerden de destek arayışında. Bu amaçla AKP’nin milletvekili transferleri için “kesenin ağzını açtığı” da söyleniyor. AKP’nin on milletvekili daha bulması halinde AKP, MHP ve DEM Partisiyle birlikte Anayasa’yı referandumsuz değiştirebileceği ileri sürülüyor.
Bu noktada DEM Partisi’nin takınacağı tutum kritik önem taşıyor. MHP lideri Bahçeli’nin Ekim ayında yeşil ışık yakmasıyla başlayan süreçte, PKK terör örgütü elebaşı Öcalan’ın 15 Şubat’ta PKK’ya bir çağrı yapması bekleniyor. 15 Şubat, Öcalan’ın 1999’da Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiği tarih. Öcalan’ın 15 Şubat’ta ne gibi bir çağrı yapacağı, ne mesaj vereceği merak konusu. Mesajın ve çağrının içeriği, sürdürülen sürecin geleceğini etkileyecek nitelikte.
Bu süreçte önemli rol üstlenen DEM Partisi’nin çeşitli konulardaki tutumunun da, önümüzdeki dönemde kaydedilecek gelişmelere göre şekilleneceği anlaşılıyor. Bu itibarla TBMM’deki oylamalarda ve görüşmelerde DEM Partisi’nin desteğini “çantada keklik” görmek şu aşamada mümkün değil. AKP’nin kendi politik hedefleri doğrultusunda her seçim döneminde Kürt kökenli yurttaşlara yönelik “pırıltılı” vaatler de bulunduğu da göz ardı edilmemeli.
Bu çerçevede geçmişteki süreçleri izleyen bir yurttaşın şu anımsatması dikkat çekici:
“DEM Partisi’nin öncüleri olan partiler iki defa kandırıldılar. İlk sözde çözüm süreci 2009’da başlatıldı. Hedef 2011 seçimleriydi. Başarılı olundu. Aynı senaryo 2013’de tekrarlandı, 2015 seçimleri hedef alınarak. Haziran seçimlerinde değil ama Kasım’da maksat hasıl oldu. Şimdi aynı senaryo tekrarlanmak isteniyor. Kürtler yine çok arzulu, istekli… Yaşananlardan, geçmişten ders aldıkları kuşkulu. Yine uzatılan havucun peşindeler. Bir umut dünyası…”
Öte yandan, CHP’nin Kürt kökenli yurttaşlarımızın beklentilerini karşılamaya yönelik benimseyeceği politika da önemli. CHP’nin, DEM Partisine karşı oyalayıcı değil, Mustafa Kemal Paşa ile Dersim (Tunceli) mebusu Diyap Ağa arasındaki dostluğa benzer, güven verici tutum takınması, TBMM’deki görüşmeleri ve oylamaları etkileyecek nitelikte olacak. Keza, CHP’nin, iktidara gelmesi halinde, hamasetten kaçınarak, demokrasinin, insan haklarının daha güçlendirilmesine ve hukukun üstünlüğünün daha güçlü bir şekilde savunulmasına yönelik olarak çağdaş değerler paralelinde ne gibi uygulanabilir politikalar geliştireceğini açık ve net olarak kamuoyuna açıklaması da gerekecek.
Arzu edildiği şekilde Kılıçdaroğlu’nun da desteği ile dayanışma ve güç birliğinin sağlanabilmesi halinde gelecekte CHP’nin “Üç Silahşörü”nü “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” diyerek bu konuda da önemli görev ve sorumluluklar bekliyor olacak…