Türkiye’nin toplumsal ve siyasal gündemi, içte gitgide zorlaşan ekonomik koşullar, PKK’nın kendini feshetmesi ile ilgili belirsiz süreç, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması akabinde artan toplumsal huzursuzluk ve siyasal gerginlik, dışarıda ise büyük oranda Orta Doğu’daki gelişmeler etrafında şekillenirken, önemli anlam ve sonuçları olabilecek bir haber geçen günlerde Polonya’nın başkenti Varşova’dan geldi.
28-29 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen Üç Deniz Girişimi Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde Türkiye’nin bu platforma “stratejik ortak” olduğu açıklandı. Ülkemizde çok da bilinmeyen Üç Deniz Girişimi (ÜDG) nedir, neyi amaçlamaktadır? Türkiye’nin ÜDG’ye stratejik ortak olması nasıl anlamlandırılabilir ve ne gibi sonuçlar doğurabilir? Bu yazıda bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışacağız.
Orta ve Doğu Avrupa’da Sınır Aşırı Altyapı Atılımları
2016 yılında Polonya ve Hırvatistan’ın öncülüğünde, Avusturya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Slovakya, Slovenya ve Romanya’nın bir araya gelmesiyle ortaya çıkan ÜDG, Baltık Denizi, Karadeniz ve Adriyatik Denizi arasında kalan Avrupa Birliği (AB) üyesi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik ilerlemelerine katkı sağlamak amacıyla bu ülkeler arasında sınır aşırı enerji, ulaşım ve dijital altyapılarının geliştirilmesi için oluşturulmuş gayri resmi bir platformdur. Bu platform sayesinde Batı ve Doğu Avrupa -bir başka deyişle eski ve yeni Avrupa-arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılığının ortadan kaldırılması ve AB içindeki bütünlüğün güçlendirilmesi de hedeflenmiştir. Bu çerçevede, 2024 yılı itibarıyla toplam bütçesi 111 milyar euroya ulaşan 143 altyapı projesi tamamlanmış, yürütülmekte veya planlanmış durumdadır. Bu projelerin yüzde 51’i ulaştırma, yüzde 39’u enerji ve yüzde 10’u dijital altyapı alanlarındadır.
İlk yıllarından itibaren ABD, Almanya ve Avrupa Komisyonu’nun “stratejik ortak” olduğu ÜDG, 2022 yılından itibaren genişleme sürecine girmiştir. 2022’de Ukrayna platformun “ortak üyesi” (İng. associate member/associate partner) olmuş, 2023’te Moldova’ya da aynı statü verilmiş, Yunanistan ise ÜDG’nin on üçüncü üyesi olmuştur. 2024 yılında Japonya’nın da “stratejik ortak” olmasını, geçen günlerde Varşova’da gerçekleştirilen zirvede Arnavutluk ve Karadağ’ın “ortak üye”, İspanya ve Türkiye’nin “stratejik ortak” olması takip etmiştir.

ÜDG’nin Jeoekonomisi: Ekonomi ve Jeopolitiğin Buluşması
Jeoekonomi kavramını, geniş anlamıyla ekonomik araç ve stratejilerin, jeopolitik hedef ve stratejilerle ilişkisinin -daha basit bir şekilde, uluslararası boyutta ekonomi ve siyaset arasındaki ilişkinin- irdelenmesi olarak tanımladığımızda ÜDG, günümüz Avrasya’sındaki önemli bir jeoekonomik girişim olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, Girişimin jeoekonomik niteliği, Varşova’daki zirvenin sonuç bildirgesinde geçen ÜDG’nin “siyasetten mülhem/siyaseten şekillenen, ancak işe/ticarete dayalı” (İng. politically inspired but bussiness driven) bir platform olduğu ifadesiyle açıkça ortaya koyulmuştur. (1) Buna göre, ekonomik çıktıları beklenen sınır aşırı altyapı bağlantısallığı hedefinin esas motivasyonu siyasi kaygı ve hedeflerdir. Kısaca ifade etmek gerekirse ÜDG, ekonomik akıl tarafından dikte edilen sınır aşırı altyapı bağlantısallık hedefi ile siyasi akıl tarafından dikte edilen jeopolitik hedefleri bir noktada buluşturan jeoekonomik bir girişimdir.
Bu noktada, ÜDG’nin jeoekonomik niteliğinin onu emsalsiz kılmadığının vurgulanması gerekmektedir. Aksine, Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Rotası (Orta Koridor), Güney Gaz Koridoru, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru gibi ÜDG’nin hedeflediği türde büyük çaplı sınır aşırı enerji, ulaştırma, dijital altyapı projelerinin tamamı esas olarak ekonomik ve jeopolitik hedeflerin buluştuğu jeoekonomik projelerdir. Günümüzde, bu tür projelerin tamamı küresel jeopolitik mücadelenin en önemli ayaklarıdır.
ÜDG’nin jeoekonomik niteliği, ortaya çıktığı kısa tarihsel süreç irdelendiğinde görülmektedir. ÜDG’nin fikirsel altyapısı ilk olarak 2014 yılında ABD merkezli Atlantic Council’in Kasım 2014’te yayımladığı “Completing Europe –From the North-South Corridor to Energy, Transportation, and Telecommunications Union” (Tr. Avrupa’yı Tamamlamak– Kuzey-Güney Koridorundan Enerji, Ulaştırma ve Telekomünikasyon Birliğine) başlıklı raporla ortaya konulmuştur. (2) Burada dikkat edilmesi gereken husus, ÜDG’nin Avrupa’da değil, Atlantik’in diğer yakasında planlanmış ve özellikle Polonya’nın öncülüğünde fiiliyata geçirilmiş olmasıdır. Resmi söylemi ve zirve bildirgelerinde transatlantik ilişkilerin geliştirilmesinin ÜDG’nin beklenen bir çıktısı olduğunun ifade edildiği de bu noktada vurgulanmayı hak eden bir husustur. ABD’nin ÜDG’nin “stratejik ortağı” olması bu anlamda da önemlidir.
ÜDG fikrinin 2014 yılında Atlantic Council tarafından formüle edilmesi ve 2016 yılında platformun ilk zirvesi geçekleştirilmesi ile 2000’li yıllardan itibaren Balkanlar, Güney Kafkasya, Doğu Avrupa ve Karadeniz bölgesinde yaşanan, 2003 yılında Gürcistan’daki “Gül Devrimi”, 2004 yılında Ukrayna’daki “Turuncu Devrim”, 2008 yılında Kosova’nın Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmesi ve Gürcistan-Rusya Savaşı, 2014 Ukrayna “EuroMeydan Devrimi” gibi siyasal gelişmeler arasında bir bağlantı olduğunu düşünmek aşırı bir yorum olmayacaktır. Benzer şekilde, ÜDG’nin 2022 yılından itibaren yeni “üye”, “ortak üye”, ve “stratejik ortaklar” ile genişlemesinin de aynı yıl patlak veren Ukrayna-Rusya savaşı ile ilgisiz olmadığını iddia etmek zor değildir.
ÜDG ait belgelerde, altyapı yatırımlarının hedeflerinin Orta ve Doğu Avrupa’nın ekonomik gelişimine ivme sağlamanın yanında bölgenin direncini ve askeri güvenliğini artırmak olduğu da vurgulanmaktadır. Buna göre, Orta ve Doğu Avrupa’daki altyapı yatırımları ekonomik ilerlemeye katkı sunarken bölgede askeri hareket kabiliyetini kolaylaştıracak ve böylece NATO’nun doğu kanadını güçlendirecektir. Bu bağlamda, Türkiye’de hararetli bir şekilde tartışılan ABD’nin Yunanistan’la askeri iş birliğini derinleştirdiği ve bu ülkede yeni üsler açması ile Yunanistan’ın ÜDG’ne üye olmasının aynı zaman diliminde gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir.
Yukarıda değinilen hususlar çerçevesinde ÜDG’nin, düşünsel kökenleri 20. yüzyıl başlarında İngiliz coğrafyacı Halford Mackinder tarafından geliştirilen Heartland Teorisi’ne dayandırılabilecek olan ve ABD’li diplomat ve tarihçi George F. Kennan’ın 1946-1947 yıllarında ortaya attığı SSCB’nin çevrelenmesi politikası ve 1. Dünya Savaşı sonrasında Polonyalı devlet adamı Józef Piłsudski tarafından formüle edilen Intermarium (Denizler arası) stratejisi (SSCB’ye komşu Doğu Avrupa ülkeler arasında bir federasyon kurulması yoluyla bu ülkeye karşı güçlü bir siyasal yapı oluşturulması) ile bağlantılı bir düşünsel temelinin olduğu görülebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse ÜDG’nin, Orta ve Doğu Avrupa’da sınır aşırı kritik altyapı bağlantısallığını sağlayarak bölge ülkelerinin ekonomik gelişimini ve askeri direncini artırmayı ve bu sayede Rusya’yı batı ve güneybatısından çevreleyen defansif -ve yeri geldiğinde ofansif- bir kalkan yaratmayı hedefleyen bir proje olduğu söylenebilir. ÜDG’nin jeopolitik işlevi budur.
ÜDG ve Türkiye–Nedenler, Fırsatlar, Sınırlar, Riskler
ÜDG’nin jeoekonomik niteliği ile ilgili yukarıdaki değerlendirmeden sonra üzerinde düşünülmesi gereken konu bu platformun “stratejik ortağı” olmasının Türkiye açısından ne anlama geldiğidir. Bunun için ilk olarak ÜDG ve Türkiye’nin arasında “stratejik ortaklığın” neden Nisan 2025’te ilan edildiği sorusunun irdelenmesi yerinde olacaktır.
Bu soru irdelenirken üç husus öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Ukrayna-Rusya savaşı, bu bağlamda Türkiye’nin izlediği politika ve Batı’nın çıkarmış olabileceği derslerdir. Ukrayna-Rusya savaşında AB ve ABD Rusya’yı izole etmek için elinden gelen hemen her şeyi yapmış, bu bağlamda Türkiye’ye de Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara katılması, Montrö Sözleşmesi’nin uygulanmasının gevşetilmesi gibi dayatmalarda bulunmuştur. Buna karşılık, Ankara ulusal çıkarlarına ve güvenliğine tehdit oluşturabilecek politikalardan kararlı bir şekilde uzak durmuş, Batı’dan gelen dayatmalara büyük ölçüde direnmiştir. Ankara’nın bu tavrının, Rusya’yı çevreleme çabası içinde olan Batı’nın Türkiye’ye karşı yaklaşımını yeniden değerlendirmesine yol açtığı düşünülebilir. Bu değerlendirme sonucunda Batı başkentlerinde, Türkiye’yi dışlayarak ve dayatmacılıkla değil, onu içererek NATO’un doğu kanadındaki stratejik hedeflerine ulaşma yönünde bir yaklaşımın ortaya çıktığı akla gelmektedir.
İkinci olarak, ABD’de Trump’ın yönetime gelmesiyle transatlantik hattında yaşanan belirsizlikler ve bu bağlamda Avrupa Birliği’nin öz askeri kapasitesini arttırması yönünde ortaya çıkan görüşlerden bahsedilebilir. Kendi askeri kapasitesini geliştirmek ve sağlam bir Avrupa güvenlik mimarisi oluşturmak gibi oldukça zor bir sorunla karşı karşıya kalan AB için hem çok stratejik coğrafi konumu–ki sadece bu sebeple bile Türkiye’yi dışlayan bir Avrupa güvenlik mimarisinden bahsedilemez– hem de gelişmiş bir askeri sanayiye ve harbe hazır büyük bir orduya sahip olması nedeniyle Türkiye ile en azından güvenlik alanındaki ilişkilerin geliştirilmesi elzem gözükmektedir.
Son olarak, Türkiye’nin Asya-Avrupa hattında enerji ve ulaştırma bağlantısallığı konusundaki kilit konumu önemli bir diğer husustur. Orta ve Doğu Avrupa’nın ekonomik ve askeri direncinin artırılmasıdır hedefi bağlamında bu bölgedeki ülkelerin özellikle enerji güvenliklerinin sağlanması önemli bir önceliktir. Bunun için Hazar havzasındaki enerji kaynaklarının Rusya’ya bağımlı olmadan Doğu Avrupa’ya ulaştırılması ve bununla da bağlantılı olarak Rusya’yı baypas ederek Asya’ya açılan ulaştırma hatlarının tesisi de Avrupalı siyaset yapıcılar ve düşünce kuruluşları için önemli bir inceleme konusudur. Bunun yanında, Türkiye’nin bir hub olarak merkezinde yer alması kaydıyla Doğu-Batı hattında enerji ve ulaştırma bağlantısallığının Ankara’nın Avrasya stratejisinin özünü oluşturduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla, Batı ve Türkiye arasında karşılıklı çıkarlara dayalı bir işbirliği zemini söz konusudur.
ÜDG ile “stratejik ortaklığın” Türkiye’ye sağlayacağı fırsatlara gelirsek…
Yukarıda değinilen son husus aynı zamanda ÜDG-Türkiye arasındaki stratejik ortaklık ilişkinin Ankara’ya sağlayabileceği fırsatlara da işaret etmektedir; kısaca ifade edecek olursak, bu ortaklık Ankara’nın Avrasya stratejisi açısından olumlu bir adım olabilecektir. Bunun yanında, Türkiye’nin genel olarak Avrupa’nın özel olarak Orta ve Doğu Avrupa’nın ekonomik ve askeri direncinin artırılması noktasında oynayacağı rol, Brüksel’in Ankara’ya karşı takındığı dışlayıcı tutumdan vazgeçerek Brüksel-Ankara hattında yıllardan beri olmayan anlamlı ve dostane bir ilişkinin şekillenmesine de neden olabilir. Böylesi bir sonuç Türkiye’ye, Rusya gibi Avrupa dışı aktörlerle ilişkileri açısından avantajlar sağlayabilecektir. Son olarak Birleşmiş Milletler, savaş sonrasında Ukrayna’nın yeniden imarı için 524 milyar dolara ihtiyaç olduğunu bildirmektedir. Bunun anlamı, savaş sonrası Ukrayna’sının ülkenin yeniden imarı kapsamında faaliyet gösterecek şirketler için büyük bir pazar haline geleceğidir. Kuşkusuz Türk şirketleri de bu pazardan pay kapma hevesindedir. ÜDG-Türkiye “stratejik ortaklığı”, ÜDG’nin “ortak üyesi” olan Ukrayna’nın yeniden imarı çerçevesinde Türk şirketleri için avantaj sağlayabilecek bir husus olabilecektir.
ÜDG-Türkiye “stratejik ortaklığının” yaratacağı fırsatların sınırlarıyla ilgili olarak ise, Türkiye’deki kimi hayalci AB heveslilerinin iddia edeceğinin aksine, bu ortaklığın Türkiye’nin AB üyeliği için bir adım niteliğinde olmayacağı ifade edilmelidir. Bununla ilgili yapılması gereken bir uyarı, Türkiye’nin “stratejik ortaklığının” açıklandığı Varşova Zirvesi sonuç bildirgesinde, AB üyeliği olasılığının yalnızca “ortak üyeler” yani Ukrayna, Moldova, Arnavutluk ve Karadağ ve “Batı Balkanlar” için ifade edilmiş, bu kapsamda Türkiye’nin adının anılmamış olmasıdır. Bu gerçeği de göz önünde bulundurarak son olarak olası bir riske değinmek yerinde olacaktır. Bunun için ÜDG’nin Rusya’yı çevreleme stratejisi çerçevesinde hayata geçirilen bir platform olduğunu bir kez daha hatırlatmamız gerekmektedir. ÜDG’nin bu niteliği, Türkiye’nin Batı-Rusya kutuplaşması bağlamında kendine fayda getirmeyecek çatışmaların tarafı olması olasılığını küçük de olsa bir risk olarak ortaya çıkarmaktadır.
Batı’nın hiçbir zaman “ailenin bir parçası” olarak kabul etmeyeceği Türkiye’nin ÜDG ile “stratejik ortaklığını” bu farkındalıkla yürütmesinde fayda vardır.
Turgut Kerem Tuncel, PhD, Bağımsız Araştırmacı
Manşet fotoğrafı: Varşova’daki “Üç Deniz Girişimi Zirvesi-Marek Borawski
1-Bildirgeye ulaşmak için tıklayın
2-Rapora ulaşmak için tıklayın
Yazar hakkında

2001-2009 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümlerinde araştırma görevlisi olarak çalışan Dr. Turgut Kerem Tuncel, 2014 yılında Università degli Studi di Trento Sosyoloji ve Sosyal Araştırmalar Doktora Programı’ndan Doktora derecesini aldı. 2015-2025 yılları arasında Ankara’da faaliyet gösteren Avrasya İncelemeleri Merkezi’nde “Kıdemli Analist” sıfatıyla Avrasya jeopolitiği üzerine çalışmalarına devam ederken “Uluslararası Suçlar ve Tarih” ve “Avrasya Dünyası” dergilerinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü sürdürdü. “Armenian Diaspora: Diaspora, State and the Imagination of the Republic of Armenia” başlıklı kitabı 2014 yılında yayınlanan Dr. Tuncel’in, Gürcistan’daki Müslüman azınlıklar ve Ukrayna’daki toplumsal ve siyasal dönüşüm ve dinamikleri incelediği çalışmaları farklı kitaplarda yer almıştır. Geniş Karadeniz Bölgesi, Doğu Avrupa, Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki siyasal gelişmelerle ilgili çok sayıda yorum ve analiz yazısı Türk ve yabancı mecralarda yayımlanmıştır.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: