Suriye’de yaşanan son gelişmeler, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin ne denli kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Türkiye’de iktidar yanlısı medya her fırsatta “Türk-Rus balayı”ndan söz etmeyi sevse de ya da ilişkilerin ne kadar mükemmel olduğuna vurgu yapsa da, iki başkent arasında bir buçuk yıla yakın süredir soğuk rüzgârlar estiği sır değil. Bunun Ukrayna’dan Suriye’ye uzanan değişik nedenleri bulunsa da en somut sonucu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye ziyaretinin sürekli ertelenmesi.
Rus diplomasisinin ilginç bir özelliği var: Hoşuna gitmeyen konularda hemen tepki vermek yerine sabırla bekliyor ama aynı zamanda bunları not ediyor, sonunda bir gün “patlıyor.”
Suriye’de HTŞ’nin ülkenin ikinci büyük kenti Halep’i neredeyse savaşmadan ele geçirmesinin ardından Moskova’dan Ankara’ya yönelik henüz sert bir açıklama yapılmadı. Ama bundan iki hafta önce Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in Türkiye’yi “işgalci” olmakla suçlaması Halep sonrası Rus medyasında çıkan sert yorumlara “yeşil ışık” yaktı. Bu yorumlar Rusya’daki ruh hâlini göstermesi açısından son derece önemli.
Örneğin, yüksek tirajlı gazetelerden Moskovskiy Komsomolets, Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’dan “sultan” diye söz ediyor ve Halep’i ele geçiren grupların Türkiye tarafından desteklendiğini öne sürüyor. Ancak gazetenin asıl suçlamalarının özünde Türkiye’nin “Turan” peşinde koştuğu iddiası yer alıyor. Moskovskiy Komsomolets, Ankara’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ı kendi yörüngesine çekmeye, benzer bir siyaseti Balkanlar’da Arnavutluk, Kosova ve Bosna-Herkes’te de uygulamaya çalıştığını savunuyor. Gazete, Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nda yaşayan Türk asıllı halkları da kendi önderliği altında buluşturmak istediğini, bu siyasetin Rusya’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne tehdit oluşturduğunu yazıyor.
Tsargrad.tv’de yorumlar ve suçlamalar daha az sert değil. Bu yazımızın manşetindeki görseli kullanan site, Erdoğan’ın İdlib’deki teröristlerin silahsızlandırılması konusunda Putin’e söz verdiğini ancak “ihanet ettiğini” yazıyor.
Diğer medya kuruluşlarında da Türkiye’ye ve Erdoğan’a yönelik suçlamalar var ama asıl altı çizilmesi gereken tüm bu yorumların Ankara-Moskova ilişkilerinin kırılgan ve her an farklı yöne savrulabilecek özünü yansıtması.
Türkiye ile Rusya arasında henüz soğuk rüzgârların esmeye başlamadığı 18 Ekim 2022 tarihindeki “Dezenformasyon ve zoraki nikah” başlıklı yazımızda yapılan tespitler günümüzde de geçerli:
“… Dostluk ve iş birliği dönemleri yaşanmış olsa da Türk-Rus ilişkileri tarihini en iyi özetleyen söz rekabet.
Ama rekabet tek başına ilişkilerin doğasını anlamamıza yetmiyor, yanına bir sözcük daha eklememiz gerekiyor: pragmatizm.
Diplomatik dili bir kenara bırakacak olursak, Türkiye ile Rusya aynı bölgelerde at koşturan, karşı tarafın egemenlik sahalarına göz diken ve aslında birbirlerine güvenmeyen, bu nedenle gardını hiçbir zaman düşürmeyen ülkeler.
İki ülkenin birbirlerinin ayağına bastığı zaman ne olabileceğini en iyi gösteren örnek Suriye, somut olarak da Türkiye’nin hava sahasını ihlal eden bir Rus uçağını 24 Kasım 2015’te düşürmesi.
İnternette hızlı bir aramada görülecektir ki Putin’in o gün Türkiye’ye söyledikleri başkanlık tarihinin herhalde en ağır sözleriydi.
Normal koşullarda Rusya’nın, uçağını düşüren, hele hele kendisiyle eşit görmediği bir ülkeyi yıllarca “kara liste”de tutması gerekirdi ama kriz sadece sekiz ay sürdü çünkü Ruslar Türkiye’nin o dönemde Batı ile ilişkilerinde yaklaşan fırtınayı çabuk sezdi ve pragmatizm ağır bastığı için hemen “U dönüşü” yaptı. Hiçbir zaman “dört başı mamur” bir Rusya politikası olmayan, Batı ile arası açılınca hep “Rus kozu”nu kullanmaya çalışan Türkiye ise bu kez büyük ölçüde zorunluluktan Moskova’nın kapısını çaldı.
Aslında uzun uzun yazmaya gerek yok, şu anda iki ülke de birbirini tam anlamıyla karşısına almaya cesaret edemediği için yakınında tutmayı yeğliyor. Çünkü karşısına aldığı zaman ödeyeceği bedel yakınındayken ödeyeceği bedelden katbekat fazla.
Böylece ortaya, tarafların aslında çok da gönüllü olmadığı, koşulların dayatmasıyla sürdürdüğü bir çeşit “zoraki nikah” ve “mecburi bağımlılık” ilişkisi çıkıyor.
“Al gülüm ver gülüm” ilişkisi ne zamana kadar sürer?
Taraflardan biri verdiklerinin aldıklarından fazla olduğunu düşünmeye başladığı zamana kadar.”
Manşet görseli: tsargrad.tv
İlgili yazı: