Neden hep kusur ararız ya da insanlar neden birbirlerinin açığını bulmaya çalışır?
Peki, neden başkalarının hatalarını fark etmeye daha eğilimli oluyoruz da kendi hatalarımızı göremiyoruz? Acaba insanlarda kusur arama davranışının altında, öz güven ve şefkat eksikliği yatıyor olabilir mi? Kendimizde olmayan sevgi, merhamet, cesaret, neşe, vb. duyguların yerine kıskançlık, öfke, hayal kırıklığı, korku tetikliyor olabilir mi düşüncelerimizi?
Kusurlarımızı saklayıp başkalarını eleştirirken, kendimizden kaçıyor olabilir miyiz? Kusur görme davranışı neye göre, kime göre değişebiliyor? Kişinin psikolojik, sosyal çevresine mi, yoksa kültürel geçmişine bağlı olarak mı şekilleniyor?
İnsanın birinde kusur araması, genellikle bireyin kendisini koruma, üstünlük hissetme ya da kendi iç eksiklikliğinin yanı sıra kusurlarını karşısındakine yansıtma yaparak örtbas etme isteğinden kaynaklanır.
İnsanoğlu doğada var olduğu ilk günden beri bencil ve rekabetçi kişiliğinden ötürü kusur arar. Bu insanın, hayatta kalma içgüdüsüyle bağlantılıdır. İnsan mağara hayatından beri grup bilinci ile hareket ettiğinden, içinde yaşadığı sosyal ortamda bulunanların kusurlarını aramış ve vurgulamıştır. İnsanın doğuştan masum, temiz bir yapıya sahipken yaşadığı coğrafyanın, toplumun etkisiyle bozulduğunu ileri süren birçok görüş var. Kusur arama, insanın başkalarını küçümseyerek, kendi özgür iradesini bir nevi sınırlamasıdır. İnsan eksikliklerini görmezden gelmeye başladığı an kendini üstün görmeye başlar. Bireyin bu yanılgısı, üstünlük arzusu, onun ahlaksal olarak iyiye yönelme davranışını sekteye uğratır, sağlıklı ruhsal bir yetkinliğe sahip olmasını engeller. Kişinin kendi iç çatışmasındaki ahlaki ikilemleri, iç sorgulamaları sürekli bir eleştiri ve suçlama döngüsü onu bir girdabın içine çeker.
İnsanın kendi kusurlarını görmek istemeyişi, böylece benlik saygısını, sevgiyle değerlerini korumak ister. Çünkü kusurlarını görmeye başlaması, kendisiyle ilgili olumlu algısını ve varoluşunu tehdit edebilir. Belki de insan hataları ile yüzleştiğinde kendisinden utanmaya başlaması onda suçluluk duygusuna sebep olacağından kendi kusurlarıyla yüzleşemiyordur.
Canlılar dünyasına baktığımızda hayvanların, insanlar gibi kusur aramadıkları söylense de iç güdüsel olarak ister istemez onlar da kusur arar. Kendi türlerinde zayıf, sakat, hasta gördüklerini kusurlu olarak görüp dışlarlar. Hayvanlar da bireysel iç güdüleriyle partnerini seçerken sağlıklı ve güçlü olanları ararlar. Bunun nedeni, daha sağlıklı yavrulara sahip olmak istemeleridir. Hayvanlar bu seçimi yaparken ister istemez seçtiği partnerini kusursuz görüyor, diğerlerini ise kusurlu bulduğu için reddediyor.
Estetik dış görünüş, kusur kavramı, soyut düşünce, kültürel ve çevresel bağlara dayandığı için yalnızca insanlara özgüdür. Aslında doğada hemen bütün hayvan türleri de insanlar gibidir. Onlar da birbirlerinin dış görünüşüne, fiziksel gücene, çalışkanlığına, sahip olduğu alana, biriktirdiği mala göre değer veriyor. Bu özelliklere sahip olmayan türlerini kusurlu, eksik görüyorlar.
Cevizi, meşe palamudunu biriktiren sincap, ağaç dallarını kabuklarını saklayan kunduz, tohum, böcek, yaprak parçalarını biriktiren karınca, kutup bölgesinde en iyi taşa sahip olan penguen… Bunlar bir anlamda zenginliğin göstergesi olunca, bu saydıklarıma sahip olanlar tercih ediliyor. Elinde yiyecek bir şeyi olmayan, taşı, toprağı, hükmettiği bir bölgesi bulunmayan hayvanlar kendi türündekiler tarafından tercih edilmez. Cennet kuşu, tavus kuşu dişiler, daha parlak ve büyük tüylere sahip erkekleri tercih eder. Dişi aslanlar koyu, dolgun yelelere sahip erkekleri, kraliçe arılar güçlü ve büyük erkekleri, balıklar, bukalemunlar, kertenkeleler, parlak ve yoğun renkli olanları seçer; kuğu ve kazlarda ise temizlik önemli bir eş seçim kriteridir. Bu dış görünüş, estetik değil de nedir? Demek istediğim hayvanlar da kusur arıyor işte. Şunun da altını çizmek isterim ki doğa kusur aramaz; sadece işlevsellik ve uyum peşindedir, kaosu sevmez.
Dinler peygamberleri, birilerini, bir şeyleri kutsal ve kusursuz görür. Nihayetinde insan olan peygamberler yaratıcının gönderdiği mesajları iletmek için tebliğde bulunmuş. Tevrat’a göre Musa ve Davud gibi peygamberlerin bazı insanî zaafları, kusurları vardı. Öbür taraftan Hristiyan inancına göre İsa, Tanrı’nın bir parçası olarak tam anlamıyla kusursuz ve günahsızdı. İslam peygamberleri ahlaki, manevi ve kişilik olarak kusursuz görür. Bu dinlere göre insan bir nevi defolu, iadesi olmayan bir canlıdır. Uzak Doğu dinlerine baktığımızda insanların kusurları görmenin, başkalarının hatalarını yargılamanın ve eleştirmenin kişinin kendi ruhsal gelişimini engellediğine, duygusal, düşünsel, zihinsel bir kirlenme olduğuna inanılır.
İnsan kendi anlamını ve kimliğini yaratma sürecinde, olgunlaşma yolunda daha sağlıklı bir benlik oluşturabilmesi için kabul edilebilir hataları, kusurlarını anlayışla karşılamalı. Hiç kimsenin mükemmel olmadığını, herkesin hata yapabileceğini kabul ederse, bu anlayış insanı daha güçlü ve olgun hale getirebilir. Kendi iç dünyamıza dönersek farkındalığı yakalayabiliriz. Empati, anlayış göstererek, hoşgörü geliştirerek, yargılamadan, insanları anlamaya çalışırsak bu hem kendi kusurlarımızı görmemize, başkalarının kusurlarına anlayışla yaklaşmamızı sağlar.
Bir Çin atasözü der ki: “Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüştür, öteki ise doğmamıştır.”
Demek ki insan nefes aldıkça kusurlarıyla var olacak. Kusur arıyorsan aynaya bak. O sana söyler kusurun kimde olduğunu…
Görsel: vecteezy.com