Edebiyatımızda “korku” 2000’lerden önce, 1920’lerde ve 1930’larda şöyle bir varlık gösterip sessizliğe bürünmüştür.
Türk edebiyatı tarihinde bu türde eserlerin 2000’ler dışında en yoğun olarak yayımlandığı dönem 1930’lardır. Bunda korkunun pek girilmeyen bir alan oluşu ve bazı sinema eserlerinin (Dracula, Frankenstein vs.) etkisi olduğu, bu tür kültür ürünleriyle daha haşır neşir olmaya başlamaları etkilidir belki.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Gulyabani (1913) ve Cadı (1913) gibi korku olmayan eserlerindeki korkulu tasvirlerle, telif ve çeviri polisiye eserlerle, tefrikalarla haşır neşir olan edebiyatımızda, çok zayıf da olsa 1920’lere doğru bir kıpırdanma görürüz.
Selim Nüzhet Gerçek, Claude Farrere’nin La Maison des Hommes Vivants adlı 1911 tarihli romanını, Ahmet Kâmil takma adıyla 1910’ların İstanbul’una uyarladığı Canvermezler Tekkesi adlı bir roman kaleme alır ki bu adaptasyon roman bilinen ilk korku eserimizdir.
Önce İleri gazetesinde 15 Eylül-30 Ekim 1921 tarihleri arasında 37 sayılık tefrika olarak
yayımlanmış, sonra da 1922’de kitap olarak basılmıştır (Merve Köken’in gayretiyle bu roman 2020’de günümüz Türkçesine aktarıldı). Birkaç yıllık bir suskunluğun ardından bahsettiğim kıpırdanma baş gösterir. Ali Rıza Seyfi’nin 1928’de, Bram Stoker’ın ünlü eseri Dracula’yı Kazıklı Voyvoda adıyla 1920’lerin İstanbul’una uyarladığı romanı neşredilir. Hüseyin Rahmi Gürpınar, epey ürkütücü tasvirlere yer verdiği Mezarından Kalkan Şehit’in (1929) ardından, 1932’de gazete tefrikası olarak Ölüler Yaşıyorlar mı? adlı tek ve son doğaüstü temaya sahip tefrikasını yazar
Sadece onlar mı? Suat Derviş 1929-1933 yılları arasında Ne bir Ses Ne Bir Nefes (1923,
roman), …Hikâyesi (1929, öykü), Bakışlar (1929, öykü), Mumya (1929, öykü) ve Onları Ben Öldürdüm (1933, roman) adlı eserleriyle korku türünün edebiyatımızdaki öncüleri arasında yer almıştır.
Keza Nezihe Muhiddin de Benliğim Benimdir! (1929) ve İstanbul’da Bir Landru (1934) adlarıyla gotik türde eserler vermiştir.
Peyami Safa, “Server Bedi” müstear ismiyle Selma ve Gölgesi adlı korku-gizem olarak başlayıp psikolojik gerilim türüne uzanan bir tefrikayı 1938-1939 arasında Cumhuriyet gazetesinde yazmıştır.
Kaan Güler vesilesiyle sosyal medyada denk geldiğim, Halit Fahri Ozansoy’un 1937’de
Son Posta gazetesinde yazdığı “Korku ve Dehşet Edebiyatı” başlıklı yazısında, bu edebiyat türünden bahseder okurlarına. O dönemde çok güçlü karşılık bulamasa da epey konuşulduğunu, ticari amaçlarla da olsa istisnai denemelerde bulunulduğu görülmektedir.
Bu dönemde bir isim vardır ki yeri eserleri ve tavrıyla hayli müstesnadır. Türk edebiyatında tüm “müphemliği” ve “meşumluğuyla” doğrudan “gotik” türde (bahsettiğim kavramlar bu türün temel taşı sayılırlar) öyküler yazan, korku edimini açıkça görebileceğimiz ilk kalem Kenan Hulusi Koray’dır. Onu bu yönüyle, ağırlıklı olarak 1930’larda kaleme aldığı, muhtelif neşriyatta çıkmış öyküleriyle “korku edebiyatımızın ilk kalemi” olarak nitelendirmek kabildir.
Maalesef onun bu yönü son on yıllarda ancak fark edilebilmiştir. Okullarda da edebiyat derslerimizde Yedi Meşalecilerin içerisindeki tek nesir (düz yazı) yazarı olduğu bilgisi dışında kendisine pek yer verildiğini hatırlamıyorum.
(Mehmet Berk Yaltırık, tdk.gov.tr)
Yazının tamamını okumak için tıklayın