Felsefeye ve kitaplara düşkün babası sayesinde felsefeyle yolu kesişen Onur Egemen Sakarya, Uludağ Üniversitesi Felsefe Bölümünde lisans eğitimini tamamlamış, ardından Sosyoloji Bölümünü bitirmiş. Şu an Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümünde eğitimine ve profesyonel öğrencilik kariyerine devam eden Sakarya, bilişim sektöründe çalışıyor ve çeşitli mecralara felsefe, sosyoloji, siyaset, bilişim üzerine yazılar yazıyor. Felsefeyi doğa bilimlerinden de sosyal bilimlerden de ayırabilmenin mümkün olmadığına vurgu yapan Sakarya, “Filozof olmayan ‘gerçek’ bir fizikçiden, matematikçiden bahsedilebileceğini düşünmüyorum. Öte yandan felsefe altyapısı olmadan ‘gerçek’ bir hukukçudan, psikologdan, öğretmenden ya da siyasetçiden de bahsedilemez” diyor.
Elif Şahin Hamidi
***
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-Felsefeyle yolum babam sayesinde kesişti. Kendisi İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde okumuş ancak mezun olmadan terk etmiş zamanında. Sonrasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiş ancak felsefeden asla kopmamış. Felsefe, sosyoloji, hukuk ve siyaset ve bu disiplinlerin kesiştiği alanlarda güzel bir kütüphane biriktirmiş. Dolayısıyla ben de çok erken yaşlarda felsefe ile tanışma fırsatı buldum. Beraber sahafa gittiğimizi, baskısı bulunmayan ilginç kitaplar aradığını, hatta bazı kitaplara –o anki finansal durumunun ne olduğunu umursamadan– çok ciddi para vermekten dahi gocunmadığını hatırlarım. Hâlâ daha felsefe hakkında konuşur, tartışır, birbirimize kitap öneririz.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-Felsefe beni, mutsuzluğuyla mutlu olabilen biri yaptı. Tabii mutsuzluktan kastım, sürekli asık suratla, yüzeysel ve iştihamın doyurulmamasından kaynaklı bir mutsuzluk değil elbette. Ancak insan hakikati aramaya başladığı zaman bir şekilde hakikate saplantılı olmaya başlıyor. Herkesin güldüğüne gülmeyen, herkesin ağladığına ağlamayan, herkesin tatmin olduğuyla tatmin olamayan biri olmaya başlıyorsunuz. Bu tatminsizlik duygusu da sizi ilginç bir şekilde mutlu ediyor. Çünkü artık hiçbir şeye yüzeysel bakamaz oluyorsunuz. Ben bunu bir bakıma takdir edilesi bir ‘mutsuzluk’ kabul ediyorum. Sormadan kabul etmek, çiğnemeden yutmak gibi, bir noktada hazımsızlık yapıyor. Felsefe eğer size dokunabiliyorsa, her okuduğunuz, her düşündüğünüz, sizi bir önceki günden daha farklı yapıyorsa, doğru yolda olduğunuzu düşünebilirsiniz.
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-Ülkemizde maalesef bilim ve felsefe gerekli ilgiyi ve saygıyı görmüyor. Toplum, felsefe ve bilimin bir nevi ihtiyaç olduğunu anlamalı. Kültür kodlarımızda dogmalar ve biat anlayışı hakim. Bazı otoriteler asla sorgulanamaz, eleştirilemez. Örneğin ailede anne, baba, okulda öğretmen… Bu denli dogmalarla çevrelenmiş bir toplumda felsefe sanki ‘gereksiz’ bir uğraşıymış gibi anlaşılıyor, otorite de bundan pek hoşlanmıyor. Bir nevi mahalle baskısı gibi. Fakat felsefe o kadar hayattan, o kadar ihtiyaçtan doğmuş bir disiplin ki! Pratik hayatla ilişkisini kurmayı öğrenmek epey zaman alıyor. Felsefenin pratik hayatla ne denli iç içe olduğunu anladığınızda daha da bağlanıyorsunuz. Özellikle lise öğrencilerinin ve felsefe lisansına yeni başlamış öğrencilerin bunu yakalayamadıkları için zihinlerinde felsefeye ilişkin basmakalıp görüşler oluyor. “Ockham’ın usturası”nı, bilimsel bir deney yaparken de, sevgiliniz telefona cevap vermediğinde de kullanabilirsiniz. Belki de felsefeyi bir nebze de olsa kibirli ve hayattan kopuk bir yerden almak, ayaklarını yere bastırmak gerekiyor. Burada da özellikle akademinin önemli bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum.
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Felsefeyi doğa bilimlerinden de, sosyal bilimlerden de ayırabilmek mümkün değil. Filozof olmayan ‘gerçek’ bir fizikçiden, matematikçiden bahsedilebileceğini düşünmüyorum. Öte yandan, felsefe altyapısı olmadan ‘gerçek’ bir hukukçudan, psikologdan, öğretmenden ya da siyasetçiden de bahsedilemez. Çünkü düşünme eylemi olarak felsefe, hiçbir pratik karşılık katmasa bile entelektüel altyapı ve kritik düşünebilme becerisi vermektedir. Ancak ne yazık ki sosyal bilimler ve felsefe ülkemizde ‘herkesin’ bildiği ‘şey’dir. “Sen sus filozof!” ya da “Her şey senin kitaplarda okudukların değil!” derler. Bu bir nevi, “biz senden de senin o filozoflarından da daha çok biliyoruz!” demek gibi bir şeydir. Dahası, ciddi ciddi buna inanıyorlar. Acıdır ki, gerçekten de cehaletin kutsandığı ve entelektüel eylemlerin aşağılandığı bir dönemde yaşıyoruz. Bir de madalyonun öbür tarafı var tabii. Türkiye’deki felsefe bölümleri acaba diğer disiplinlerle ne kadar barışık? Felsefe bölümlerinde neden en azından temel düzeyde matematik, fizik ve diğer doğa bilimleri ve hatta bilgisayar bilimleri, yapay zekâ ve diğer bilişim etiği konuları gibi konular üzerine dersler verilmiyor? Dünyada kaç üniversitede acaba felsefe ve doğa bilimleri akademik düzeyde bu kadar kopuk? Bugün, teknoloji temelli bir etik problem, hem hukuk hem felsefe hem sosyoloji hem de bilişim alanına giriyor ve multidisipliner çalışma gerektiriyor. Ancak ülkemizde bu multidisipliner çalışmaları yapabilecek altyapıya sahip kaç kişi var? Diğer ülkelerden örnek verilmesini sevmiyorum ama dünyada, bu tip çalışmalar yapmak isteyen kişilere gerekli altyapıyı sağlayan üniversiteler var. Ülkemizde ise bu ciddi bir eksiklik. İşin bu tarafını da görmeliyiz.
–Peki felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Çok zaman önce emekli bir felsefe öğretmeniyle tanışmıştım. Emekli olduktan sonra müteahhitlik yaparak geçimini sürdürüyordu. Bana “Felsefeyi yapan her şeyi yapar evlat” demişti. Genel kanıyı bilmiyorum ancak felsefe aç karnına yapılabilse de, aç karnına öğrenilemez gibi geliyor. Karın doyurmak saikiyle değil de ruh doyurmak saikiyle felsefe öğrenilmeli, yapılmalı bence. Eğer felsefe hayatınıza bir şekilde gerçekten dokunduysa getirdiği beceriler de sizi belki zengin yapabilir. İlginçtir, Thales’in zengin olmakla ilgili böyle bir anekdotu vardır. Öyle ki, doğa bilimleri ve felsefenin marifetiyle zeytin ile zengin olmuştur. Öte yandan aklıma Sinoplu Diyojen haricinde fakir bir filozof da gelmiyor. Aileler haklı olarak çocuklarının daha elle tutulur sıfatlar kazanmasını istiyor. Bazı gençlerimiz ise sadece üniversite okumuş olmak için felsefe bölümlerine geliyor. Böyle bir durumda elbette ki aileler çocuklarının mezun olmaları halinde ne yapacağını düşünmeden edemiyor. Şahsen ben, prensip olarak üniversitenin insanlara bir meslekten ziyade bir bakış açısı katması gerektiğine inanıyorum. Eğer aileler de bu konuyu böyle görürlerse, çocuklarının felsefe okumalarından endişe duymayabilirler.
–Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-Felsefeci ile kastımız akademik düzeyde felsefe eğitimi almış kimseler ise, ilk olarak pratik tarafından cevap vermek isterim. Genellikle özel sektör olmak üzere, öğretmenlik yaparlar. Bir kısmı –ki ben de dahil– farklı sektörlerde çalışır, günü kurtarır, akşam olduğunda yine okumalarımıza kaldığımız yerden devam ederiz. ‘Felsefe yapmak’ konusu bana bir miktar iddialı geliyor. İmkân ve yetiştirilme şartlarımız göz önüne alındığında, çoğumuz dünyadaki felsefe tartışmalarının çok gerisinde bir yerlerden bakıyoruz olup bitene. Öte yandan, bu bazı şeylerle felsefeyi kullanarak oynamayacağız anlamına gelmiyor. Tekrara düşmek istemem ama bence de felsefe ile uğraşan her şeyi yapar. Felsefe bölümü okudum ve şu mesleği yapacağım gibi basmakalıp bir düşünce bence pek sağlıklı değil. Örneğin, şu anda bilişim sektöründe çalışıyorum. Felsefenin ve mantık disiplinin kavrayışıma kattıklarının eseridir bu, diplomanın değil… Ayrıca felsefeci gözüyle, bilişim ve felsefe konusunda epey önemli konu başlıkları biriktirdiğime inanıyorum. Toparlamak gerekirse; okumak, yazmak, düşünmek birbirinden ayrılamaz parçalar. Hepsini yapar, yapmalıdır. Finansal bir düzen oluşturmak ile bu durum birbirinden ayrılmalı, kişinin felsefe ile ilgilendiği tarafı gündelik dışsal kaygılardan izole olmalıdır.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Çok doğru. “Sürüden ayrılanı kurt kapar” diye bir atasözümüz var. Birazcık çizilen sınırları aştığınız zaman dışlanabilirsiniz. Özellikle de günümüzde herkesin bir -izm maskesi arkasına saklandığı bugünlerde, dışarda kaldıysanız yandınız. Aslında pek çoğumuz, ki buna yer yer biz de dahiliz, herhangi bir sosyal grubun parçası olmadan varlığımızı sürdüremiyoruz. Dışarıda kalmaktan korkuyoruz bir biçimde. Düşünerek kendimize ait bir bakış açısı oluşturmaya çabalamaktansa, “burada hazır düşünülmüşü var” diyoruz. Ön yargılar, inançlar, izmler… Çok güzel, çok konforlu. Ancak işin içine ait olmak girdiğinde, kendinden müteşekkil bir yalanımız bile olmuyor. Bu bağlamda elbette ki insan için en güzel çıkış kapısı felsefe olacaktır. Felsefe bize hiçbir düşüncenin holiganı olmamayı, en ciddi uzlaşmazlardan çok güçlü yeni düşünceler çıkabileceğini söyler. Böylece uyumsuz hatta belki mutsuz olursunuz ancak hakikati aramanın hazzı, hazır gerçekten katbekat iyidir diye düşünüyorum.
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve tartışmayı sevmelerini, mantık, matematik ve fizik gibi alanlarla az da olsa ilgilenmelerini, dünyaya gören gözlerle bakmaya çabalamalarını ve hangi konuda acı çekiyorlarsa, bir şekilde ilacını yine felsefede bulabileceklerini bilmelerini tavsiye ederim. Çünkü felsefe, derdi de dermanı da içinde barındırır. Hayata felsefe ile bakmak zor ancak güzel bir yolculuktur. Tam “her şeyi öğrendim” diye düşündüğünüzde aslında yolun daha başına bile gelememiş olduğunuzu fark etmektir. Okul, felsefe konusunda çok şeydir ancak her şey değildir. “Non scholae, sed vitae discimus” (Okul için değil hayat için öğreniriz). Bu bağlamda, özellikle akademik düzeyde felsefe eğitimi almak isteyen varsa okul ile bir şekilde sessizce mücadele etmeli, okulda öğrendiğinin üzerine koymaya çalışmalıdır. Kendilerine verilenle yetindikleri takdirde, sadece bir ‘tekrarlayıcı’ olabilirler. Doğru okurlar ise filozoflar, ne zaman ölmüş olursa olsunlar, bizimle sohbet eden, kadim ve kıymetli dostlardır. Bunların içerisinde, komisyoncu, imparator, köle, matematikçi, doktor, avukat, mühendis, danışman ve hatta serseri olanları vardır. Her biriyle sohbet ayrı bir keyiflidir!
Son olarak bu kıymetli söyleşi dizisinde bana da yer verdiğiniz için teşekkür ederim.
Gelecek hafta: Tülay Aydın Türkmen’le söyleşi.
***
Önceki söyleşiler:
Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe (2024 yılında Medya Günlüğü’nde en çok okunan yazı)
Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
Pınar Güler: Felsefe her eve lazım
Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Belgin Önal: Felsefeyle kendimi gördüm
Berkay Gürvardar: Felsefe çıkış kapısı olabilir
Berrak Coşkun: Delirmemek için felsefe
Zuhal Kişin Köseoğlu: Düşünmek zahmetli geliyor
Armağan Teselli: Hayatta kalabilmek için felsefe
Ceren İplikçi: Felsefe eşine zor rastlanır bir dost
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.