Salı, 20 May 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

Süreçte toplum psikolojisi önemsenmeli

Gürsel Demirok
Son güncelleme: 19 Nisan 2025 10:28
Gürsel Demirok
Paylaş
Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İmralı heyetini Külliye’de kabul etmesi üzerine kaleme aldığım 14 Nisan tarihli “Çözüm süreci Külliye’ye taşındı” başlıklı yazımda sürecin başarı şansına işaretle, “Önümüzdeki süreç zor, risklerle, belirsizlikler ve fırsatlarla dolu bir süreç” demiştim.

Süreç ile ilgili tartışmalar sürüyor. Bu konuda okurlarımdan çeşitli yorum ve değerlendirmeler aldım.

Bir okurum şunları yazmış:

“Bir terör örgütünün silah bırakıp, kendisini feshetmesi akla uygun değil. Bunlar terör faaliyetinden dünyanın parasını kazanıyorlar. Silah ticareti, kadın ticareti, uyuşturucu aklına gelen her şeyi yapıyorlar. Kendilerini feshedip ne yapacaklar? Çiftçilik mi, balıkçılık mı? Bu iş bu kadar uzadığına göre ne tür pazarlık yapılıyor? Silah bırakmaya karşılık Abdullah Öcalan serbest mi kalacak? Israrla demokratik ve hukuki haklardan bahsediliyor. Bunlar ne..?”

Bir okurum, “Ümidim yok ama herkes gibi ben de bekliyorum” demiş. Süreçten umudu olmayan bir başka yurttaşımız ise konuya ülkemizin bekası açısından yaklaşmış. “Çözüm süreci, ülkenin bölünmesi değil mi? Kimse kimseyi kandırmasın. Ülke göz göre göre parçalanmak isteniyor. Bu da barış süreciymiş” dedikten sonra emperyal güçlerin, maşaları vasıtasıyla önce Ermeni terör örgütü ASALA’yı, ardından PKK’yı kullandıklarını, bu güçlerin amacının Ermeni ve Kürtleri kullanarak Sevr’i tekrar canlandırmak olduğunu yazmış. Yurttaşımız, İsrail medyasında Türkiye’nin üçte birinin İsrail toprakları olarak gösteren haritalara da işaretle, siyonizmin taşeronlarının  varlığından söz etmiş. 

Bir yurttaşımız da şu değerlendirmeyi yapmış:

“Sorun çok karmaşık. Kolombiya’daki FARC olgusuna bakmak sorunun ne kadar karmaşık olduğunu anlamak için yeterli. Bu bağlamda bakıldığında sürecin olumlu sonuç vermesi olanaksız. Ancak Türkiye’de konuya böyle yaklaşılmayacak.’Ver silahı, al papazı ve ver koltuğu’ yaklaşımı içinde kalınacak. Bu da işleri kolaylaştırır. Ömür boyu saltanat sağlanır…” 

“İktidar bu sorunu çözmek amacıyla süreç başlatmamıştır. Bana göre tamamıyla gündemi belirlemek ve iktidarın zafiyetlerinin konuşulmasının önünü almak amaçlıdır. Zira tarafların çözüm için talepleri hiçbir şekilde uyuşmuyor” demiş okur. Bir diğeri, “Ben ona artık çözüm süreci demiyorum. Oy toplama süreci diyorum” diye yazmış.

Sürece ilişkin toplum psikolojisini yansıtan bazı örnekler okurların paylaşımları. Bunlar, toplum psikolojisi önemsenmenin ne denli gerekli olduğunu gösteriyor.

Siyasilerin siyaset psikolojisi hakkında bilgi sahibi olmaları gereğini  belirten Psikolog Dr. Nil Gönce ise, “Süreç ile ilgili tartışmaların yapılabilmesi için öncelikle toplumsal hafızanın, şeffaflık ilkesinin ve devletin güvenlik hassasiyetlerinin göz ardı edilmemesi gerekir” diyor. Dr. Nil Gönce, İmralı süreci ve Erdoğan DEM Parti görüşmesine ilişkin “Toplumun Psikolojisi ve Siyasetin Duygusal Kodları” başlıklı kapsamlı bir analiz göndermiş. Dr. Gönce’nin analizi şöyle:

“Türkiye’nin uzun yıllardır kanayan yarası olan terör sorunu ve çözüm arayışları, toplumun farklı kesimlerinde derin duygusal izler bırakıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DEM Parti heyetiyle yaptığı görüşme ve İmralı sürecinin yeniden gündeme gelmesi, bu duygusal kodların yeniden harekete geçmesine neden oldu. Peki toplum bu süreci nasıl hissediyor? Umut mu, korku mu, yoksa bitmeyen bir belirsizlik mi?

1-“Acı Hafıza” ve Kırılgan Umutlar: Kürt Toplumunun İkilemi

Kürt vatandaşlar için bu süreç, geçmişin travmalarıyla iç içe. 2013-2015 çözüm sürecinin çöküşü, hendek operasyonları ve kayıp yakınlarının hikâyeleri, kolektif hafızada hâlâ taze. DEM Parti’nin “bugün dünden daha umutluyuz” açıklaması, bir yandan “Acaba bu sefer farklı mı olacak?” sorusunu tetiklerken, diğer yandan “Yeniden hayal kırıklığına hazır mıyız?” endişesini besliyor. Özellikle genç kuşak, barış talebini sokaklarda değil, sosyal medyada “Hashtag’lerle” dile getiriyor; ancak devlete duyulan güvensizlik, umutların üzerine bir perde çekiyor.

2-“Milli Birlik” Korkusu ve Ultranasyonalistlerin Kaygısı

Milliyetçi-muhafazakâr kesimlerde ise süreç, “Devlet teröre taviz mi veriyor?” kaygısıyla okunuyor. MHP lideri Bahçeli’nin “silahların susması” vurgusu, bu kesimde bir rahatlama sağlasa da, Öcalan’ın adının yeniden gündeme gelmesi, “vatanın bölünmez bütünlüğü” söylemiyle beslenen korkuları tetikliyor. Sosyal medyada dolaşan “Dağdakiler inecekse şehitlerimiz ne olacak?” yorumları, bu psikolojinin yansıması. Aileler, asker cenazelerinin tekrar gelmemesi için dua ederken, bir yandan da “devletin zaaf göstermemesi” gerektiğine inanıyor.

3-“İktidarın İnşası”: AKP Seçmeninin Duygusal Bağlılığı

AKP tabanı için Erdoğan’ın adımları, “liderin vizyoner stratejisi” olarak yorumlanıyor. “Terörle mücadelede en sert lider” imajına rağmen, masaya oturması, bir kısım seçmende “Acaba yumuşadı mı?” sorusunu doğursa da, sadık taban bunu “akıllı hamle” olarak görüyor. Özellikle ekonomik krizin gölgesinde, “terörün bitmesi = istikrar” denklemi, umutları yeşertiyor. Ancak MHP ile olan ittifak, bu kesimde “milli duruş” vurgusunun devam etmesi gerektiği inancını da diri tutuyor.

4- “Suskun Çoğunluk” ve Sivil Toplumun Şüpheci Duruşu

Terör mağduru aileler, sivil toplum örgütleri ve insan hakları aktivistleri ise sürece “ihtiyatlı mesafe” ile yaklaşıyor. “Barış” kelimesinin siyasi manipülasyonlara alet edildiğini düşünen bu kesim, somut adımlar (örneğin kayıpların akıbeti, tutuklu ailelerin durumu) talep ediyor. Diyarbakır’da bir insan hakları avukatının “Önce devlet geçmişle yüzleşsin” sözleri, bu grubun duygusal önceliğini yansıtıyor. Ayrıca, sürecin “seçim stratejisi” olarak kullanılacağına dair kuşkular, “Yine mi aynı senaryo?” hissini güçlendiriyor.

5- Gençler ve Sosyal Medya: “Yorgun Umutlar”

20’li yaşlardaki gençler arasında ise sürece dair belirgin bir “duygu kırılması” göze çarpıyor. Terörle doğrudan teması olmayan bu kuşak, çatışma dilinden bıkmış durumda. X’te “Artık kan dursun” temalı hashtag’ler trend olurken, bir yandan da “Barış mı? Hangi barış?” diyen alaycı memeler dolaşıyor. Bu ikircikli ruh hali, gençliğin sürece “umutsuz ama mecburi ilgi” ile yaklaştığını gösteriyor.

6-Siyasetin Duygusal Manipülasyonu: “Korku ve Umut Ticareti”

Türk ve Kürt siyaseti, tarih boyunca “korku” ve “umut” duygularını mobilize ederek şekillendi. Bugün de Erdoğan’ın “İmralı’ya giden heyet” hamlesi, Kürt seçmeninde umudu canlı tutarken, Bahçeli’nin “terörle uzlaşma yok” çıkışı, milliyetçi kesimde korkuyu dengelemeye yönelik. Ancak toplumdaki “duygusal yorgunluk”, bu tür hamlelerin eskisi kadar etkili olmayabileceğine işaret ediyor. Özellikle ekonomik sıkıntılar, insanların gündelik kaygılarına terör meselesini ikincil plana itiyor.

Sonuç: “Yaralı Bir Toplumun Terapi Süreci”

Türkiye, terörle mücadelenin yarattığı travmayı henüz tam anlamıyla iyileştiremedi. İmralı süreci, bu yaraları sarmak için bir fırsat olabilir, ancak toplumun ruh halini görmezden gelen bir siyaset dili, kaçınılmaz olarak yeni hayal kırıklıkları doğuracak.

Kapanış cümlesi

“Çünkü bazen, bir milletin iyileşmesi için sadece silahlar değil; siyasette manipüle edilen kolektif duygular, öfkenin yankıları, çığlıklar ve toplumun derin acılarının da susması gerekir.”

Geçen yazıma yapılan yorumlar ve Dr. Gönce’nin analizi ve uyarıları dikkate değer. Süreç, toplumsal hafıza ve güvenlik öncelikleri göz önüne alınarak, şeffaf ve hesap verebilir şekilde yürütülmeli. Süreç, saydam olmalı, kamuoyuna bilgi verilmeli ve devletin kırmızı çizgileri açık ne net olarak belirtilmeli. 

Toplum psikolojisi önemsenmeli, toplumun tüm kesimlerinin güveni kazanılmalı. Türkiye, barışa ve huzura elbette layıktır. Ancak bu, barış ve adaletle, şiddeti dışlayarak sağlanmalı.

Fotoğraf: Dem Parti X hesabı

İlgili yazı:

Çözüm süreci Külliye’ye taşındı…

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanGürsel Demirok
Takip et:
Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalarda referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .
Önceki Makale Bluesky’da da “sansür”
Sonraki Makale “8 milyon transfer parası”

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

İsviçre’de bir mahalle bakkalı

Alper Eliçin
20 Mayıs 2025
EditörSerbest Kürsü

Toplumsal dönüşümün 2 anahtarı

Yıldırım Aktuğan
19 Mayıs 2025
EditörSerbest Kürsü

Yırtılan “esaret belgesi”

Medya Günlüğü
19 Mayıs 2025
EditörSerbest Kürsü

Hoca bana fena taktı!

Alper Eliçin
18 Mayıs 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?