Pietro Della Valle (1586-1652), henüz 28 yaşındayken 1614 yılında İstanbul’a gelip Türkçe ve Arapça öğrenmiş, sıra dışı bir İtalyan gezgin olarak tanınır.
Aynı zamanda besteci, müzikolog ve yazar olan Venedikli Della Valle, Klasik Yunanca bilgisi üzerinden Rumcayı çabuk sökmüştü. İstanbul’dan sonra, o dönemin Avrupa’sı için oldukça egzotik kabul edilen Mısır, Filistin, Suriye, Irak, İran ve Hindistan’ı kapsayan 14 yıllık maceralı bir yolculuğa çıkmıştı.
Avrupalıların zor ulaşabildiği geniş bir coğrafyada, 14 yıl boyunca çeşitli kültürlerle etkileşimde bulunmuş, gözlemlerini yazmıştır. “Viaggi” adıyla üç cilt olarak derlediği gezi notları ve mektupları Avrupa’da büyük ilgi görmüş ve onun “çılgın bir maceracı” olarak ünlenmesine neden olmuştur.
Kuzey Suriye’den geçerken Sitti Maani adlı güzel bir kadına delicesine âşık olan Della Valle, bir ay sonra onunla evlenmiş ve kendisiyle seyahat etmesi için onu ikna etmiştir. Irak’tayken yaşadığı tehlikeli bir olay Della Valle’nin korktuğu anlardan biri olmuştur. Kanunsuzluğun hüküm sürdüğü bir bölgeden geçerken yağmacı çeteler yolu kesmiştir. Rehberi haydutları erken fark edince kaçıp bir ören yerinde birkaç gün saklanmak zorunda kalmıştır.
İşte bu olay, onun tarihe geçecek bir keşif yapmasını sağlamıştır. Saklandığı yer, Sümer uygarlığının en eski yerleşim yerlerinden biri olan antik Ur kentinin kalıntılarıydı. Tesadüfen bulduğu bu ören yeri sayesinde Sümer uygarlığı bilim çevrelerinin gündemine taşınmış, Sümer tarihi yeniden inşa edilmeye başlanmıştır.
Sümerlilerin Türk oldukları, Sümercenin Türkçe ile kökteş olabileceği önermesi geçmişte olduğu gibi bugün de sempati toplayan bir konu olmaya devam etmektedir. Ancak burada dil tarihsel açıdan üzerinde durulması gereken bir sorun var: Bir etnonim (ulus ya da kavim adı) olarak Türk adı ilk kez M.S. 550’lerde Çin yazmalarında karşımıza çıkar. Oysa Sümer adı Irak’ta Girsu’da kazılan ve M.Ö. 2.600’lerde yazılmış olan ünlü “Akbabalar Steli”nde (dikilitaş) geçmektedir.
Tarih kaynaklarına göre, Sümerlilerin yazılı tarih sahnesine çıkışı Türklerden en az 3100 yıl daha önceye dayanmaktadır. Bu gerçeğin ışığında, “Sümerliler Türk mü” sorusuna alternatif bir yaklaşım sunmak daha akıllıca olmaz mı? Örneğin, “Sümerliler Türk mü” diye sormak yerine, “Türkler Sümer mi” diye sormak tarihsel açıdan daha rasyonel bir görüş çıkabilirdi.
Sümerce ile Türkçe arasındaki olası köken ortaklığı tartışması, François Lenormant’ın 1874’te yayınladığı makaleyle gündeme gelmiştir. Alman Sümerolog Fritz Hommel, 1915’te yayınladığı karşılaştırma yazısıyla Lenormant’ın tezini güçlü biçimde desteklemiştir. Hommel, anlam ve fonetik açıdan eşleşen 200 Sümerce-Türkçe sözcüğü karşılaştırarak benzerliklere dikkat çekmek istemiştir.
Türk bilim insanları İlmiye Çığ ve Osman Nedim Tuna gibi araştırmacıların çalışmaları da bu teze olan ilgiyi artırmıştır. Kitap ve makale yayınlamış diğer Türk akademisyenlerin görüşleri de ilgiyle karşılanmıştır.
Bu yayınlarda başvurulan metodolojiye ve öne sürülen görüşlerin çoğuna katılmasam da, bunların titiz çalışmalar olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim Osman Nedim Tuna hocamızın “Sümer Ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi” adlı eserini UC Berkeley Kütüphanesi’ne 1992 yılında ben bağışladım.
Akademisyenler dışında bazı güzide “Sosyal Medya Üniversitesi” (!) yazarlarının da Sümerce-Türkçe akrabalığı üzerine yazıp çizdiğini görmekteyiz. Yazılarda uzman görüşüne yer verilmemesi, kaynak belirtilmemesi ve manipülatif başlıklar atılarak ideolojik bir kamuoyu yaratmaya çalışılması dikkat çekici.
Bu kişilerin yazılarında Mayalar, İnkalar, Amerika yerlileri, Hititler ve Roma’yı kuran Etrüskler gibi kadim toplumların Türk kökenli olduğunu ileri sürülmüştür. Bazıları ise Göbeklitepe’nin Türkiye’de bulunmasından yola çıkarak 12 bin yıl önce Türkler tarafından inşa edildiğini savunmuşlardır. Bu savı desteklemek amacıyla tamga benzerliklerine gönderme yapan yazılar halen internette mevcuttur.
Anadolu’nun en eski halkı olan ve Hint-Avrupa soylu oldukları kanıtlanan Luvilere de Türk kimliği yakıştırılmıştır. Bu konuda konferanslar verilmiş, kitaplarla yayınlanmıştır. Ancak, yalnızca Luwi > Luvi ve Alevi terimlerinin benzerliğinden yola çıkarak kökteşlik aramak yanıltıcı olacaktır. Açıkçası, Alevi terimi Luvi ile ilişkili değil, Arapçada “Ali’ye mensup” demektir.
En iyisi biz Atlantis’i kuranların da Türk olduğunu söyleyelim ya da Türkçedeki ADAM terimini doğrudan ilk insan Hz. ADEM’e bağlayalım ve herkesi kökten Türk yapalım’
Sümer uygarlığının dünyanın ilk yazılı uygarlığı olarak kabul edilmesi, yalnızca Türkler için değil, başka uluslar için de özel bir çekim noktası olmuş görünmektedir. İlk uygarlık olan Sümerlilerle bir şekilde akraba olmak gurur okşuyor.
Bu ilgi, Sümercenin kökeni ve ilişkileri alanında birçok karşılaştırmalar yapılmasına yol açmıştır. Sonuç olarak, Altay dilleri, Eski Mısır, İskit, Fin, Macar, Ermeni, Arnavut, Bask, Sanskrit, Dravidya, Tamil, Brahui, Bantu ve Tibet-Birman gibi birçok dille karşılaştırılmış ancak net bir akrabalık sonucuna varılamamıştır.
Bazı akademisyenler (A. Parpola, I. Mahadevan), Sümerce ile Hint-Dravid dilleri arasında bir bağ olabileceğini öne sürmektedir. Özellikle Tamil ve Toda dillerinin gramer, söz varlığı ve ses yapısı gibi unsurlarda ciddi benzerlikler göstermesi, bu tezi desteklemektedir. Bu çalışma, Türkçe ile Sümerce arasında olandan daha fazla benzerlik bulgulamışsa da, yaygın kabul görmemiştir. İlginçtir, Türkçe gibi Tamilce de Sümer, Kore ve Japon dilleriyle ilişkili görülmektedir.
Diğer yandan, Sümerce ile Sami dilleri üzerinde de benzer denemeler yürütülmüştür. Ancak yalnızca topluluk ve yer adlarının ya da birkaç sözcüğün benzerliğine dayanarak ortaya atılan tezler yeterli kanıt sağlamamıştır.
Özellikle, Sümer > Samir benzerliği tezi yüzeysel bir karşılaştırmadır, derinlemesine incelendiğinde tutarlılığını yitirdiği görülmektedir. Sümercenin çoğunlukla sondan eklemeli bir dil olması, Sami dillerinin ise genellikle üç ünsüz harfli köklerden türetmeli bir dil olması, bu iki dil arasındaki morfolojik farkı belirginleştirmektedir.
Köken araştırmaları alanında, herhangi iki dil arasında gözlemlenen yapısal benzerlikler, bu iki dilin mutlaka kökteş olduğunu göstermez. Potansiyel bir dilsel ilişkinin geçmişini anlamak için dilbilimsel, genetik, arkeolojik ve diğer tarihsel kanıtları bir araya getirmek gerekir.
Sümerce ile Türkçe ya da başka diller arasındaki olası dil bilimsel ilişkiyi çevreleyen tartışma, 1874’ten beri ilgi çeken bir konu olmuştur. Ancak, bugüne kadar iki dil arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu kesin olarak gösteren herhangi bir kanıt ortaya konamamıştır.
Fantastik bir zaman makinesiyle derin geçmişe ulaşmayı, Sümer dilinin kökenine, evrimine ve Türkçeyle olan ilişkilere dair yanıtları bulmayı çok isterdim. Ancak günümüzde bu tür bir teknoloji henüz bulunmadığından, elimizde kalan tek seçenek hipotezler geliştirmektir.
Türkçe ile Sümerce arasında herhangi bir bağlantının var olmadığını ya da olamayacağını iddia etmiyorum. Tersine, elbette olabilir diyorum. Hem akraba olduğunu hem de olmadığını savunan tarafların tezlerini dinlemeye sonuna kadar açığım.
Ancak Sümerlilerin Mezopotamya’ya Türkmenistan’ın Anau kültür bölgesinden göç ettiğini, o çağlarda Anau’da yaşayanların Türklerin ataları olduğunu nereden biliyoruz? Sümer tapınaklarında Türkistan’dan getirildiği varsayılan bir miktar toprak bulunması yeterli bir kanıt olabilir mi? Genetik analizlerin sonuçları ne diyor? O dönemin demografik yapısını ve göç hareketlerini inceleyen antropolojik araştırmalar bu savları destekliyor mu?
Bazı dil bilimciler ise Sümercenin bir dil grubuna ait olarak sınıflandırılması konusunda çekincelerini dile getirmişlerdir. Sümercenin başka dillerle akrabalığı olmayan yalıtık (izole) bir dil olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bu hipoteze göre Sümerce de Bask, İber, Etrüsk, Gilyak, Aynu, Elam, Hadza, Yukagir ve Yuri dilleri gibi yalıtık bir dil olabilir.
Sümerler teknoloji ve kültürün ilerlemesine, özellikle de yazı alanında önemli katkılarda bulunmuş bir halktır. Yazının ortaya çıkışı tarihte önemli bir dönüm noktası olmuş ve tarihin akışını iki farklı döneme ayırmıştır: Buna göre yazı öncesi dönemler “Tarih Öncesi Çağlar”, yazı sonrası dönemler “Tarihsel Çağlar” olarak adlandırıldı.
Sümerler, kil tabletlerle iç içe bir yaşam sürerken, kilden tuğla üretmeyi keşfetmiş ve bu süreci seri üretime dönüştürmüşlerdir. Tekerleği, tarımsal sulamayı ve saban gibi tarım aletlerini buldukları da varsayılmaktadır. Astronomi ve zaman ölçümü için geliştirdikleri teknikleri günümüze de kullanıyoruz. Günü 24 saate ve 1 saati 60 dakikaya bölmek, Sümerlilerin dünyaya eşsiz bir armağanıdır.
Sonuç olarak, Sümer uygarlığının kökeni, akrabaları ve ardılı konuları gelecekte de gizemli araştırma konularından biri olmaya devam edecektir. Sümercenin Türkçe ve diğer dillerle akrabalık ilişkileri net değildir ve süregelen bir araştırma ve tartışma konusudur. Bu alandaki bilgilerimizin derinleşmesi için daha fazla çalışma ve analiz yapılması gerekmektedir.
Şurası kesin ki, tarih her zaman sürprizlerle dolu bir disiplindir; Göbeklitepe’nin keşfi tarih yazımını nasıl değiştirdiyse, Sümer’e ilişkin yeni bilgi ve belgelerin ortaya çıkması da benzer etki yaratabilir