İletişim Fakültesi mezunu olan, Atlas Dergisi için belgesel öyküler, Medyascope TV için müzik, sanat ve felsefe konulu programlar hazırlayan Fatih Hüseyin Börekçi, şu an Maltepe Üniversitesinde felsefe doktorasına devam ediyor. Prof. Dr. Güncel Önkal danışmanlığında, “Nesne Yönelimli Ontoloji” üzerine çalışan Börekçi, görünenin ötesine geçme arzusuyla felsefeye yönelmiş. Börekçi, geriye dönüp bakınca, çocuksu merak duygusuyla babasına sorduğu soruların en temel felsefe etkinliği olduğunu anladığını söylüyor: “Çocukların dünyaya bakışındaki bu açıklık, insan olmamızdan kaynaklanan temel bir özelliğimiz. Felsefe, tanım itibarıyla ‘bilgelik sevgisi’ demektir. Bir duygu işidir aslında. İşte bu duygu, bir olanak olarak hepimizde bulunuyor.” Farklı öğrenme biçimleri bulunduğunu, bunlardan birinin de felsefe olduğunu belirten Börekçi, “Felsefe bize büyük bir kapı açıyor. Çünkü düşüncenin olanakları çok geniştir. Açık ve meraklı bir bakışla öğrendikçe anlayışımız değişir. Dolayısıyla düşünme çabası içinde olmak büyük bir meydan okumadır” diyor.
Elif Şahin Hamidi
***
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-Görünenin ötesine geçme arzusu aslında. Algıladığım dünyanın ve anlama yetimin gerçekliğe erişimde sınırları olduğunu, bununla da kalmayıp onu eğip büktüğünü küçükken de fark ediyordum. Ancak yetişkinlerin ciddi ciddi konuşmalarından benim bilmediğim şeyleri bildiklerini, onların bu bahsettiğim problemi çözdüğünü düşünürdüm. Biraz ayınca yaşadığım en büyük hayal kırıklıklarından biri, koca koca insanların bahsettiğim sorunu çözmeleri bir yana, tam tersi boş inançlarla, safsatalarla küçük hesaplar üzerine mantıksız diyaloglar ya da kavgalar içinde hayatlarını tükettiklerini fark etmemdi. Şimdi geriye dönüp bakıyorum ve o zamanlar çocuksu merak duygusuyla babama sorduğum soruların en temel felsefe etkinliği olduğunu anlıyorum. Çocukların dünyaya bakışındaki bu açıklık, insan olmamızdan kaynaklanan temel bir özelliğimiz. Felsefe, tanım itibarıyla “bilgelik sevgisi” demektir. Bir duygu işidir aslında. İşte bu duygu, bir olanak olarak hepimizde bulunuyor. Bilme ve anlama isteğimiz var. Büyümeyle birlikte okul, kültür derken maruz kaldığımız yaşam denen fenomen çoklukla kapitalist tüketim biçimleri dolayımında üzerimizden silindir gibi geçiyor, bizi biçimlendiriyor. Dolayısıyla bütün bu bize verili kapitalist değer sistemi, tüketim ve bilme alışkanlıkları bana dünyayı ve kendimi anlamakta hiçbir zaman yeterli gelmiyordu. Felsefenin o bahsettiğim merak duygusu beni hep kovaladı. Başka bir şeyler de olmalıydı yaşamda. Uzun ve türlü arayışlardan sonra çareyi yine düşünmenin kendisinde, en başta babama sorduğum sorulara dönmekte buldum: “Bütün bu olan biten nedir? Bunların arkasında ne var? Varlık nedir? Neyi ne kadar bilebiliriz?” Tabii bunlardan sonra da “iyi bir yaşam nedir, nasıl olabilir?” gibi yine en temel felsefi sorularla hesaplaşma çabasına tekrar tekrar girmek benim için kaçınılmazdı.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-İnsanlar, zihinlerinden geçen, çoğunlukla başkaları tarafından onlara öğretilmiş düşünceleri kendileri sanırlar ve ona yapışık yaşarlar. Felsefe çalışıyorsanız düşünceye de olgu dünyasına da belli bir mesafeden bakmak durumundasınız. Bu, türlü bilgi nesnelerinden sadece ayrışmayı değil, farklı bir bilme ve değerlendirme pratiğini de geliştirmeyi gerektirir. Dolayısıyla dogmaları savunmanın yersiz olduğunu görmek mümkündür.
Sorunun içinde bahsedilen Batı felsefesi diye düşünürsek –ki başka felsefeler de var– tarihselliği içinde düşüncenin vardığı durakları görmek, bugünü değerlendirmek açısından oldukça önemli. Bütün tarih anlatımları bir yorum olsa da, elimizde bir Batı felsefe tarihi var ve günümüze özel bazı yeni sorunlar ve onlarla ilişkili çok yeni felsefi yaklaşımlar dışında pek çok şey daha önce düşünülmüş durumda. Bütün bunun karşısında öncelikle haddinizi biliyorsunuz. Yeni bir şey söylemek çok kolay değil. Bu durum belki aşikâr ama insan kibri güçlüdür, unutmamak lazım. O nedenle türlü dönemlerin öne çıkan düşünce biçimlerini etkileyen motivasyonları, baskı araçlarıyla ve filozoflarıyla birlikte anlamaya çalışmak, ayrıca farklı dönemler arasındaki geçişleri, bağlamı kurarak anlamaya çalışmak çok değerli. Zihinler ve yaşama biçimleri çağlar boyunca değişiklik göstermiş. Tarihsel okuma bize anlamanın ve yaşamanın farklı yolları olduğunu gösterir. Bu da bizim düşüncemizde bir çatallanma yaratabilir, farklı olasılıklar için bir bakış açısı oluşturabilir. Böyle bir olanağı bilmek önemlidir. Çünkü çağımızda neoliberal sistemin bize dikte ettiği öğrenme ve hatırlama biçimlerinin tektipleştirdiği zihnin dışında da bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatır.
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-İnsanın temel trajedilerinden biri gerçekte olduğu kişiyle, zihninde kendisine ait imgesi arasındaki fark olsa gerek. Korku deyince bir kere görünür bir tehdit olmalı. Korku, geçmiş travmalarımızın ya da kişilik özelliklerimizin ürettiği, gerçekte varolmayan nedenlerle ilgili olabilir. Farklı nedenlerle yine gerçekte olmayan şeylerden, çoklukla hayallerinden korkar insanlar. Bunun farkında olmayabilirsiniz. Eğer bu durumdaysanız ve öğrenmek istiyorsanız, felsefenin gösterdiği tehdit “değişim” olabilir. Ancak bizler pek değişmek istemeyiz. Birinci neden kibir olsa gerek. İnsanlar genellikle her şeyi bildiklerini düşünürler. İkinci olarak ise evrimsel bakımdan temel güdümüz mutluluk değil, hayatta kalmaktır. Olumsuz da olsa alışkın olduğumuza tutunmak isteriz. Anne karnı en güvenli yerdi. Şimdi bir sofaya yatıp her şeyden ve herkesten saklanabiliriz. Böylece daha mutsuz oluruz. Ama meseleyi mutlu olma-olmama bağlamında ele almak onu güçlü bir indirgemeye maruz bırakıyor ve basitleştiriyor. İnsanlar buna çok takılıyorlar. Temel meselemiz aslında mutluluk ya da mutsuzluk değil. Bu ikisi sürekli gelir ve giderler. Sorun, insani olanaklarımızı kullanmamak. O zaman kendimize güvenimizi ve saygımızı yitiriyoruz. Öfke başlıyor. Öfke dışarıya olduğu kadar kendine de dönüyor ve bu öfke sıklıkla utançla birlikte gelir.
Farklı öğrenme biçimleri var, bunlardan birisi felsefe. Felsefe bize büyük bir kapı açıyor. Çünkü düşüncenin olanakları çok geniştir. Açık ve meraklı bir bakışla öğrendikçe anlayışımız değişir. Dolayısıyla düşünme çabası içinde olmak büyük bir meydan okumadır. Bunun getirebileceği kavram bilgisiyle safsataların uzağında düşünme pratiği kazanmak, kısacası aklımızı kullanmak, kendimize yapacağımız en büyük iyiliklerden biri olsa gerek. Bu çok güçlü bir olanak, onu kullanmak lazım.
Soruya dönersek, felsefe tanımı itibarıyla bilgelik sevgisiydi. İnsanlara korkmaları daha çok öğretilse de sevmekten korkmamak gerek. Burada sevgiyi “kitch” ve romantik bir kavram olarak değil, göstereceğiniz dikkat, bilinç zamanı olarak düşünüyorum. Dolayısıyla bunun ilk adımı, yöneldiğimiz telefonlardan mümkün olduğu kadar fazla ayrılmak demek olur. Öteki türlü ekran marifetiyle maruz kaldığımız platform kapitalizmi, zihnimizi biçimlendirecektir. Hakim sistem bizim düşünmemizi istemez. Para kazanması için bizim adımıza onun düşünmesi, bizim de onun düşündüğünü uygulamamız gerekir. Bu nedenle basılı medya üzerinden –Türkçede çok iyi çeviriler var– kitaplar üzerinden bir okuma pratiğini yazıyla geliştirmek bence önemlidir. Hannah Arendt bir keresinde yazının, düşüncenin uzantısı olduğunu ifade etmişti. Bunların kolay olmadığını biliyorum, ancak başka bir yolu bana pek gözükmüyor.
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Felsefe bir düşünme edimi olduğu için bütün disiplinlerle ilişkili. Kelimelerimiz, zihinsel tasarımlar ve olgu dünyası var. Bunlar arasındaki ilişkileri farklı perspektiflerden desteklemek anlayışımıza katkı sunacaktır. O nedenle disipliner arası iş birliğini çok önemli buluyorum.
Farklı alanların birlikte çalışmasına bir örnek “Türkiye Yapay Zekâ Etiği Enstitüsü” olabilir. İstanbul Üniversitesi Bilgisayar ve Bilişim Teknolojileri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şadi Evren Şeker’le birlikte kurduğumuz enstitüde yapay zekâya etik bakış getirmek için çalışmalar yapıyoruz. Bu çok önemli. Çünkü etik felsefenin bir alanıdır. O yüzden bilgisayar bilimleriyle etiğin buluşmasında, bu alanlardan bireylerin birlikte çalışması gerekiyor. Bu konuda bir yanlış anlaşılma var. Etik yapay zekânın sanki sadece hukuki bir boyutuymuş gibi anlaşılıyor. Yapay zekâ etiği, tek başına hukuk düzenlemelerine sığmayacak kadar çok katmanlı ve derin bir düşünsel çerçeve gerektirir. Hukukçuların rolü, yapay zekânın yasalara uyumunu ve hak ihlallerinin önlenmesini sağlamak açısından hayati olsa da asıl belirleyici ilke seti, etiğin felsefi boyutunda ortaya konur. Bu felsefi boyut, yapay zekânın insan eylemleri ve değerleriyle nasıl etkileşime girdiğini, hangi toplumsal ve etik sorumlulukları beraberinde getirdiğini sorgular. Hukuk, bu bağlamda etik ilkeleri somut düzenlemelere dönüştürmek ve uygulamayı güvence altına almak için bir köprü vazifesi görür. Ancak, asıl yönlendirici güç olan felsefenin bir dalı olan “etik”, adalet, özgürlük ve insan onuru gibi kavramların ötesinde, yapay zekânın yarattığı yeni sorun alanlarını da aydınlatarak teknolojinin sadece “nasıl” değil “niçin” geliştirilmesi gerektiğini de ortaya koyar. Dolayısıyla felsefeciler, bilişimciler ve hukuk uzmanları arasındaki etkileşim, yapay zekâ politikalarının sorumlu ve sürdürülebilir bir temelde inşa edilmesini sağlar. Ancak nihayetinde, hukukçuların teknik düzenlemeleri şekillendirmesine rehberlik eden de yine felsefecilerin çizdiği etik vizyondur. Bence bu disiplinlerarası çalışmaya iyi bir örnek.
–Peki, felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Düşünmek zordur, insanlar pek düşünmek istemezler. Dolayısıyla popüler kültürün tüketim nesnesi haline gelemiyor felsefe. İş dünyasında da pek karşılığı yok. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada böyle. Okulda kalmak mümkün ya da kendiniz bir şirket kurup eğitim verebilirsiniz, bu da mümkün.
–Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-Kitaplara gömülüp, okumak ve yazmak önemli olabilir. Bununla birlikte deneyime açık olmak da önemli. Bu, bir mekânın deneyimi olabilir, farklı bir şehir ya da ülke gibi. Bir sergide estetik bir deneyim olabilir. Böylelikle farklı perspektifler kazanırız ve anlayışımız gelişir. Düşünme zihinde olsa da beden sahibi varlıklarız, mekân tecrübesini sadece turistik bir gezi anlayışından değerlendirmiyorum. Öyle bile olsa zenginlik katar.
Sanat öne çıkıyor. Düşüncenin zengin ama belki de biraz kuru olabilecek alanından bir anda simge ve alegorilerle dolaylı anlatıma geçtiğimizde dünya renklenir. Bir kitapta anlatılan bir düşünceyi şair iki dizede bize anlatır ve kalakalırız.
Düşünce sanatı, sanat da düşünceyi besler. Çağdaş sanatta üretilen işlerin altında “sanatçı beyanı -artist statement” bulunur. Sanatçı, üretimini fikriyle bir bağlama oturtur, fikriyle destekler.
Aristoteles, mantığı öncelerdi. Dolayısıyla doğru düşünme, yargılar arasında ilişki kurma yetisini geliştirme, önermelerde varolanların ontolojik statülerinden başlayarak bilginin kapsamı, kaynağı, ona erişim yolu gibi çok temel felsefi etmenler aslında bir işi kotarmak için en önde gelen unsurlardır. Ne yazık ki felsefe bölümleri dışında bunlar okullarda öğretilmiyor. Çok iyi okullardan mezun insanların bile sıklıkla safsataları savunduğunu görebiliyorum. Her kim ne iş yapacaksa doğru düşünmeyi öğrenmesi gerekiyor. En azından safsata (fallacy) türlerini araştırabilirler.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Felsefe dünyaya kavramlarla, değer bilgisiyle bakar. Dolayısıyla etik, sadece davranışlarımızla değil bilgiyle de ilgilidir. Bu nedenle etik bilgimiz ve edimlerimiz öğrenmeyle ilişkilidir. Etik bize değerler üzerinden kavramsal bir bakış sunar ve yolumuzu aydınlatır. Kavram bilgisiyle bakınca, bahsettiğin etik sorunları bir zeminde tartışma olanağımız oluyor. Öteki türlü “bu benim fikrim” diyen herhangi birinin fikrinin etik bir değer taşıdığını söyleyemiyoruz. Kişinin bize etik duruşunu değer bilgisiyle aktarmasıyla bekliyoruz. Ancak görünen o ki insanların çoğu belli bir yerde ve zamanda bir grubun çıkarına göre oluşturulup gelenek haline getirilmiş ve ona öğretilmiş fikirleri kendisinin sanıyor ve sadece o öyle söylüyor diye saygı duyulmasını istiyor. Ancak Hocam İoanna Kuçuradi’nin dediği gibi fikirler saygı konusu değil, değerlendirme konusudur. İnsanlar saygı konusudur, fikirler değil. Bu nedenle felsefe çıkış kapısı aralar ama o zaman sizin de ait olduğunuz mahallenizi (kültür anlamında) terk etmeniz gerekebilir. Aykırı konuşmaya başladığınızda hemen sizi ötekileştirirler ve aralarından atmaya çalışırlar.
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Yazarak çalışmaları lazım. Başka türlü düşüncelerini örgütlemekte zorlanırlar. Ayrıca öğrendikleri filozofları idolleştirmemeleri gerek. Bütüncül bir bakışa sahip olacak bir bilgi donanımı için çalışmak iyidir. Dolayısıyla bir konudaki farklı fikirleri ya da eleştirileri de önemsemek iyi olacaktır.
Başka bir tavsiyem, öğrendiklerini günümüz sorunları bağlamında düşünsünler. Felsefe boş zaman etkinliği ya da hobi değil, bir değişim, dönüşüm edimidir. Bernard Stiegler, kendi zamanı üzerine düşünmeyen filozofların bu durumu maskelemek için geçmiş felsefi metinlere takıntılı biçimde ilgi duyduğunu, günümüz felsefesindeki politik ekonomi eleştirisi eksikliğinin gelecek kuşakları savunmasız bıraktığını anlatmıştı.
Gelecek hafta: Aris Abacı ile söyleşi
***
Önceki söyleşiler:
Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe (2024 yılında Medya Günlüğü’nde en çok okunan yazı)
Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
Pınar Güler: Felsefe her eve lazım
Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Belgin Önal: Felsefeyle kendimi gördüm
Berkay Gürvardar: Felsefe çıkış kapısı olabilir
Berrak Coşkun: Delirmemek için felsefe
Zuhal Kişin Köseoğlu: Düşünmek zahmetli geliyor
Armağan Teselli: Hayatta kalabilmek için felsefe
Ceren İplikçi: Felsefe eşine zor rastlanır bir dost
Onur Egemen Sakarya: Takdir edilesi bir ‘mutsuzluk’
Tülay Aydın Türkmen: ‘İnsanı anlama yolculuğum’
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.