Bu köşede 9 Şubat’ta yayınlanan “Sevgililer Günü’ne doğru” başlıklı yazımla ilgili pek çok yorum geldi.
Bu çerçevede emekli öğretmen bir dostumdan, “Çok güzel bir yazı olmuş. Gerçekten güzel olmuş” mesajı aldım. Kendisine mesaj atarak, “Ne mutlu takdirinizi almak Hocam. Bu yazımdan amacım sadece ikinci baharlarını yaşamak isteyen iki ergeni anlatmak değildi, onlar üzerinden başka bir mesaj vermek istedim” dedim. Vermek istediğim mesajı da kendisine ilettim.
Gönderdiğim yorumu okuyan hocam, “Süper bir yorum gerçekten. Bence öykünün ardından bu da paylaşılmalı. Senin anlatım biçimin metafor oluyor. Esas anlatılmak istenen önemli. Yansıma daha farklı. Metafor bir durumu, sorunu, vakayı başka bir şekilde ifade etmek için kullanılır. Bir şeyi başka şeyle anlatmaya, benzetmeye yarayan mecazlardır. Senin öykünün karşılığı bu aslında” diye yazdı.
Emekli öğretmenin bu sözleri beni yıllar öncesine götürdü… Darüşşafaka Lisesi’nde öğrenciyken edebiyat öğretmenlerimiz, bir yazarımızın veya şairimizin bir eserini incelerken her daim, “Bu eserde ana fikir nedir, yazar (veya şair) ne anlatmak istiyor?” diye sorarlardı. Keza İngiliz edebiyatı hocalarımız da İngiliz edebiyatının önde gelen yazar ve şairlerinin eserlerini okutur ve “Yazar (veya şair) burada ne anlatmak istiyor, ne mesaj veriyor?” diye sorarlardı. Çok zorlanırdık yazarın, şairin ne anlatmak istediğini yanıtlarken. İngiltere’deki torunum Oscar da, “Edebiyat derslerinde yazının ana fikrini bulmakta, metaforda her zaman zorlanıyorum” diyor.
Bu zorluğu düşünerek ve hocamın tavsiyesini dinleyerek, kendisine ilettiğim yorumumu başka dostlarımla da paylaştım. Paylaştığım yorumum şöyle:
“9 Şubat’taki yazımda bir takım sembollerle Türkiye anlatılıyor. Kadın ülkemiz insanını temsil ediyor. Yani halkımızı. Zor koşullarda bir yaşam mücadelesi içinde, bir arayış içindeki, boşluk içindeki ülkemiz insanını. Boşadığı kocası, ona ihanet eden, yasak ilişkiler içinde borçlanmış çöküş halindeki bir imparatorluğu temsil ediyor. Çocukları Deniz ve Devrim yarınlara beslenen umudu. Adam da, Selanikli Mustafa Kemal’i. O da zor mücadelelerden geçmiş donanımlı biri. Kadının başlangıçta adama yaklaşmaktaki tereddütleri, insanlarımızın içinde yaşadığı zor koşullar, geçmişte yaşadığı travmalar, Mustafa Kemal’i başlangıçta yeterince tanımamak ve yeni bir arayış içinde olmalarından kaynaklanıyor.
Öyküde değinilen, aniden çıkan fırtına, denizdeki dalgalanmalar, iç politik çekişmeler, koltuk kavgaları, tepki vermekten, sokağa çıkmaktan çekinmeler, teğmenlerin atılmalarına duyulan tepkiler, paragöz patronlar, dedikodular ülkenin geçirmekte olduğu zor sürece işaret ediyor. Kıbrıs’ta Deniz’in vereceği konferans, Kıbrıs’ın ülkemiz için ne denli önemli olduğunu gösteriyor .
Kadının yeni yatırım arayışı geleceğe beslenen umut. Kahve falı, havanın düzelmesi, bulutların dağılması, gökyüzünün parlaklığı keza güzel günlerin geleceğine dair beslenen umut. Kadının takside adama sarılması, “İyi ki varsın” demesi, geçmişte ihanete uğrayan ülke insanının Mustafa Kemal’e güvenmesinin, bağlanmasının, sevgisinin ifadesi. Adamın “İyi ki sen de varsın” demesi de Atatürk’ün insanlarımıza, halkımıza güvenin, inanmasının, sevgisinin ifadesi.
“İkimizin şarkısı olsun” denilen Candan Erçetin’in “Bahar” şarkısı da bir metafor olabilir bence. Şarkı, baharla gelecek bir umudun, güzel günlerin ifadesi. Şarkıda söz edilen aşk, insanlarımızın Atatürk’e karşı duydukları sevgi. Bahar, Mustafa Kemal’in öncülüğünde milli mücadelenin başladığı, yüce Meclis’in ilk kez toplandığı mevsimdir. Zor koşullardaki insanlarımızın gönlünde Mustafa Kemal’e duydukları sevginin tomurcuklandığı mevsimdir. Şarkıdaki “Benim gönül ülkemde bir tek senin aşkın var” sözleri de Atatürk’e insanlarımızın beslediği sevginin ifadesidir.
Öyküde, izlenmesi gereken yol da gösteriliyor: Atatürk Bulvarı, Cumhuriyet Meydanı, Barış Apartmanı diye taksi şoförüne verilen adres, Atatürk’ ün yolunda cumhuriyetin çatısı altında, barış içinde insanların birbirlerini sevdikleri, birbirlerine sarıldıkları bir ülkeyi anlatıyor.. “
Öykü ile birlikte bu yorumumu da okuyan dostlarımdan pek çok mesaj aldım. Beğendiklerini ifade eden dostlarım, yorumu okuduktan sonra öyküyü başka gözle değerlendirdiklerini ifade ettiler.
Kimisi de öykünün devamını merak ettiğini yazdı.“Umudu ve saf sevginin varlığına özlem şeklinde algılamıştım ben ilk okuduğumda. Sembolik vurgular ancak açıklama sonrası anlamlandı” demiş bir dostum.
“Güzel bir hikaye. Yalnız bitirdiğimde ardından devamı varmış gibi hissettim. İçimde bir boşluk hissi doğdu. Yani benim beğenim de yazının edebi değeri öne çıktı. Güzel bir hikaye okuyor olmanın zevki devam etsin istedim. Kim bilir belki devam ettirmek istersin?..” demiş bir başka dostum.
Bir dostumun değerlendirmesi de şöyle :
“Sıradan bir birliktelik arayışı içindeymiş gibi başlayan bu öykü, dediğiniz gibi sembolik anlamlar taşıyor… 14 Subat’ın da aslında sadece Sevgililer Günü olarak değil, sevgi günü olarak kutlanması gerek. Sevgili çok göreceli bir kavram, evimizdeki kişiler, canlar, çiçekler, yapmaktan hoşlandığımız her şey sevgilimiz olabilir. Ülkemiz, halkımız ve Atamız da sevgilimiz.. Yaptığınız yorum çok açıklayıcı, çok yerinde. Dilerim öyküdeki bulutların açıldığı ve gökyüzünün parladığı gibi, içinden geçmekte olduğumuz bu karanlık dönemi de geride bırakır, hepimiz huzura kavuşuruz.”
Bir dostum da diyor ki:
“Yorumda harika noktalara değinilmiş. Bence kadın günümüz Türk insanı. Adam hepimizin umudu. Ülkemizi tekrar kurtarmasını beklediğimiz ikinci bir Mustafa Kemal. Çocuklar ümit ettiğimiz geleceğimiz. Boşadığı kocası, bence şu anki siyasi ortam. Aslında tamamen şu dönem insanını anlatmış. Beklenti içinde olan ama hiçbir şey için çabalamayan, sürekli temkinli, bana dokunmayan yılan bin yaşasın tarzı…”
Bir başka dostumun yorumu şöyle:
“Çok güzel, akıcı bir hikaye olmuş. Hikayenin örgüsü güzel. Bence uzunca bir reklam filmi senaryosu olabilir… Atatürk sevgisini vurgulamak kadar, bu sevginin tutkal olamayacağı da unutulmamalı. Zira sevenler olduğu kadar sevmeyenler de hangi sebeple olursa olsun hatırı sayılır miktarda mevcut. Ama Atatürk’e saygı konusunda toplumun içinde bu kadar derin ayrılığın olduğunu sanmıyorum. Kurucu ve kurtarıcı niteliği hemen herkesçe kabul ediliyor.”
Bir dostum ise şöyle bir paylaşım yaptı:
“Şoföre ‘Atatürk Bulvarı, Cumhuriyet Meydanı, Barış Apartmanı’ dedi. Bu adres doğru olmasına doğru ama şoförün kimliği de önemli.”
Dostumun uyarısı çok yerinde. Varmak istediğimiz yeri biliyoruz, ancak tanımadığımız, ehliyeti var mı yok mu bilmediğimiz şoför bizi bambaşka yerlere götürmeğe kalkarsa, karanlık, çıkmaz sokaklara saparsa, arabayı duvara çarparsa ne yapacağız? Üzerinde düşünülmeye değer bir uyarı…
“Öyküdeki son paragraf Sevgililer Günü için yepyeni bir bakış açısı. Birkaç kez okudum ve buna karar kıldım. Çok yerinde bence. Piyasaya dönük bir gün işte yeni anlayışla içerik kazandı” diye bir değerlendirme yazmış bir dostum da.
Bir başka dostumun değerlendirmesi de şöyle:
“Sizin de belirttiğiniz gibi, güzel Türkiye’mizde Atatürk’ün yolunda barış içinde sevgiyle yaşamak hepimizin arzusu. Dilerim birlik ve beraberlik içinde güven ve sevgi dolu yaşamımız bir gün değil her gün olur. Ülkemin tüm insanlarına mutluluklar…”
Öyküyü her iki yönden de oldukça romantik bulduğunu yazan bir dostum da, “Ama en zor koşullarda bile umut hep olmalı elbette” demiş. Doğru diyor dostum.
Ulusumuza güvenerek Ulusal Kurtuluş Savaşı’na öncülük eden, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk ve arkadaşlarının hiçbir zaman umutsuzluk içinde olmadıklarını unutmamalıyız. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde verilen mesaj, koşullar ne denli zor olursa olsun umudumuzu hiçbir zaman yitirmememiz doğrultusundadır. Bu itibarla, Atatürk’ün bizlere verdiği birinci görev olan, “Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek” için umudumuzu her daim yaşatmalıyız.. Mevcudiyetimizin ve istikbalimizin yegane temeli budur. Bu temel bizim en kıymetli hazinemizdir…
Bu yazımı okuduktan sonra 9 Şubat tarihli yazımı okur musunuz bilmiyorum. Okursanız, pek çok dostum gibi yazıyı daha farklı değerlendireceğinizi düşünüyorum.
Fotoğraf: Selahattin Sönmez
***
İlgili yazı: