Selçuklular Hazarların mı torunlarıydı, Oğuzların mı?
Selçukluların Hazarlardan geldiği rivayeti Melikname’nin bazı yazmalarında yer alır.
Ancak bu ilişkiyi kuranlar ilginç biçimde başka bağlantılar verir. Ebu’l-Farac Selçukluları Hazarların torunu olarak kabul ederken aynı zamanda onları Hun olarak adlandırır. Bu da yazarın etnik bir kimlikten söz etmediği sonucuna götürür bizi.
Melikname Sultan Melikşah döneminde yazılmıştır. Alp Arslan’ın oğlu Melikşah’ın iktidarı 1072-1092 yılları arasına rastlamaktadır. Selçukluların kimlerden geldiğini saptamak için efsaneler arasında gerçeği aramak gereklidir.
Türkmenistanlı tarihçi Agacanov Melikname’nin farklı versiyonlarında ve diğer kaynaklarda, ilk Selçuklularla ilgili bilgiler bulunduğunu belirterek örneğin Ibn Hassül’ün versiyonunda, sülâlenin atasının Sarçık olarak açıklandığını kaydederken Melikname’den faydalanan diğer Müslüman yazarların Selçukluların Tugag’tan geldiğini iddia ettiklerini ifade eder.
Ebu’l-Farac’ın Tugag’ın bu sülalenin temelini atan Selçuk’un babası olduğunu belirttiğine dikkat çeker, Melikname’nin Mirhond’un eserinde zikredilen Farsça versiyonunda ise Tugag’ın Selçukluların atası olarak kabul edildiğini söylerken lbnü’l-Esir, Sadreddin Hüseyni ve diğer Orta Çağ kaynaklarının rivayetlerinde de Tugag’ın, Selçuklu soyunun kurucusu olarak gösterildiğini belirtir.
Agacanov Tugag’ın, Melikname versiyonlarının çoğunda, Selçuklu hanedanının mensup olduğu boyun beyi olarak gösterildiğini kaydederken, “sadece lbn Hassül, onun adını Sarçık olarak açıklamaktadır. Aşağıda da göreceğimiz gibi, bu farklılık, Tugag’ saygı unvanının Selçuklu soyu banisinin şahsi ismiyle karışmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, ‘Melikname’nin iddiasının aksine, Sarçık-Tugag’ı Selçuklu hanedanının banisi olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Nitekim ‘Melik-name’ ile Selçukname versiyonlarının karşılaştırılması da bu sonucu ortaya çıkartmaktadır” (*) diye yazar.
Kerekuçi Hoca da kim?
Zahire’d-din Nişapuri’ye göre, sülâlenin ilk ataları, Kerekuçi Hoca ve onun oğlu Tugşırmış’tır. Zahire’d-din Nişapuri şöyle der: “Selçuk b. Lokman, Kerekuçi Hoca’nın oğlu Tugşırmış’ın soyundan (necat), Kınık boyu (uruk) ve kemiğinden (ostohan) geliyordu. (Kerekuçi Hoca), Türk hanlarına çadır (hırgak taraş) hazırlayan bir usta idi”.
İlk Selçukluların şeceresine ilişkin benzer görüşlere, Reşidüddin, Hafız-i Ebrü, Muslihid-din Lari’nin eserlerinde de rastlandığını ileri belirten Agacanov bu rivayetin nispeten kısaltılmış şeklinin, Ravendi, Muhammed Yezdi ve Kerimü’d-din Aksarayi’de de geçtiğini kaydederek şöyle yazar: “Fakat Reşidüddin’de ve diğer müelliflerin eserlerinde Selçuk-name’nin Tahran baskısında yer almayan bazı bilgiler bulunmaktadır. İsmail Han Afşar’ın eserinde, Selçukluların atasının Kınık boyundan Toğrul Sultan’a hizmet ettiği paragrafı yoktur. Reşidüddin’e göre ‘Selçuk b. Lokman, Selçukluların akrabalarındandı ve Kınık kemiğinden (ostohan), Tugşırmış soyundan (necat) geliyordu ve Türk hükümdarlarına çadır yapmakta usta olan Kerekuçi Hoca’nın oğlu idi. Kınık boyundan (uruk) Toğrul Sultan’a hizmet etmişti.’”
Efsanelerle asil bir soy yaratıldı
Meliknāme’de sıradan bir çadır ustası olduğu söylenilen Kerekuçi Hoca hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmadığını aktaran Agacanov Selçuklu soyunun şeceresinin Sarçık-Tugag’tan başlatıldığını belirterek Sarçık-Tugag’ın hanedanın ilk temsilcisi, hükümdarın danışmanı ve kudretli bir komutan olarak tasvir edildiğini kaydeder. Melikname yazarının Selçuklu soyunun bazı önemsiz temsilcilerini kasıtlı olarak görmezlikten geldiğini, onların yerine bazı soylu asilzadeleri ön plana çıkardığını belirten Agacanov bu tavrın şüphesiz bazı siyasi amaçlara hizmet etiğine dikkat çekerek “Zaten eser de Selçuklu sultanlarının isteği doğrultusunda, 11. yüzyılda kaleme alınmıştır. Dolayısıyla, tahta geçen Selçuklu yöneticileri, orijinlerini asil bir şecereye bağlamak zorundaydı. Bu yüzden de ‘Melik-name’ yazarı, Türkmen rivayetlerinde fakir çevreden gelen Kerekuçi Hoca ve Tugşırmış hakkında ancak susabilirdi. Mukayeseli tarih metodu sayesinde, Sarçık-Tugag’ın Selçuklu hanedanının kurucusu olmadığı hükmüne varıyoruz. Bu soyun şeceresini, Sarçık’tan önce zadegân sınıfına mensup olmayan Kerekuçi Hoca ile Tugşırmış oluşturmaktadır” der.
Tugşırmış kimdir?
Her hanedanın tarihi şanlı olmalıdır. Hanedanı ilk kuranların mutlaka kahraman, büyük işler başarmış, güçlü insanlar olması gereklidir. Çünkü bu olmazsa halkın gözündeki değerleri küçülür. Ama her hanedanın kurucuları da öyle anlı şanlı insanlar olmayabilir. Burada da aynı duruma rastlıyoruz. Basit insanlar önemli işler yapamaz yanılsamasının nasıl ete kemiğe büründüğünü Selçuklu hanedanının hikayesini dinlerken bir kez daha görüyoruz.
Oysa basit insanlar da kahramanlık yapabilir ve yapmıştır da. Kahramanlık yapmadan da hanedan kurabilirler üstelik. Selçuk’un ataları buna canlı kanıttırlar. Gelin bu yarı efsanevi öyküyü dinleyelim.
“Şecere-i Terakime’ye göre, Oğuz illerinde Kerekuçi Hoca isminde bir şahıs yaşıyordu. Kerekuçi Hoca’nın oğlu ise, çadır kurmakta usta olan Tugşırmış’tı. Tugşırmış, son derece aciz, fakir birisiydi.
Oğuz-name’nin tüm versiyonlarında, Tugşırmış ve oğulları hakkında birtakım ilginç hikāyeler yer almaktadır. Bu versiyonlarda Tugşırmış’ın Oğuzlardan geldiği ve çadır yapmakta (ev yasuci) usta olduğu anlatılmaktadır. Oğuz boyları Ali Han’a karşı isyan başlattıklarında, onlara Korkut’u elçi olarak gönderir. Han danışmanı, müneccim Emiran’a müracaat ederek Oğuzlar’la han arasındaki mücadelenin nasıl sonuçlanacağını bildirmesini ister. Emiran, yakında Ali Han’ın hākimiyetinin son bulacağını; Oğuzeli’nin başına merhametli ve güvenilir Tugşırmış’ın soyunun geçeceğini söyler. Emiran, o gece bir rüya görür. Rüyasında güya Tugşırmış’ın bedeninden üç yana dal budak salan bir ağaç çıkmaktadır. Ağacın en yeşil ve yüksek kesimleri sanki gökle bitişmiş gibiydi. Kâhin, Tugşırmış’a rüyasının hükümdarlığın oğullarına verileceği manasına geldiğini anlatır. Tugşırmış müneccimin anlattıklarına şaşırmakla birlikte, bir koyun satın alır ve etini sadaka olarak dağıtır. Tugşırmış’ın Tugag, Toğrul ve Arslan adındaki oğulları, cesur avcılardı.”
Agacanov Şecere-i Terakime’ ve ‘Oğuz-name’deki bazı detayların, bariz efsanevi özellikler taşıdığını belirterek burada, gerçek tarihi şahsiyetler yanında, Korkut gibi epik şahısların da yer aldığını kaydederken iktidarın Selçukîlerin eline geçişini ve Ali Han’ın ani ölümünü bir kehanete bağlayan epizodun da şüphe çektiğini söyler. Yazar buna rağmen, bu söylentilerde halkın zihninde yer eden ilginç ayrıntılar bulunduğunu ifade ederek her şeyden önce ilk Selçuklular’ın meşhur insanlar olmadığının dikkati çektiğini ama bunun ‘Selçuk-name’de hanedanın çadır ustaları arasından çıktığı şeklindeki bilgiyle tamamen uyuşmakta olduğunu kaydeder.
Konya Karatay Müzesi’nde olan Kubadabad Sarayı’ndan getirilen Sultan Aleaddin’e ait olduğu düşünülen portre.
Kereku ne demektir?
“Selçukluların atasının oldukça sade zanaatçılar arasından çıktığını kabul edebiliriz” diyen Agacanov, Kerekuçi Hoca’nın çadır ustası olduğuna dair bilgiler dışında, adı ve aldığı unvanın da bu görüşü desteklediğini ifade eder. Kereku sözcüğünün eski Türk runik yazıtlarında, “çadır iskeleti” veya “çadır” anlamına geldiğini belirterek bu kelimenin 11.Yüzyılda Türkmenler arasında “çadır” anlamında kullanıldığını ve bu çadırları yapan ustalara da “kerekuçi” denildiğini söyler.
Agacanov bütün bu kanıtların, Selçukluların atasının çadırın ağaç iskeletini hazırlayan bir doğramacı olduğunu gösterdiğini, Kerekuçi Hoca’nın, Tugşırmış adındaki oğlunun da babasının mesleği ile uğraştığını ancak, Tugşırmış’ın oğullarının baba ve dede mesleğini bir kenara iterek egemen Oğuz asilzadelerin hizmetine girmeleriyle farklı bir geleceğe yelken açtıklarını gösterdiğini söyler ve ekler: “Nitekim ‘Oğuz-name’nin daha derli toplu versiyonlarında bu anı korunmuştur”.
Agacanov Kerekuçi Hoca’nın takriben 9. yüzyıl başı ile ikinci yarısı arasında yaşadığını, onun oğlu Tugşırmış’ın ise 9.yüzyıl ikinci yarısında doğup 10. yüzyıl ortalarına kadar hayatta olduğunu tahmin etmenin mümkün olduğunu belirtir.
Özetle
Buraya kadar anlatılanlar biraz kafanızı karıştırmış olabilir, sizin karıştırmadıysa benimkini karıştırdı. Onun için dönüp birkaç kez daha okudum Agacanov’u. Ve sonunda bir liste yapabildim.
Agacanov özetle diyor ki, Oğuzlarda Kerekuçi Hoca adında bir çadır iskeleti yapan usta vardı. Kendi halinde alçak gönüllü bir yaşam sürüyordu. Oğlu Tugşırmış da çadır ustasıydı. Tugşırmış’ın üç oğlu oldu. Sarçık (Tugag), Togrul ve Arslan.
Tugag bir ad değil bir unvandı. Bildiğimiz tuğ yani. Eskiden sancak taşıyıcılara verilen bir unvan. Örneğin tugagçi bugünkü tümgenerale karşılık geliyordu. Zaten tuğgeneral unvanındaki tuğ da böyle eskiden kalma bir unvandır. Tuğ/tug askeri sancak demektir. “Eskiden Türk devletlerinde, vahşi yak kuyruğu veya at kılından yapılmış tuğlar, askeri sembol olarak kullanılırdı.”
Sonra efendim bu oğullardan Sarçık Oğuz emirinin askeri birliklerinin komutanı oluyor. Aslında Oğuz emirleri bu üç oğulun da çok yetenekli olduğunu fark edince üçünü de mir-i şikâr yani avcı başı yaptılar. Sarçık’ın ne zaman yaşadığına gelince… Yengikent Oğuz hanlarının tahtında hüküm süren Ali Han’ın çağdaşı olduğuna göre Sarçık’ın 9.yüzyılın son üçte biriyle 10. yüzyıl ortalarına kadar yaşadığı sonucuna varılabilir. Sarçık’ın Baygu’nun hizmetinde olduğundan söz edilmesi onun Yengikent hükümdarının değil Eski Guzeli hükümdarının hizmetinde olduğunu gösteriyor. Baygu unvanı, Yabgu’dan sonra gelen devlet görevlisinin unvanıdır.
Selçuk’un yükselişi
Sarçık ölünce “hizmetinde bulunduğu hükümdar küçük yaştaki oğlu Selçuk’u eğitmek için saraya alır. “Çok geçmeden büyüyen Selçuk, hanın mukarrebini (yakınları, M.G.) arasına girmeyi başarır ve aklı ve zekâsıyla üst düzey beylerin ve devlet erkânının sempatisini toplar. 81 Ve genç yaşına rağmen Selçuk, ‘subaşı’ unvanı alarak, ordu komutanlığına atanır.”
“İbnü’l-Esir, Tugag’ın (yani Sarçık’ın, m.g.) kendisine kayıtsız şartsız itaat eden Oğuzlara liderlik ettiğini; baygu ile aralarında çıkan kavgada yardımcı ve hadimlerinin onun yardımına geldiklerini; kendi kumandanlarının yanında yer alarak, onu hanın askerlerine teslim etmediklerini anlatır.”
Anlaşılıyor ki Selçuk’un karizması artık kendi çevresindeki liderliği altında toplanmaya ve ona sahip çıkmaya yetecek düzeye ulaşmış. Kendi akrabaları dışında bazı Oğuz ve Türkmen grupları da onun önderliği altına girerek himaye görmeyi kabul etmişler.
Ve öykünün bundan sonrasını biliyorsunuz sanırım. Selçuk Bey’in babasını, dedesini, dedesinin babasını artık öğrendik.
Bize anlatılan efsanelere inanmamak gerekiyor. Sürekli olarak soru sormak gerekiyor. Soru sormadan gerçeğe ulaşmanın olanağı yok çünkü. Selçuk beyin atalarının çadır ustaları olması onun değerinden hiçbir şeyi azaltmıyor. Hatta belki denebilir ki “Oğuzlar liyakata önem verirdi, sen işini layığıyla yapabiliyorsan babanın, dedenin işçi olması, hadem (hademe) olması, köle olmasının hiçbir önemi yoktu.”
Herkese keyifli günler diliyorum.
Manşet görseli: Sgrafitto tekniğinde yapılmış Selçuklu kâsesi.
*Rakamla belirtilmemiş tüm alıntılar S.G. Agacanov’un Oğuzlar adlı yapıtından yapılmıştır.