Ulaş Başar Gezgin (ulasbasar@gmail.com)
Bugünlere dair daha önce yaşanmışlık hissi (deja vu) uyandıran bir kitap, Mete Çetik’in hazırladığı ‘1948 DTCF Tasfiyesi ve P. N. Boratav’ın Müdafaası’ kitabı. (1)
Pertev Naili Boratav-Behice Boran-Niyazi Berkes üçlüsü hakkında 1948’de açılan ceza davası beraatla sonuçlanmasına karşın, üniversiteye dönmelerine izin verilmez. Kitap, Boratav’ın savunması ile Mete Çetik’in savunmanın arka planını sunan incelemesinden oluşmakta. Boratav’ın ön sözdeki sözleri günümüzü öngörüyor gibidir:
“Bizim yaşadıklarımız bence, Türkiye’nin siyaset, hukuk ve üniversiteler tarihine bir yüz karası olarak geçecek acı ve öğretici özellikler de taşıyor. Türkiye bizimkine benzer cadı kazanlarının kaynatıldığı başka dönemlerden de geçti ve bizden sonra da, benzer acı tecrübeleri yaşayan başka bilim insanları da oldu. Bu nedenlerle, bizler istisnai bir dönemde kazaya uğramış insanlar değildik.Bu kitap, bu nedenle, geçmişe, bugüne ve geleceğe ışık tutacak unsurlar taşıyor.” (s.5)
Neden 1948? Çünkü 2. Paylaşım Savaşı sonrasında, Türkiye, savaşın kazananlarından biri olan ABD’ye yaranmaya çalışıyor; ondan Truman yardımı adı altında para koparmak için hem çok partili siyasete geçiyor hem de solcu hocaları hedef alarak Amerika’ya ne kadar antikomünist olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu süreçte, 2. Paylaşım Savaşı boyunca Nazilerin desteklediği Türk ırkçılığının karşısında yer almış DTCF hocaları Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Muzaffer Şerif Başoğul ve Niyazi Berkes özel olarak hedef seçiliyor. Akademi dışındaki hedeflerden biri ise, daha önce bir taşlama şiiri dolayısıyla Atatürk’e hakaretten hapis yatmış olan Sabahattin Ali. Bu dönemin bir özelliği de muhalif düşünce ve eylem tarzının akademisyen ile akademisyen olmayan arasındaki farkı silikleştirmesi. Örneğin, dönemin ırkçılık karşıtı en önemli broşürü (‘En Büyük Tehlike’) bir akademisyenin değil, Darüşşafakalı bir ressam olan Faris Erkman’ın (1915-1950) imzasıyla yayınlanıyor.
DTCF tasfiyesinin arka planı, 1930’lara kadar geriye çekilebilir. Ancak 1948’i döşeyen taşlar öncelikle 1945’te öğretim üyeleriyle öğretmenlerin siyasi yazı yazamayacaklarına dair bir genelge çıkarılması ile hız kazanacaktır. Enver Gökçe’nin ‘Dost’ şiiri –ki ‘Gel Günlerim Gel de Dol’ adıyla Selda Bağcan tarafından seslendirilmektedir- tam da bu dönemi anlatmaktadır. Önceki yıllarda dergicilik çalışmalarında Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in (Can Yücel’in babası) desteğini alan muhalifler, 1947 ile birlikte meclis konuşmalarının ve ırkçıların hedefi olurlar. ABD’deki süreçle benzer bir biçimde, bir meclis konuşmasında, TKP’li olduğu ileri sürülen isimler listelenir; bu, bundan sonraki birçok suçlamaya ve olaya dayanak olur.
DTCF, akademisyenleri üniversiteden atmak ve meslekten ihraç etmek üzere soruşturma açar. Bu süreçte ırkçıların dışarıdan katılımlı gösterilerine ve üniversite işgallerine göz yumulur. Rektör neredeyse linç edilecektir. Enver Gökçe, bu saldırıları, ‘Fakültenin Önü’ şiirinde anlatıyor. Üniversite Senatosu’ndan çıkan ihraç kararı, bir üst makamda bozulur. Mahkeme de Boratav-Boran-Berkes üçlüsünü beraat ettirir. 1948’de ise derslerini ellerinden alırlar. Yüksek öğretim organları ve yargı, üçlüyü temize çıkardığı için, üniversite yönetimi Meclis’i harekete geçirtir; Ankara Üniversitesi’yle ilgili yasa çıkartıp üçlüyü dışarıda bırakırlar. Böylece kadroları kesinkes iptal edilir. İleride sosyal psikolojinin belli başlı isimlerinden olacak Muzaffer Şerif Başoğlu ise, yurt dışında yabancıyla evlendiği için istifa etmiş sayılır. Bir yandan birçok yabancı hocayı (özellikle Nazi Almanya’sından kaçan hocaları) bünyesinde çalıştıran üniversitelerin böyle bir kuralı korumaları, trajikomik görünmektedir. Daha sonra Niyazi Berkes de aynı nedenle istifa etmiş sayılacaktır. Üçlü daha sonra çeşitli suçlamalarla yargılanacaktır.
Bu yargılamalarda, Boratav’a yöneltilip soruşturması başlatılan suçlamalar dışında, soruşturmaya gerek duyulmayan ancak yine de suçlama olarak dosyalarda yer alanlar güldürür ve düşündürür:
“Amerika ile İngiltere’yi faşistlikle itham etmek”, “Almanya’da komünist propagandası yaptığı için geri alınmak”, “Komünist olduğu söylenen Ruhi Su ile münasebeti bulunmak”, “Karacaoğlan’ın Türklükle alakası olmadığını söylemek”, “Hüseyin Rahmi’nin fikirlerini solculuk propagandası için kullanmak”, “komünist olduğu söylenen Jiro ve Bazen ile seyahate çıkmak”, “masalların halk ve destanların aristokrasi sınıfının mahsulü oluğunu söylemek”, “Anadolu isyanlarına alaka göstermek” ve “Marksist diye isimlendirilen Yurt-Dünya ve Adımlar dergileriyle ilgisi bulunmak.” (s.55-56)
Dahası, Boratav’ın savunmasında belirttiği kadarıyla, suçlamalarından bir diğeri, “sanat sanat içindir” prensibine muhalif olmasıdır. (s.151-152) Bütün bu suçlamalarda asıl amaç, onun komünist olduğunu kanıtlamaktı. Bu, bize içeriğiyle olmasa da biçimsel olarak Kafka’nın ‘Dava’sını anımsatıyor.
Boratav çok sağlam bir savunma yapar. Suçlamalar için de geçerli olduğu gibi, kimi zaman okuru (dinleyicileri) güldürür, kimi zamansa düşündürür. Yalancı tanıkların yalanlarını ortaya döker. Namık Kemal, Ziya Gökalp, Kemalizm’in milliyetçilik anlayışı ve Türk ırkçılarının görüşleri vb. ile ilgili dersler verir. Böylece mahkemeyi anfiye çevirir. Sonlara doğru, kendi çalışmalarından alıntılar okuyarak konuyla ilgili görüşlerini açıklar ve beraatini ister. Bu savunma gerçekten geleceğe kalmış ve kalacak bir metin niteliği taşıyor.
Behice Boran ise benzer suçlamalara ek olarak “Derslerde pozitivizmi kötüleyip materyalizmi methetmek” (s. 56) ile suçlanır, ancak soruşturma açılmaz. Sonunda davadan Boratav’a beraat ve Berkes’le Boran’a meslekten üç ay men ve üç ay hapis cezası çıkar. Bir üst makam, kararı beraata çevirir. Fakat yine de üniversiteye dönmeleri engellenir. Boran, Kore Savaşı’na karşı çıktığı için ceza alır, meslekten kesin bir biçimde men edilir. 1910 doğumlu Boran 1951’den 1965’te TİP’ten milletvekili seçilene kadar muhriç (ihraç edilmiş) kalacaktır. Devlet memurluğuna dönüşü onaylansa da, üniversiteye dönüşü türlü yollarla engellenir. 1948’deki ihraçtan sonra bir daha üniversitede ders veremeyerek yaşama gözlerini yumar. 1908 doğumlu Niyazi Berkes, Kanada’da çalışmaya başlar, az önce belirttiğimiz gibi yabancıyla evlendiği için istifa etmiş sayılır. Fakat 60’larda bu yasa iptal edilince emekliliğe hak kazanır. 1907 doğumlu Boratav, ABD’de iş bulur, ABD ona vize vermez; bunun üzerine 1952’de Fransa’ya yerleşir ve çalışmalarını yaşamının sonuna dek orada sürdürür. İlerleyen yıllarda hukuki mücadeleleri kazanır ve 1970’te emekli olmaya hak kazanır.
Aslında tam da filmi çekilebilecek bir hikâyedir bu… Bugünküler de öyle olacak…
(1) Çetik, M. (haz.) (2008). Üniversitede Cadı Avı: 1948 DTCF Tasfiyesi ve P. N. Boratav’ın Müdafaası. Ankara: Dipnot.
Not: Bu yazım “Ötekiler Açısından Tarih” kitabımdan alınmıştır.