Erdem Eren (tasam.org)
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından sonra Türkiye; Türkistan’da barışa katkı sağlamaya ve bölgedeki ekonomik iş birliği fırsatlarını değerlendirmeye gayret etmiştir.1991’den sonra Türkiye’nin benimsediği Türkistan politikasının genel çerçevesini aşağıdaki noktalarda toplamak mümkündür:
Birincisi Türk dış politikası ideolojik temelde değil, karşılıklı menfaatler ve dış politik amaçlar doğrultusunda yürütülmüştür. İkincisi Türkiye kendisini laik ve demokratik bir devlet olarak tanıtmaya çalışmıştır. Üçüncüsü Türkiye bölge ülkelerinin ekonomilerine destek vererek Türkistan’daki siyasal ve ekonomik etki alanını genişletebileceğine inanmıştır. Dördüncüsü Türkiye Türkistan bölgesine yönelik dış politika hedeflerini gerçekleştirebilmek için Batı ve özellikle de ABD’nin desteğini almaya gayret etmiştir. Beşincisi Türkiye, Türkistan devletleriyle ikili kültürel, ekonomik ve siyasal ilişkilerin geliştirilmesini teşvik etmiştir. Altıncısı Türkiye, Türkistan bölgesindeki doğal kaynaklardan ve ekonomik zenginlikten en iyi şekilde yararlanmak istemiştir. Yedincisi Türkiye bölge ülkelerinin uluslararası kuruluşlarla bütünleşebilmeleri için gerekli her türlü yardımı yapmaya çalışmıştır. Sekizinci ise Türkiye bölge ülkelerinin huzur, istikrar ve demokratik gelişmelerine katkıda bulunmaya çaba göstermiştir.
Görüldüğü üzere Türkistan’a yönelik iddialı bir politika izlenmeye çalışılmış olsa da, söz konusu dönemde Türkiye’deki siyasi, akademik ve ekonomik aktörlerin büyük bir çoğunluğunun Türk Cumhuriyetlerini ve bölge toplumlarını yeterince tanımamaları yukarıda sayılan hedeflerin ıskalanmasına neden olmuştur. Türk Cumhuriyetlerinin Türkiye gibi bir ağabeye ihtiyaç duyduğunu düşünen Özal, Ankara ile bölge başkentleri arasındaki siyasi, kültürel vb. farklılıkları dikkate almadan romantik bir milliyetçiliğin ve bütünleşmenin hayalini kurmuştur. Hatta bu yönelimin 1991-1993 döneminde duygusal ve Turancı bir karakter taşıdığı bile söylenebilir.
Türkiye, 1989-1991 yılları arasında SSCB’de yaşayan Türk kökenli halklara milliyetçi bir çizgide yaklaşmayı tercih etmemiş, bu halklara yönelik politikalarını büyük oranda Moskova merkezli bir stratejiyle yürütmüştür. Ancak SSCB’nin son dönemlerinde birliğe bağlı Türk kökenli toplumlarla çeşitli ilişkiler kurulmuştur. Örneğin Mart 1991’de SSCB gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Özal, işadamlarından oluşan büyük bir heyetle önce Moskova’ya gitmiş, ardından Azerbaycan, Kazakistan ve Ukrayna’yı ziyaret etmiştir. Özal bu gezi kapsamında Kazakistan’da bilimsel ve teknik iş birliği ile kültürel anlaşmalar imzalayarak, Kazak ekonomisinin yeniden yapılanmasına Türkiye’nin sunabileceği katkıları tartışmış, Almatı ve İstanbul arasında doğrudan uçak seferlerine başlanabileceğini ifade etmiştir. Mayıs 1991’e gelindiğinde Kırgızistan Başbakanı Askar Akayev Ankara’ya gelmiş, Haziran ayında ise Tacikistan Cumhurbaşkanı Rahman Nabiyev Dünya Ekonomik Forumu toplantısı kapsamında İstanbul’a intikal etmiştir. Bu ziyaretlerin ardından Eylül 1991’de ise Kazakistan lideri Nursultan Nazarbayev mevkidaşı Özal’ı ziyaret etmiştir.
Diğer yandan Türkiye, 1991-1993 yılları arasında Orta Asya ülkelerine “rol model“ olmaya çalışarak bölgede Rusya Federasyonu’nun etkisini kırmaya yönelik bir politika izlemiştir. Esasında Türkiye bu süreçte Batı tarafından laik, liberal ve demokratik rejimiyle Türk Cumhuriyetlerine model olarak sunulmaya çalışılmıştır. Nitekim bu stratejiyle bölge ülkelerinin İran’ın dümen suyuna girmesi büyük oranda önlenmiştir. Türkiye söz konusu dönemde Türk-Amerikan ittifakından yararlanarak Türkistan’da avantajlar elde etme peşinde koşmuştur.
Türkiye bölge ülkelerinin bağımsızlık süreçlerini dikkatle takip ederken, 12-17 Eylül 1991 tarihinde SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan devletlere iki heyet göndermiştir. Bunlardan birincisi Azerbaycan ve Türkistan Cumhuriyetlerini, ikincisi ise Ukrayna, Moldova, Gürcistan ve Ermenistan’ı ziyaret etmiştir. Heyetler ilgili devletlere giden ilk yabancı resmi heyet olmalarının yanında bu devletlerin Türkiye’den beklentilerini saptamaya çalışmaları açısından da büyük bir önem arz etmiştir. 9 Kasım 1991 tarihinde Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde ise diğer Türkistan devletlerini tanımıştır. Bağımsızlıklarının ilk yılında Türkiye, uluslararası kuruluşlarda Türkistan Cumhuriyetlerini temsil etmiştir. Örneğin; Ocak 1992’de Prag’da Türk Cumhuriyetlerinin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na üyeliklerinin görüşüldüğü toplantıya Türkmenistan herhangi bir temsilci göndermediğinden bu ülkeyi Türkiye temsil etmiştir. Özbekistan ise Şubat 1992’de Türkiye’ye uluslararası platformlarda kendisini temsil etme yetkisi vermiştir.
Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev’in 22 Aralık 1991 tarihinde Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette Ankara’da yapılan “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması“ Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri arasında imzalanan ilk anlaşma metni olma sıfatını elde etmiştir. Daha sonra sırasıyla Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve Başbakan Süleyman Demirel bölge ülkelerini ziyaret etmişlerdir. Bu süreçte bölgeye yönelik “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Büyük Türk Dünyası“ söylemi giderek yaygınlaşmaya başlamıştır.
30-31 Ekim 1992 tarihinde Ankara’da toplanan Türkçe Konuşan Devlet Başkanları Zirvesi’nde, Türkiye ve Türkistan Cumhuriyetleri arasında birçok anlaşmaya imza konmuştur. Özal’ın bu zirveden ekonomik ve siyasi anlamda beklentisi oldukça yüksek olmasına rağmen sonuç bildirgesi genel ifadelerle yazılmıştır. Bunun nedeni dönemin bir dışişleri görevlisi tarafından “Bu cumhuriyetlerin Rusya’nın etkisinden kurtulması için zamana ihtiyaç duyulmaktadır“ sözleriyle dile getirilmiştir.
Türkistan Cumhuriyetlerinin Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (ECO) katılmalarına ön ayak olan Özal ekonomik iş birliğinin önemini “[…] böylesi ekonomik karşılıklı bağımlılık Güney-Batı Asya ve Türkistan’daki sorunların çözümünde kritik bir rol oynayacak ve Türkiye’nin ekonomik olarak güçlenmesine imkân sağlayacaktır“ sözleriyle vurgulamıştır. Şubat 1992’de kurulan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı aracılığıyla Türkistan’la bütünleşme amaçlanmış, ECO; tarım, ulaşım, iletişim, gümrük tarifeleri, konusunda ortak düzenlemelere gitmeyi öngörmüştür. Benzer şekilde Türkistan devletlerinin İslam Konferansı Örgütü’ne kabul edilmelerinde Türkiye öncü bir rol oynamıştır. Ayrıca Özal döneminde bölge ülkeleri Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na üye olmuşlardır.
Özal’ın Türkistan coğrafyasına önem verme nedenleri arasında; bölgenin hidrokarbon rezervleri bakımından zenginliği, Demirel’in Türkistan Cumhuriyetlerine olan yakınlığını dengeleme çabası, milliyetçi oyları toplama arzusu ve Anadolu sermayesine yeni yatırım imkânları yaratma düşüncesi gibi hususlar başı çekmiştir. Ayrıca Hazar ve Orta Asya bölgelerinin enerji kaynaklarını Avrupa pazarına ulaştırma, Türkiye’nin bölge ülkeleri nezdindeki nüfuzunu artırma ve ekonomik alanda iş birliği imkânlarını geliştirme Türkiye’nin bölgeye yönelmesinde belirleyici olmuştur.
Ancak Özal’ın Türk dünyası politikasının zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir izlediğini belirtmek gerekmektedir. Örneğin Özal Karabağ meselesinde ilkin Azerbaycan’ın Türkiye’den ziyade İran’a yakın olduğunu vurgulayarak Moskova’nın Bakü’ye müdahalesi karşısında sessiz kalmıştır. Ancak daha sonra 20 Ocak 1990 tarihinde yaptığı açıklamada “Hata yaptım, Azeriler bizim öz ve öz kardeşlerimizdir“ diyerek yanıldığını kabul etmiştir. Özal’ın Azerbaycan’a karşı kırmış olduğu ikinci pot ise; “Onlar Şii, biz Sünni’yiz.“ diyerek Azerbaycan’ın yardım talebini geri çevirmiş olmasıdır
Esasında Özal’ın Türkistan politikasının gerçek amacını eşi Semra Hanım 17 Nisan 1998 tarihli Milliyet gazetesine vermiş olduğu bir mülakatta aşağıdaki ifadelerle dile getirmiştir:
“Dünya politikasındaki projelerinden rahatsızlık duyanlar olabilir. Çünkü Turgut Bey’in ABD gibi Türk Cumhuriyetlerini tek bir cumhuriyet altında toplama projesi vardı. Onun üzerinde çalışıyordu.“
Diğer yandan Semra Hanım 2001 yılında vermiş olduğu bir diğer mülakatta ise Özal’ın Türk Cumhuriyetlerine yönelik stratejisine dair aşağıdaki ifadelere yer vermiştir:
“Biz Türkî Cumhuriyetlerden yeni dönmüştük. Orada her şeyi hazırlamıştı. İdeali buydu. Bunu hep söylüyordu. Rusya o dönem kötü durumdaydı. Rahmetli bana “Rusya kendini kısa zamanda toparlayıp, buraları tek tek geri alacak. Bütün kaynaklar oralarda. Ama kendini toplamadan, biz bunları toplayıp büyük bir Türk devleti kurarsak çok faydası olur. Dünyaya da faydası olur. Rusya’nın Amerika’nın karşısına büyük bir Türk devleti olarak çıkarız.“
Özal 15 Nisan 1993 tarihinde Çankaya Köşkü’nde danışmanlarıyla yaptığı değerlendirme toplantısında Türk Cumhuriyetleri için atılması gereken adımları; para yardımı yapılması, proje desteği sağlanması, Türk müteahhitlerinin ve işadamlarının bu projelere omuz vermesi, bölgeye yönelik televizyon yayınları yapılması, Türkistan devletlerinin iletişim altyapısının geliştirilmesine katkı sunulması, öğrenci kontenjanları tahsis edilmesi, ortak alfabenin ve Latin harflerine geçişin teşviki ile kabul ettirilmesinin hedeflenmesi, matbaa ve daktilo ihtiyaçlarının karşılanması, bölgeye iyi yetişmiş din adamları gönderilmesi, Türk işadamlarının bölgede yatırım yapmaları için teşvik edilmesi, yerine getirilemeyecek sözlerin verilmemesi, hami devlet politikası yerine kardeş devlet politikası izlenmesi, Türk-Rus ilişkilerinde ihtiyatlı olunması, bölge devletlerinden beklentilerin gerçekçi olarak belirlenmesi; uçak seferleri düzenlenmesi, çok itinalı ve eşgüdüme dayanan bir politika izlenmesi, Rusya’dan ayrılma ve çözülmenin zannedildiği kadar kolay olmayacağı, Türkiye’nin ithalatta önceliği Türkistan devletlerine vermesi, Türkistan devletlerinin Türkiye’den yapacakları ithalatın önündeki engellerin kaldırılması, ikili ilişkilerde ekonominin belirleyiciliği, Orta Asya-Türkiye ilişkilerinde bütün planların eşgüdümünü sağlayacak ve gerekli düzenlemeleri hayata geçirebilecek bir kuruluşun hayata geçirilmesi şeklinde sıralamıştır.
Özal’ın Türkistan politikası son dönemlerinde Türk dünyasının bütünleşmesi üzerine inşa edilmişti. Ancak bu yöndeki politikalar Ankara Zirvesi’nde görüldüğü üzere Rusya’yı rahatsız etme ihtimali yüzünden pek rağbet görmemişti. Sonuç olarak Türkiye’nin Türkistan politikasının etkili sonuçlar doğurabilmesi için bölgenin iktisadi, kültürel ve siyasi anlamda köklü dönüşümler geçirmesi gerektiği anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin Türkistan politikasının kuvveden fiile çıkması için henüz uygun zamanın gelmediği anlaşılmıştır. Bu şartlar altında Türkiye bir yandan bölge ülkeleri ile kültürel bağlarını geliştirmeye önem verirken, diğer yandan söz konusu devletlerin Rusya dışındaki ülkelerle bütünleşmelerine destek olmaya gayret etmiştir. Tüm bunların neticesinde Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında 1991-1993 döneminde 140’dan fazla ikili anlaşma imzalanmıştır. Diğer yandan 1992 yılının ortalarına gelindiğinde bölgede yatırım yapan Türk firmalarının sayısı 200’ü geçmişti. Ayrıca sadece bir yıllık süreçte Türkiye’den 1200’ün üzerinde heyet Türkistan ülkelerini ziyaret etmiştir.
Ekonomik İlişkilerdeki Rolü
Özal’ın Türkistan politikasının vazgeçilmez unsurlarından birisi hiç kuşkusuz sivil toplum kuruluşları ve iş adamları olmuştur. Dış politikada ekonomiye büyük ağırlık veren Özal söz konusu aktörleri, ülkesi ve Türkistan arasındaki sosyoekonomik ilişkilerde öne çıkarmaya büyük çaba harcamıştır. Özellikle yurtdışı gezilerine iş adamlarını dâhil etmeyi bir gelenek haline getiren Özal yukarıda bahsedilen Türkistan çıkarmasına 220 işadamı ve 40’a yakın medya mensubunun katılmasını temin etmiştir. Nitekim bu seyahatlerin meyveleri çok geçmeden toplanmaya başlanmış ve böylece Türk yatırımcılar 1992 yılına gelindiğinde Türkistan’a 284 milyon dolar değerinde yatırım yapmışlardır. Özal, Türkistan’da birçok Türk işadamına referans olmak suretiyle onların söz konusu coğrafyada ihaleler almalarına ve iş bağlantıları kurmalarına yardımcı olmuştur. Bu bağlamda bir örnek vermek gerekirse aşağıdaki değerlendirme yapılabilir: Okan Holding’in sahibi Bekir Okan, Özal’ın tavsiyesiyle gittiği Kazakistan’da 1992-2009 döneminde 500 milyon dolar tutarında ihale almıştır. Okan Holding söz konusu dönemde bu ülkeye 580 milyon dolar değerinde doğrudan yatırım yapmıştır.
Özal’ın girişimleriyle Türkiye, Türkistan Cumhuriyetlerine mümkün mertebe ekonomik destek vermeye gayret etmiştir. Örneğin Kazakistan lideri Nursultan Nazarbayev’in Eylül 1991’de Ankara’ya yapmış olduğu ziyarette “Amaç ve Hedefler Ortak Bildirgesi“ imzalanarak parlamentolar arası ilişkiler kurulması karara bağlanmış, ayrıca Türkiye Eximbank üzerinden Kazakistan’a 10 milyon dolar tutarında kredi açarken, bu ülkeye ihraç edeceği tüketim maddelerine karşılık kömür ithali konusunda anlaşmaya varmıştır.
Yine Cumhurbaşkanı Özal, Nazarbayev ile varmış olduğu mutabakat sonucunda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Kazakistan’da en kapsamlı petrol arama anlaşması yapmasına ön ayak olmuştur. 25 yıllık olan bu anlaşmaya göre Türk-Kazak ortak şirketi kurulması planlanmış, ülkede yeraltı kaynakları bakımından zengin yedi bölgede petrol çıkarılması üzerine mutabakata varılmıştır. Ayrıca 26 milyar dolar tutarında bir yatırımın da bu ortak şirket tarafından hayata geçirilmesi hedeflenmiştir. TPAO’nun bu ortaklıktan yılda 5 milyar dolar kâr elde edeceği hesaplanmıştır. Benzer şekilde Özal, Türkmen mevkidaşı Niyazov ile yaptığı görüşmede de TPAO’nun Türkmenistan’da petrol aramaları yapmasını önermiş, ev sahibi Cumhurbaşkanı da bu öneriyi kabul etmiştir.
Aralık 1989’da Avrupa Ekonomik Topluluğu tarafından üyelik başvurusu reddedilen Türkiye için Türk Cumhuriyetleri ile ekonomik ilişkileri geliştirme hayati bir önem kazanmıştır. Bölge ülkelerinin kalkınmalarını desteklemek ve ekonomik faaliyetlerin eşgüdümünü sağlamak amacıyla Özal’ın girişimleriyle Ocak 1992’de “Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı“ (TİKA) hayata geçirilmiştir.
Özal’ın Türkistan politikası doğrultusunda attığı adımlardan bir diğeri ise Adriyatik’ten Orta Asya’ya kadar uzanan bir otoyol/otoban sisteminin yapılması projesi olmuştur. Özal esasında bunun gibi projelerle dış politikanın önemli unsurlarından birisi olan “Büyük Düşün ve Cesur Davran“ ilkesini Türkistan özelinde uygulamaya çalışmıştır.
Özal’ın Söylemlerinde Türkistan (Orta Asya)
Özal çeşitli vesilelerle Orta Asya hakkındaki görüşlerini açıklamıştır. Söz gelimi Mayıs 1990’da “Politique Internationale“ adlı dergiye verdiği mülakatta Türkiye’nin Türkistan coğrafyasını yeterince tanımadığını dolayısıyla öncelikle kendi ekonomik sorunlarını aşmaya odaklanması gerektiğini aşağıdaki cümlelerle ortaya koymuştur:
“Esasında, (Türkistan’ın) tabii kaynakları ve (halkının) yaşam koşulları ve fikirleri hakkında çok az şey biliyoruz. Onlarca yıldan beri, bu bölgeyle hiçbir irtibatımız bulunmamaktadır. Kendilerine kültürel ve teknolojik alanda yardımcı olmaya hazırız fakat açıktır ki Türkiye bugün öncelikle, kendi ekonomisini geliştirmeye yoğunlaşmalıdır.“
Özal ayrıca 1 Eylül 1991 tarihinde TBMM’nin açılış konuşmasında; Soğuk Savaş’ın nihayete ermesi ve SSCB’nin dağılmasının Türkiye’ye bölgede lider olma yolunda önemli tarihî bir fırsat sunduğunu ve böyle bir fırsatın 400 yılda bir ortaya çıktığını dile getirerek bunun kaçırılmaması gerektiğini ifade etmiştir. Özal konuşmasında bu durumu aşağıdaki cümlelerle ifade etmiştir:
“Türkiye’nin önüne tarihî bir fırsat çıkmıştır. Eğer yanlışlık yapmazsak, istikrar içinde kalırsak, ülkemiz, bu tarihî fırsattan, belki 400-500 senede gelebilecek bu imkândan istifade edebilecektir […] Ülkemiz, önümüzdeki yıllarda istikrar bozulmadığı takdirde, 2000 yılına, dünya ülkelerinin en ön saflarında girmeye hazırlanmaktadır. 21’inci asır, Türkiye’nin ve Türklerin asrı olacaktır.“
Makalenin tamamını okumak için tıklayın