Asya Hunları yani Hiung-noilerin kağanı Mete dendiğinde herkes anlar. Ama Motun, Mao-tun veya Mao-dun dersek hiçbirimiz bu kişinin kim olduğunu bilmez hatta biraz siyasetle ilgilenen varsa acaba Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Mao’dan mı söz ediyor diye yüzünüze garip garip bakar.
Hiung-noi’lerin (Hyunnu diye okunuyor) en ünlü kağanının adı 200 yıl önce ünlü Sinolog (Çinbilimci) Fransız De Guignes (1) tarafından Me-te diye okundu. O günden beri de bu ad yerleşip kaldı. Türk tarihçiler ise “acaba doğru mu bu okunuş” diye araştırıp soruşturmak yerine derhal bu okunuşu kabul etti. Türklerin genel karakteri, hazıra konmaktır. “Ne zamanını boşa harcayıp araştıracaksın, hazır Batılı bir tarihçi, üstelik hem Sinolog hem de Türkolog öyle demiş, doğrudur herhalde” diye düşünmüş olmalılar. Türklerin 200 yıllık bu yanlışı ancak son elli yılda fark ettiklerini söylemek de zordur çünkü hâlâ bu kağanın adı Mete diye yazar tüm tarih kitaplarında.
Bu konuda ülkemizin değerli bir tarihçisine kulak vermenizi rica edeceğim. Kendisi solcu falan değil bu yüzden milliyetçi/ulusalcı camianın da Prof. Dr. Bahaeddin Ögel adına karşı çıkmayacağını düşünüyorum. Hatta içlerini iyice rahatlatmak için Bahaeddin Hoca’nın milliyetçi bir düşünce yapısına sahip olduğunu söyleyeyim.
Ancak Bahaeddin Hoca da adın doğrusunu yazmasına rağmen ona Mete demekten vazgeçmemiş kitap boyunca, nedense!
Hocadan bir de Mo-tun’un ya da onun deyişiyle Bagatur’un kağan olmak için babasını nasıl öldürdüğünün öyküsünü okuyalım. Ögel bu öyküyü Çin kaynaklarından alıntılıyor.
Artık hocanın Türk Mitolojisi adlı yapıtının birinci cildinden birkaç satıra göz atmaya geldi sıra.
Yazım yanlışlarını düzeltmedim. Elli iki yıl önce (1971) ilk baskısı yapılan bu yapıtın 4. baskısı ise 2004 yılında yapılmış. Bu alıntılar da 4.baskıdan yapıldı.
Son olarak internette yer alan Bagatur resimlerinin tümünün uydurma olduğunu belirtelim. Mete’nin mezarı bile bilinmiyorken kendisinin öyle sarkık bıyıklı, çok yakışıklı bir biçimde çizilmesi sanırım ona olan hayranlığın belirtisinden başka bir şey olmasa gerek. Evet Bagatur gerçekten gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklardan birini kurmuştur. Birçok halkı egemenliği altına alan Bagatur’un imparatorluğunun yüzölçümünün 18 milyon kilometrekareye ulaştığını ileri sürenler bile vardır ki bana biraz zorlama bir rakam gibi geldi. Birincisi 2200 yıl önceki sınırlar için bir ölçümün yapılabilmesi imkânsızdır. İkincisi de o halkların yaşadıkları yerlerin kesin sınırları bilinemezken böyle bir hesaplama yapılması da mümkün olamaz zaten. Ama ne yapalım, Türklerin hoşuna gidiyor büyük şeyler…
“Türk tarihinin kurucusu diyebiliriz, zamanımızdan 220 sene evvel yaşamış olan Fıransız Sinoloğu Joseph De Guignes’dir. Bu tarihçinin büyük eseri dilimize Hüseyin Cahid Yalçın tarafından, “Türklerin Tarih-i Umumisi” adı ile “Oğlumun kütüphanesi” serisinden 8 cilt halinde tercüme edilmiştir. De Guignes, kendi çağında Çin dilinin tanınmış mütehassıslarından biri idi. Eserine bakılırsa kendisi, Latin ve Yunan dillerinden başka Arap ve Fars kaynaklarından da istifade edebiliyordu. Türk tarihini derli toplu olarak bir araya getiren de şüphesiz ki bu meşhur Fransızdır. Bugün bile onun kurduğu Türk Tarihi düzeni, pek fazla değişmiş değildir.
Avrupa Hunlarının, Avarların ve hatta henüz daha bizim bir şeylerden haberimiz yok iken, Selçukluların bile Ortaasya’dan geldiğini De Guignes söylemişti.
İşte Türk Tarihinin gerçek kurucusu olan bu büyük bilgin zamanında, Çin araştırmaları henüz daha ilerlememişti. Mete’nin adı da çince işaretlerle yazılmıştı. Çince işaretleri Mei-dei (Mei-tei) şeklinde okuyan yazar, Mete için kitabının her yerinde de bu adı kullanmıştı. Bu kitapdan istifade eden Türk tarihçileri ise adı, doğrudan doğruya Mete şeklinde okumuşlar ve kitaplarına böyle geçirmişlerdi. îşte bu yolla bu büyük Hun imparatorunun adı, Türkiye’de Mete şeklinde öğrenilmiş ve yayılmıştı.
Halbuki bugün modern Çin dilinin kurallarına göre bu çince işaretleri Mao-tun, yani Mao-dun şeklinde okumaktayız. Elbetteki bu okunuş, aynı Çin işaretlerinin bugünkü Çin telaffuzuna göre seslendirilmiş bir şekildi. Aynı işaretler Mete çağında ise Bak-tut şeklinde okunurdu. Çinliler kelime sonundaki “r” sesini okuyamazlar ve bu sesi “t” şekline sokarlardı, öyle anlaşılıyor ki Mete’nin esas adı da eski türkçedeki “Bagatur” ve orta türkçedeki “Babadır” dan başka bir şey değildi. Bu güzel buluş Alman Sinoloğu F. Hirth’e aittir.
Yine aynı meşhur Fransız tarihçisi, Mete’nin babasının adını ise “Teo-man” okumuştu. Bugünkü sinoloji ise bu adı “ T’ou-man” şeklinde okuyordu. Bu ad da herhalde eski türkçe “Tuman” ve bugünkü türkçemizdeki “Duman” dan başka bir şey değildi. Tuman adı Türkler arasında çok tutunan ve sevilen bir ad idi. Bu adın niçin çok sevilip ve sayıldığını öğrenmek için de, yine bu kitabımızda bulunan Korkut-Ata, yani Dede Korkut’un çok eski bir soylamasını okuyalım.
Şimdi Mete’nin gençliği ile bilgileri Çin kaynaklarından aynen buraya alalım:
Bu sırada, Tung-hu’Iar kudretli ve Yue-ci’ler ise en güçlü çağlarında idiler. Hun’ların Şan-yu (unvanını taşıyan) hükümdarlarının adı ise; Tuman (Tou-man) idi.
Tuman’ın veliaht olan bir oğlu vardı. Adı da Mao-tun (Mete veya Bahadır) idi. Tuman’ın ayrıca çok sevdiği bir Hatunu vardı. Bu Hatun da (kendisine) yeni bir çocuk doğurmuştu. Tuman, büyük oğlunu yok ederek, (yeni doğmuş olan) küçük oğlunu (veliaht yapıp) onun yerine geçirmek istiyordu. Bunun için de Mete’yi, Yue-ci’Iere rehine olarak gönderdi. Mete’nin Yue-ci’ler yanında rehine bulunduğu bir sırada ise, ordusunu toplayarak, birdenbire Yue-ci’lere taarruz etti. Yue-ci’ler bunu görünce, hemen koşup Mete’yi öldürmek istediler. Fakat (Mete’nin) çok iyi bir atı vardı. Atına atladığı gibi (Yue-cilerin arasından sıyrılıp kaçtı ve) yurduna dondu. Babası Tuman (sevinir gibi göründü) ve onun bu bahadırlığının bir mükâfatı olarak, 10,000 atlı bir tümenin komutasını ona verdi.
Mete, bundan sonra vızlayan bir ok icad etti ve askerlerini talim ettirmeğe başladı. (Tamamen atlı olan) askerlerine, nereye ok atma emredilirse, hemen oraya dönüp ok atmalarını emretti. Kim bunu yapmaz (veya hafifçe tereddüt geçirirse), hemen onun başının kesileceğini ilan etti. Ayrıca avda da, (Mete’nin) vızlayan okunun hangi yöne gittiğine (herkes dikkat edecekti). Vızlayan okun gittiği hedefe, (Mete ile birlikte) ok atmayanların da, hemence başı kesilecekti. (Bir ara) Mete dönmüş ve kendisinin meşhur aygırının karnına, bir vızlayan ok atmıştı. Kendisi ile beraber aynı anda ok atmayanların da, başlarını (hemen oracıkta) kestirmişti. Mete, (sonra da) kendisinin çok sevdiği karısına bir ok atmıştı. Askerlerin bazıları duralamış ve Hatuna ok atmağa cesaret edememişlerdi. Mete, (duralayıp, ok atmayanları da tespit etmiş) ve başlarını hemen orada kestirmişti. (Artık askerler disipline alışmış ve her şeyi öğrenmişlerdi).
Mete, askerleri ile bir ara ava çıktı. (Askerlerini tecrübe etmek için), vızlayan okunu, kendisinin güzel başka bir atına attı. Askerler de, bir kişi bile geri kalmaksızın, ata ok atıp vurdular. Mete artık, askerlerinin talim ve terbiyede iyi bir kıvama geldiklerini anlamıştı…
Mete günün birinde, babası Tuman ile beraber ava çıktı. Mete, vızlayan okunu babası Tuman’a atınca, askerler de aynı anda onu takip ettiler. (Tuman’ı delik deşik edip) öldürdüler. Mete, bundan sonra da, üvey annesi ile üvey kardeşini ortadan kaldırdı. (Babasının ve üvey annesinin) tarafını tutan vezirlerle büyük memurların da hepsini öldürdü ve kendisini İmparator (Şan-yu) ilan etti…
Mete’nin tahta çıktığı sırada, Tung-hular en kuvvetli çağlarında bulunuyorlardı. Mete’nin babasını öldürüp de onun yerine tahta çıktığını öğrenince, hemen bir elçi gönderdiler. Elçi Mete’ye gelerek, babası Tuman’ın, yorulmadan 1.000 mil koşan meşhur atını kendilerine verilmesini istedi. Mete hemen, vezirleri ile (devletin ileri gelenlerini) çağırarak bir kurultay topladı. Kurultayda herkes, böyle bir atın Hunlar için de çok önemli olduğunu ve verilemiyeceğini söylediler. Fakat Mete, onlara cevap olarak şöyle dedi:
“Ne! Nasıl olur da bir atı, komşu bir devletten daha değerli tutabiliriz!”
Mete, böyle dedikten sonra, bin mil yapan meşhur atını aldı ve elçiye teslim etti. Tung-hu’lar atı alınca Mete’nin korktuğunu sandılar ve yeni bir elçi daha gönderdiler. Elçi gelerek, bu defa da Mete’nin karısını istedi. Mete yine devletin ileri gelenlerini topladı ve onların fikirlerini almak istedi. Herkes kızmış ve şöyle bağırmağa başlamışlardı:
“Bu Tung-hu’lar, töre (Tao) diye bir şey tanımıyorlar! Bu defa da Hatunumuzu istiyorlar! Biz onlara, derhal hücum ederek, hepsini ortadan kaldırmağı teklif ediyoruz!”
Mete ise gayet sakin olarak şöyle dedi:
“Oh, demeyin! Ben bir kadını komşu devletimden nasıl üstün tutabilirim!”
Mete, bu defa da karısını çağırdı ve eli ile onu, Tung-hu elçisine teslim etti. Bunun üzerine Tung-hu reisinin cesareti büsbütün artmıştı. Ordusunu alarak batıya doğru geldi ve terkedilmiş bir araziye girdi. Burası, Hunlar ile Tung-hu’ların sınırları arasında bulunuyordu. Hiç kimsenin oturmadığı bu arazi, 1.000 mil kadar bir yerdi. Hem Hunlar ve hem de Tung-hu’lar, bu bozkırın iki yanında oturuyorlardı.
Bu yerin adı da Ao-t’o (Ordu ?) idi.
Tung-hu’ların reisi Mete’ye bir elçi gönderdi ve elçi gelerek Mete’ye şöyle dedi:
“İkimizin arasındaki bu bölge, kimsenin oturmadığı bir yerdir, üstelik, iki devletin sınırları arasında da bulunuyor. Nasıl olsa burası sizin işinize yaramaz. Gelin de, bu yeri bize verin.” Mete bu sözleri duyunca, hemen kurultayını topladı ve devletin ileri gelenlerine bu konuda ne düşündüklerini sordu. Bazı vezirler, “böyle terkedilmiş bir araziden, vazgeçmişiz, geçmemişiz, hiç bir şey farketmez” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Mete kızarak şöyle kükredi:
“Toprak, devletin temelidir. Biz, onu başkasına nasıl verebiliriz!” Mete, bunu dedikten sonra, böyle diyenlerin hepsinin de başını kestirdi.
Mete atına atladı ve herkesin kendisini takip etmesini emretti. Geri kalanların da, başını hemen oracıkda kestirdi. Doğuya doğru giderek Tung-hulara hücum etti. Tung-hu kıralı, Mete’yi küçümsemiş ve müdafaa tedbiri almamıştı. Mete, büyük kuvveti ile Tung-hu’lara yüklendi ve onları büyük bir mağlubiyete uğrattı. Düşmanın ordusunu yok ettikten sonra, halkını, malını ve nesi var, nesi yoksa hepsini aldı. “
(Tung-hu zaferinden sonra Mete) yurduna döndü. Bundan sonra da batıya yöneldi.
Yue-ci’leri de mağlup ederek kaçırdı…”
Bu çok önemli vesika, Çin’in ilk resmi tarihi sayılan Shih-chi adlı tarihin 110. bölümünde bulunur. Bu belgeden de anlaşılıyor ki Hunlar o çağda, Asya’nın en cins ve en uzun koşan atlarını yetiştiriyorlardı.
Cins atma binerek kaçan Mete’yi Yüe-çiler tutamamışlardı. Hunların doğusunda bulunan milletler de onlardan cins bir atı almak için can atmışlardı. Mete yalnızca bir imparator veya komutan değil; aynı zamanda silâh icad eden ve yaptıran bir askerdi. Bu sebeple Çin kaynaklarının hepsi, vızlayan okun Mete tarafından icad edildiğine inanırlardı.
Vızlayan oklar, kemik bir ok ucuna delikler açmak sureti ile yapılırdı. Osmanlılar bu oka Çavuş oku derlerdi. Bu oku daha ziyade, işaret vermek ve yön göstermek için komutanlar kullanırlardı.”
Herkese keyifli günler…
Görsel:
Hiung-nu bayrağı Hiung-nu – Vikipedi
Yararlanılan kaynak yapıt: Prof.Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, cilt 1
KAYNAKLAR
1 Joseph de Guignes (19 Ekim 1721 – 19 Mart 1800), Fransız doğubilimci, Sinolog ve Türkolog’tur. 19 Mart 1800’de Paris’te ölmüştür.